Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUGÜN “19 Mayıs Bayramı”... Bayram, ileriye umutla bakmayı getirecek bir yazıyla okur karşısına çıkmayı gerektiriyor; ama işte gördünüz, Adana’da ve Mersin’de dün eşzamanlı patlayan bombalar, gündemi başka bir yöne çekerek bayramı zehir etti.

        HDP’li hedeflere yönelmişti bombalar...

        Paket içerisinde kargoyla gönderilmişti bombaların biri; diğeri ise çiçek saksısı içerisine gizlenmişti...

        Kuşkusuz can almayı da amaçlamış bombaları gönderenler; çok şükür birkaç yaralıyla atlatıldı...

        İnsan yukarıdaki cümleleri arka arkaya yazarken bile irkiliyor. İrkiliyorum, çünkü bu tür bombalama eylemleriyle ilgili son yazıları 1990’lı yıllarda yazmıştım.

        İsmi ne zaman anılsa hemen “laiklik savunucusu” deme ihtiyacı duyulan İlahiyat Fakültesi hocası Bahriye Üçok, kargoyla gönderilen bir paketi açmaya çalışırken 6 Ekim 1990 tarihinde hayatını kaybetmişti.

        Cumhuriyet Gazetesi yazarı Uğur Mumcu (24 Ocak 1993) ile Siyasal Bilgiler Fakültesi hocalarından Cumhuriyet yazarı Ahmet Taner Kışlalı (10 Temmuz 1999), evlerinin önünde duran otomobillerine konulan bombaların patlamasıyla...

        1990 ila 1999 yılları arasında geçen 10 yılda sayısız siyasi cinayet işlendi ülkemizde; hepsinin arkasından acıları paylaşmaya çalışırken eylemlerin tekerrür etmemesi için çok yönlü uyarılarda bulunduğumu hatırlıyorum.

        Yalnızca ben değil, eli kalem tutan ve ülkenin terör belası girdabına kapılıp yanlış istikametlere savrulmasını istemeyen her kalem erbabı benzer uyarılarda bulunmuştu.

        Ama nafile.

        Terör insanların aklını başından alıyor, sağlıklı değerlendirmeler yapılmasının önünü kesiyor ve yanlışlara sürüklüyor. Terör ortamlarında yapılan uyarıların bu yüzden zerre miktarı etkisi olmuyor.

        Elbette o ürperten 10 yılın şartları ile bugünkü ortam çok farklı. O zamanlar saf bir toplumduk; her söylenene inanıyor, her yapılanı gördüğümüz şekilde değerlendiriyorduk; olayların arkasında başka gerçekler bulunabileceğini pek azımız düşünebiliyordu.

        Ortada “olağan şüpheliler” vardı zaten, her cinayetten sonra suçlayıcı parmaklar onlara yöneliyordu.

        Aradan geçen yıllar hepimizi akıllandırdı; artık uğursuz eylemlerin arkasında karanlık odaklar bulunabileceğini ve ilk aklımıza gelen kişiler ile örgütlere “suçlu” muamelesi çekmenin anlamsızlığını biliyoruz.

        Yine de...

        Mersin ve Adana’da eşzamanlı patlayan bombalardan sonra, hükümete yakın ağızlar derhal PKK’yı suçlayıcı açıklamalar yaptı; HDP çevrelerine göre ise eylemlerde “devlet” parmağı var; “devlet” ile kastedilen besbelli hükümet...

        Acaba?

        Eski alışkanlıkların üstesinden kolay gelinmiyor. Her iki kesimin suçlaması ilk elde makul görünse de yeterince ikna edici değil...

        O “karanlık 10 yıl” boyunca ülkeyi kana bulamış olan cinayet ve bombalama eylemlerinin çoğunun ardında “devlet içinde yuvalanmış çeteler” olduğu nice sonraları ortaya çıkmıştı. “Faili meçhul” diye anılan cinayetlerin failleri aslında meçhul değildi; o cinayetleri ve toplumu sarsıp yanlış yöne sürüklemek amaçlı siyasi suikastları hep aynı odak planlamış ve hayata geçirmişti.

        Ne yazık ki, o “odak” ile hesaplaşma sonuca ulaşmadı.

        Yanlış odaklarla hesaplaşılıyor bugün ve esas karanlık odak yeniden başını çıkarmak için ortalığı olgun bulmuşa benziyor.

        Hükümetin ve asayişten sorumlu birimlerin adımlarını olağanüstü dikkatli atması gereken bir ortamdan geçiyoruz.

        Bir yanlış... Bizi yeniden eski karanlık günlere geri döndürebilir.

        Aman dikkat.

        Diğer Yazılar