Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Diyarbakır’da suikast benzeri bir çatışmada hayatını kaybeden ve dün toprağa verilen Tahir Elçi için “Türkiye’nin başını en fazla ağrıtan sorunun barış yoluyla çözümünden yanaydı, birlik ve bütünlüğün sürmesi için çaba gösteriyordu” diyorlar; ama Diyarbakır Baro Başkanı Elçi, TV’de sarf ettiği bir cümle yüzünden “ülkenin birlik ve bütünlüğünü bozma” iddiasıyla yargılanıyordu.

        Bu nasıl iştir böyle?

        Aynı soruyu, Türkiye’nin başındaki ikinci en önemli sorunun “barışçı” yollarla çözümü için gecesini gündüzüne katarak çalışmış gazeteci Hrant Dink suikasta uğradığında da sormuştum. O da “ırkçılık” yapan Ermenileri hizaya getirmek için çaba gösterdiği halde, bir yazısından “Türklüğe hakaret” sonucu çıkarılmış, Ağır Ceza’da yargılanıyordu.

        Gerçekten bu nasıl bir iştir?

        Soruyu aslında ülkeyi yönetenler sormalı ve cevabını aramalılar. Sormazlar ve doğru cevaba ulaşamazlarsa ilk önce başları ağrıyacak olan onlardır...

        Ülkemizin garip bir kaderi var: Geçmişte yaşanmışlıklardan, tarihten hiç ders alamıyoruz. “Hah, bu defa daha iyi okumuş, tarihle hemhal, ağzını açtıklarında uzak geçmişten bile örnekler verebilen bir kadro işbaşında, geçmişte yaşananlar artık günümüzde yaşanmaz” diye düşünmeye başlıyorsunuz...

        Tarih yeniden tekerrür ediyor.

        Cumartesi günü Diyarbakır’da meydana gelen olayla ilgili resmi ağızların yaptıkları açıklamalar, 1970’li yıllarda, 1980’in hemen öncesinde, 28 Şubat’a (1997) giden günlerde işitmiş olduğumuz gerekçelerden farklı değil. Serinkanlı değerlendirmeler sonucu sağlıklı açıklamalar yapmak yerine, hep akla zarar mesajlar veriliyor.

        Hep “olağan şüpheliler” suçlanıyor...

        Oysa Hrant Dink ve Tahir Elçi gibi ülkenin sorunlarının çözümünden yana isimlerin, tam da ilgili oldukları sorunların gündemin orta yerine oturduğu günlerde, en iyi yerine getirebilecekleri işlevin uzağına düşürülmeleri ve ardından vücutlarının ortadan kaldırılması, herkesten ve her şeyden önce, anlamsız suçlamalarda bulunanlar ile onların yönettiği düşünülen devletin gücünü zayıflatıyor...

        Devlet ve onu yönetenler doğru teşhiste bulunamadıkları için kendilerini zayıf duruma mahkûm ediyorlar.

        Rus uçağı düşürülmesi konusu da böyle...

        Türkiye Ortadoğu açmazından kurtulunması için samimiyetle çalışan bir ülke. Bunu dünyaya zarar vermeden, kendisinin de kazançla çıkacağı formüllerle yapma derdinde. Türkiye’nin kazançlı çıkması aynı zamanda dünyanın da kazanması demek...

        Durum böyleyse -ki böyledir- neden tezlerini zayıflatacak bir tartışmaya en yanlış argümanlarla katılıyor?

        “Savaş” sözcüklerinin bile uluorta kullanılmaya başlandığı bir ihtilafın tarafı haline dönüşmesi Türkiye’nin, çözümüne en yakın duruma gelinmişken, Suriye’de söz sahibi olmaktan uzaklaştırıcı bir uğursuz etkiye yol açabilir.

        Ermeni sorunu... Kürt sorunu... Rusya sorunu...

        Hepsi de terör ateşinin üzerine körükle gidilmesine yarıyor...

        Hrant Dink’i kim öldürdü biliyoruz; ancak kimlerin neden öldürttüğünü bilmiyoruz.

        Tahir Elçi’nin katilini de öğreneceğiz, ama bu gidişle kimlerin neden öldürttüğü üzerinde hiç kafa yormayacağız. Resmi ağızların açıklamaları kafa yorulmadığını düşündürüyor çünkü.

        Rusya uçağının düşmesinin arkasında hangi “saik” olursa olsun, düşme sonrasında meydana gelen süreç Türkiye’nin aleyhine işliyor.

        Halbuki bu olayların tarihimizde benzerleri var ve onlardan ders çıkarılmış olsa...

        Koca bir imparatorluğu kaybettik, umarım hayhuy arasında kendimizi kaybetmeyiz.

        Diğer Yazılar