Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu bayram terörde hayatlarını kaybedenlere çok üzüldük de, üzüntülerimize üzüntü katan bir gelişme de hacda yaşandı: Mekke’de meydana gelen vahim olayda yüzlerce insan hayatını kaybetti.

        Suudi Arabistan’dan önce “kader” tespiti eşliğinde yatıştırıcı sesler yükseldi, ardından tahta yeni geçen Kral Selman’ın olaydan sorumlu tuttuğu 3 yetkiliyi görevden aldığı duyuldu.

        Artık krallar bile yanlışların üstünü kapatamıyor, sorumluları koruyamıyor.

        “Kader” sözcüğünün ülkemize yansıması çok olumsuz. Daha önce yanlış kullanıma giren “fıtrat” sözcüğü de başka yönlere çekilerek anlamından farklı yorumlanmıştı; şimdi de “kader” sözcüğü sanki ölümleri -veya yanlış eylemleri- mazur göstermek amacıyla kullanılıyormuş gibi değerlendiriliyor.

        Oysa, “kader”, meydana gelen yanlışı olmamış saydırmanın formülü değildir; tam tersine, kâinatta olan her şey belli bir “kadere” bağlı olarak meydana gelir, ama olanda bir yanlışlık varsa, hele bir de suç işlenmişse, “kader” tesellisi olaydaki sorumluluğu ortadan kaldırmaz.

        Hiçbir katil “Ben öldürdüm, ama ‘kader’ efendim” savunması arkasına sığınamaz.

        İnsanoğlu kendisi için öngörülmüş milyonlarca -hatta milyarlarca- alternatif eylem içerisinden birini kendi iradesiyle seçer; doğru bir tercihte bulunmuşsa onun mükâfatını görür, tercihi yanlışsa da cezasını...

        Yaptıklarımızdan bizler sorumluyuz.

        Suudi Arabistan’da o kaza meydana gelmemeli, beşeri hata eseri müessif olay yüzünden kimse hayatını kaybetmemeliydi.

        Lafı fazla uzatmaya gerek yok: “Kader’ inancı, yanlış yapılmışsa onu yapanın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz; tam tersine, inançlı insan, hayatın değerini bildiği için, ölümcül hatalara sebep olanlardan hesap sorulmasını bekler.

        Hacca gidenler, orada yapılan ibadetler arasında en zahmetlisinin “şeytan taşlamak” olduğunu bilir. Eskiden o mahalle gidip-dönmek daha zahmetliydi. Tek bir mekânda bulunan taşlama yerlerine gidiş-gelişler ayrılmadığı için kesinlikle daha tehlikeliydi de...

        Mekân büyütülemedi, ama katlar eklenerek ve gidiş-gelişler ayrılarak tehlike azaltılmaya çalışıldı.

        “Ölürlerse ölsünler, nasıl olsa ‘kader’ der geçeriz” diyen çıkmadı.

        Çünkü “kader” inancı bizde yansıtılmaya çalışıldığı gibi değildir.

        Tedbirler yeterli mi?

        Yeterli olmadıkları meydana gelen olaydan da anlaşılıyor.

        Belli ki, “önemli biri”, insanların hayatını güvenceye almak için getirilen tedbirleri umursamamış, hacıları paniğe sürükleyen bu izdihama sebep olmuş...

        Sorumlu olduğu düşünülen yetkililerin görevden alınması yetmez, kaybolan insan hayatlarından dolayı izdihama sebep olanı da hesaba çekmek gerekir.

        Daha iyi yönetilemez mi hac dönemi?

        Elbette yönetilir. 2 milyondan fazla insanın, bir-iki gün gibi kısa bir süre içerisinde, fazla geniş olmayan bir mekânda toplanmasını gerektiren bir ibadettir hac ve bu yüzden şimdi olana benzer olaylar sıkça meydana gelmektedir.

        Haccın yönetimini uluslararası bir kurula bırakmak yolundaki tekliflere, sonuçta bir “ulus devlet” olduğu için Suudi Arabistan, egemenlik hakkının elinden alınması anlamı yükleyerek karşı çıkıyor.

        Ölümlü olaylar olduğunda kendini savunmakta bu yüzden zorlanıyor...

        Yine de hacıların güvenliği açısından bir şeyler yapılması şart.

        Neden bir “uluslararası hac konferansı” düzenlemeyi düşünmez Suudi Arabistan? Neden hacıların güvenliği için aldığı tedbirleri tartıştırıp olası yanlışlıkların azaltılması veya ortadan kaldırılması için gözlemcilerin iyi niyetli tekliflerini dinlemenin yollarını aramaz?

        Düşünmeli ve yolunu aramalı.

        Diğer Yazılar