Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HENRY Kissinger son kitabı “Dünya Düzeni”nin (“World Order”, Allen Lane) hemen girişinde, genç bir akademisyen (1961) olarak katıldığı bir toplantıda karşılaştığı ABD Başkanı Harry S. Truman’a yönelttiği ‘’Başkanlık döneminizde sizi en fazla gururlandıran olay neydi?’’ sorusuna ondan şu cevabı aldığını kayda geçirir:

        ‘’Düşmanlarımızı tamamıyla yendik ve onları milletler camiasına yeniden döndürdük. Öyle sanıyorum ki, bunu yalnızca Amerika yapabilirdi.’’

        Nakledenin ABD dış politikasını yönettiği yıllarda sergilediği düzen bozuculuğu görmezden gelir, ABD’nin özellikle George W. Bush döneminde üstlendiği uğursuz işleve fazla takılmazsanız, Truman’ın cevabından çıkarılacak dersler olduğunu fark edersiniz.

        İlk ders, düşmanlıklara sürekli ve kalıcı olarak bakılmaması, bulunacak ilk fırsatta “herkesle iyi geçinme” veya “komşularla sıfır sorun” gibi ilkeler eşliğinde düzen arayışına gidilmesi gereğidir. ABD bugün de bu ilkeye uyarak kendisini “büyük şeytan” olarak anagelen İran’la ilişkilerini normale çevirmesini bildi.

        O cevaptan çıkarılabilecek ikinci ders, “galip gelme” veya “zafer kazanma” gibi gönle hoş gelen bir olaydan sonra bile, kendini onun büyüsüne kaptırıp “düşmanı” bütünüyle yok etme güdüsüne teslim olmama gereğidir. Önemli olan “düşman”ın sırtını yere getirmek değil, sırtını yere getirdiğin “düşmanı” o halden çıkarıp “dost” haline getirebilmektir.

        ABD 60 milyon insanın hayatını kaybettiği tarihin en kanlı savaşlarından İkinci Dünya Savaşı sonrasında tam da bunu yapmıştı. Yenik düşen “düşman” Almanya ve İtalya’ya yeni oluşan dünya düzeni içerisinde yer vererek...

        Bu kadar da değil; bir de üçüncü ders var: Kendi başına kalmamak ve sürekli birlikte hareket edeceğin bir camia oluşturmaya bakmak da şart. ABD bunu NATO’ya öncülük ederek ve değişik uluslararası kuruluşlar oluşturarak yapmaya çalıştı. Başkalarını da benzer davranışlar içerisine girmeye teşvik etti. AB varlığını biraz da ABD’nin teşviklerine borçlu.

        Türkiye bu anlamda ne durumda?

        Ülkeyi 13 yıldır yöneten kadro, Truman’ın Kissinger’a söylediklerinden haberdar olmasa bile, o cevaptan benim çıkardığım her üç derse uygun hareket etmeye çalıştı. Hem de bayağı uzun bir süre...

        “Komşularla sıfır sorun” doğru bir ilkeydi sözgelimi...

        “Çözüm süreci” de 30 yıldan uzun bir sürede ülke içerisinde “terörist” faaliyetlerde bulunmuş “düşman” bir örgütü eylemlerinden vazgeçirerek, teröre bulaşmamış unsurlarına sistem içerisinde yer vermek de yanlış değildi. Önem taşıyanın insan hayatı olduğunu bir kere kabul ederseniz, can alan eylemleri durdurmak için bedel ödemeyi de göze alabilirsiniz.

        PKK “Ebedi düşmanlık yoktur” ve “Türkiye’ye düşmanlık edeceğine onun dostu olmak iyidir” gerçeklerini anlamakta zorlanıyorsa, bu onun sorunudur.

        İlk iki derse uygun hareket eden Türkiye, üçüncü derse de yabancılık çekmedi. İlk kurulan AK Parti hükümeti, ülkeyi AB perspektifi içerisine sokma gayretini göstermekle yetinmedi, kendisinin bir parçası olduğunu düşündüğü İslam dünyası ve Rusya’nın nüfuz alanıyla da yakın ilişkiler kurmaya, onların içinde yer aldığı uluslararası camianın kurumlarında aktif görevler üstlenmeye çabaladı.

        Bunları zaten ancak Türkiye yapabilirdi.

        Şimdi çerçevesini kendisinin çizdiği hareket alanının dışındaymış görüntüsü veriyor ülkemiz.

        Truman’ın sözünü zaten bu görüntü sebebiyle alıntıladım.

        Diğer Yazılar