Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cübbeli Ahmet Hoca ile ilgili tavır değişikliğinin sinyallerini bir süredir alıyordum.

        Bir süre öncesine kadar, “Yahu Ahmet Hoca’yı almakla ne iyi ediyorsunuz. Çok tatlı adamdır. Herkes öcü olmadığını gördü” diyen bir kesim, son programdan önce “rahatsızlıklarını” açık açık dile getirmeye başlayınca iyice anladım bunu.

        Ama doğrusu “manşetten kafa yiyeceğini” hiç beklemiyordum.

        Benim gördüğüm şudur: Cübbeli Ahmet’in “popüler” hale gelmesi ve neredeyse bir “pop kültür ikonu” olması “bazılarını” pek mutlu etmedi.

        Burada Cübbeli Ahmet’i itibarsızlaştırma operasyonu başlatıldı.

        İslami cemaatlerin kendi aralarındaki çekişmelere pek aklım ermez. Kodlarını detaylı bir biçimde bilmem.

        Ancak Cübbeli Ahmet’le ilgili bazı kanaatlerim, yaptığımız programlar sonucunda oluştu.

        Cübbeli Ahmet ve içinde bulunduğu çevre, Erbakan’a yakın. Saadet’in başına Erbakan’ın geçmesinden memnunlar.

        Erbakan’ın “milli” politikalarını benimsiyorlar. Ondan yanalar. “Globalleşmeye” karşılar.

        İslami açıdan da farklı bir konumdalar. Suudi Vehhabiliğine kökten karşılar. Bunu sert biçimde eleştiriyorlar.

        Aslında bu da garip değil, çünkü Nakşibendiliğin oluşum felsefesindeki temellerden biri “Vehhabiliğe karşı durmak”.

        Cübbeli Ahmet de özel sohbetlerinde sık sık “Biz Bahaeddin Nakşibend’in Orta Asya’daki yolundan geliyoruz” vurgusu yapıyor.

        Bunun dışında Cübbeli Ahmet ve çevresi, Hayreddin Karaman’ın öncülüğünü yaptığı fikirlerden, İslam’ın “ekonomik gerçeklerle” sündürülmesinden, Suud’laştırılmasından hoşlanmıyorlar. Bunu açık açık dile getiriyorlar.

        Vehhabiliğe karşı Nakşilerle aynı duyguları paylaşan Gülen Cemaati ile aralarında da geniş bir uçurum var. Gülen Cemaati’ni bir cemaat olarak görmüyorlar bile. Gülenciler’e yaklaşımları “alaycı”. Bu yüzden de birbirlerinden çok hoşlanmıyorlar.

        Bunlar kendisiyle yaptığımız programlar sonucunda edindiğim izlenimler. Önünde, arkasında bu anlattıklarımın dışında başka neler var bilemem.

        Ancak bildiğim, “İslamcıların” tek bir vücut ve tek bir gövde, hatta tek bir kafa olarak hareket etmedikleri. Kendi içlerindeki çelişkiler ve ayrımlar, bazen bizimle olan çelişki ve ayrımlarından daha derin.

        Not: Cübbeli Ahmet Hoca’nın Mahmut Ustaosmanoğlu ile arasının açık olduğunu da düşünmüyorum. Bizim program sırasında bile Mahmut Ustaosmanoğlu ile iki kez telefonda konuşup bilgi aldı, bilgi verdi.

        Atatürk'ü sevmemeleri normal

        Dün Atatürk'ün yeni bulunan, daha doğrusu bir manavda bulunup restore edildikten sonra yayınlanan görüntülerini izledim.

        Bir kez daha hayranlıkla.

        Sonra odamdaki Atatürk albümlerinin sayfalarını karıştırdım.

        Ardından Habertürk arşivindeki Atatürk fotoğraflarına baktım.

