Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAZILARI “Ama 12 Eylül’ün bir gün öncesi?” diye itiraz ediyorlar; darbeye gidilen günlerdeki ülke şartlarını hatırlamamızı bekleyerek...

        Önce Ertuğrul Özkök’tü çıkışı yapan, dün Hıncal Uluç ona katıldı.

        Doğrudur. 12 Eylül (1980) darbesine Türkiye kanlı bir ortamda gitti. Sağdan ve soldan 5 bine yakın insanımızı anarşiye kurban verdik. Ölenlerin çoğu heyecanlı gençlerdi. Bu sebeple, darbe olduğu gün, terörün en fazla vurduğu illerde yaşayanlar, çocukları üniversitelerde okuyanlar, uzun bir “Ohhh” çekmişlerdir.

        Hafızamızı yokladığımızda, o günlerin boğucu havasını hatırlamamak mümkün değil.

        Ancak “hafıza” tehlikeli bir bilgi deposudur; bir şeyi hatırlattığında, onun çağrışımları da “Ben buradayım” diye kendilerini zorlamaya başlar.

        Sadece dün burada verdiğim örnekleri hatırlamakla kalmazsınız, hafızanızın iyice gerilerine ittiğiniz başka önemli ayrıntılar da kendilerini belli ederler...

        Mesela, görevi gelişmelerden haberdar etmek olan gazetelerin ve okurlarını aydınlatmaları beklenen yazarların, darbeye doğru yol alınan günlerde takındıkları tavır... O tavır hafızanızdan canlanıp geldiğinde, o günlerde “basın” şimdilerde “medya” denilen mesleğin mensuplarının sicil kaydına da ulaşmış olursunuz.

        Pek de parlak sayılmayacak sicil kaydına...

        Yalnızca 12 Eylül darbesi öncesinde değil, 27 Mayıs’tan (1960) 28 Şubat’a (1997) uzanan Türkiye’nin darbeler tarihinin her dönemeç noktasında, demokratik sisteme ara verme niyeti taşıyanların en güvendikleri hep basın olmuştur.

        Darbe öncesinde zaten karışık olan ortamı daha da karışık göstermek, sivil yönetimleri aşağılayıp gözden düşürmek, darbe olduğunda milletin rahat nefes alıp vermeye başladığına dair haber ve yorumlarla yapılana meşruiyet kazandırmak ve darbeden sonra uzun bir süre daha yapılanlara kalıcılık kazandırmaya yarayacak malzemeler sunmak...

        Basın “propaganda” anlamına gelen bu işlevi layıkıyla yerine getirmiştir her darbe döneminde...

        Ülkenin sivil yöneticilerine karşı kaplan pençesiyle hırçınlaşan basın, darbe dönemlerinde askerler ve onlarla birlikte hareket eden siviller karşısında kedi patisi yumuşaklığıyla hareket etmiştir.

        Madem hafızamızı imdada çağırdık ve geçmişte yaşananları hatırlamaya başladık, o dönemlerde karşımıza çıkan örnekleri daha yakın geçmişin ve günümüzün olaylarına da uygulayabiliriz.

        İbretlik bir dönem olduğu için 2007 dolaylarında yaşadıklarımıza sözgelimi...

        2007’nin önemi, 11. Cumhurbaşkanı’nın seçileceği yıl olmasıdır. İktidarını sağlamlaştıran AK Parti’nin, daha önce benzer dönemlerde yaşandığı gibi dışarıdan telkinlerle adayını belirlemeyeceği anlaşılınca, medya sazı eline aldı.

        Hukuku eğilip bükülebilen bir alet gibi gören bazılarının gündeme soktuğu, etkili olabilmesi için Genelkurmay’ın “e-muhtıra” yayınlaması ve Anayasa Mahkemesi’nin onaylaması gerekmiş 367 safsatası medya ürünüdür.

        Medyadan destek bulamasaydı “deli saçması” muamelesi görecek 367 garabeti, o destek yüzünden Genelkurmay ve Anayasa Mahkemesi’ni yanlışa sürüklemiştir...

        Aynı durum sonradan iki kez daha tekrarlandı: Biri, türban yasağını yasayla sona erdirme girişiminde atılan “411 el kaosa kalktı” manşeti, diğeri de medyada yazılıp çizilenleri iddianame haline getiren Cumhuriyet Başsavcısı’nın AK Parti’yi kapatma davası açması sürecinde yapılan yayınlar...

        Hafızam, 367, “411 el” ve kapatma davasıyla ilgili haber ve yorumlardan hareketle, 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a kadar uzanan “darbeler tarihimiz”in her döneminde yaşananları hatırlattı bana.

        Bereket, askerler o günlerde fazla gaza gelmediler.

        Diğer Yazılar