        Ve toplumun bir bölümüne hak verdim. Görüntüler hemen hemen 80 yıllık. Neredeyse bir asra yakın bir süre. Atatürk tüm görüntülerde, tüm fotoğraflarda yıldız gibi parlıyor.

        Konuşması, üslubu, giyim kuşamı, duruşu, vücut dili inanılmaz. Sanki o güne ait değil.

        Çok çok ileride.

        Bırakın o günü, bugün için bile çok çok ileride bir dönemde sanki.

        Onun üzerindeki kıyafetleri benim yaşam sürecimde karşılaştığım liderlere giydirdim. Sadece Türklere değil, dünya liderlerinin hepsine.

        Hiçbirine yakışmadı Atatürk'e yakıştığı kadar. Hiçbiri bulunduğu ortamda bu kadar farklı görünmedi.

        Hiçbiri çağından bu kadar ileride durmadı. Hiçbiri zamanlar ötesinden gelmiş gibi görünmedi.

        Ne yerlisi, ne yabancısı.

        O zaman idrak ettim bu halkın bir bölümündeki Atatürk sevgisizliğinin nedenini.

        Onlara o kadar uzak, o kadar yabancı, o kadar farklı ki, onu anlamaları, sevmeleri, beğenmeleri mümkün değil.

        O onlar için bir "uzaylı".

        Kendilerinden bu kadar uzak bir gelecekte olan birini ne anlayabilirler onlar, ne sevebilirler. Ama kabahat onlarda değil. Atatürk'te.

        Bugünden bile ötede.

        Her yerde türban

        Teke Tek'te konuğum Fatma Bostan Ünsal'dı.

        AKP kurucusu. Kızılcahamam'da Başbakan'a yaptığı çıkışla gündeme gelmişti. "Türban meselesini çözmesini" isteyerek. "Gerekirse partiden ayrılırım" diyerek.

        Bu sözüne açıklık getirdi. "Ben bu sorunun çözülmesi için daha aktif olmak istiyorum. Ama sözlerim partiyi bağlayabilir. Kapatma davası konusu olabilir. 'Gerekirse partiden ayrılırım' lafını bu yüzden ettim. Partiyi korumak için" dedi.

        Fatma Bostan Ünsal'ın eşi Ahmet Faruk Ünsal da eski AKP milletvekili. Şimdi Mazlumder Başkanı. Ünsal'la konuşurken, "Türban ya da başörtüsü" sorununda bir sonraki aşamaya geçildiğini gördüm. Üniversiteye türbanla girilmesi konusu "yasal olarak" değilse de "YÖK'sel" olarak şimdilik aşıldı.

        Ancak Ünsal, "Mesele hayatın her alanındaki ayrımcılığın giderilmesi" diyerek bundan sonraki taleplerini açıkladı.

        "Kamuda, hayatın her alanında, her meslekte giyim kuşamdan kaynaklanan, örtünmeden kaynaklanan ayrımların giderilmesi gerek. 2011 seçimlerinde AKP'nin türbanlı, başörtülü kadın milletvekili adayları göstermesini istiyoruz, bekliyoruz" dedi. Bir gün türbanlı bir kadının Başbakan ya da Cumhurbaşkanı olabilmesi gerektiğini anlattı.

        Bir başka tartışmaya daha açıklık getirdi. "Türban ilköğretimde de kabul görmelidir. Bir kız çocuğu kapalı olduğu için öğretim hakkından ilkokulda da yoksun bırakılamaz. Buralarda da inanç gereği giyilen giysilerle eğitim hakkı olmalıdır. Türbanlı öğretmenler de vardı. Yine olmalıdır" dedi. Anlayacağınız türbanın üniversiteye girmesiyle sorun çözülmedi. Sadece bir adım atıldı. Haberiniz olsun.

        Not: Bu yoldan Türkiye'nin nereye gittiğini de önümüzdeki günlerde yazacağım.

        Ne Zaman Adam Oluruz

        Samimiyetten değil içten pazarlıktan korkmamız gerektiğini anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar