Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dolarize olmanın / dövizleşmenin tanımları türlü türlü yapılabiliyor. Önceki yazılarda ben biraz bu konuya değindim,

        DÖVİZLEŞME & DÖVİZLEŞTİRME YAZISI İÇİN TIKLAYINIZ DOLARİZASYON - II: RUSLAR NASIL YAPTI? YAZISI İÇİN TIKLAYINIZ

        Dönüp tekrar okumak istemeyenler için kısa özet şu şekilde:

        Ülke ekonomisinin aktif ve pasif taraflarını inceleyip toplamın içindeki döviz payına göre ülkenin dövizleştiğine karar verilir.

        Benim kısa tarifim böyle.

        Ülkemizdeki mevduatın artık %55’i yabancı para cinsinden olmuşsa bunu bir veri kabul etmek gerekir. Üstelik, evvelce bu oran sadece %20’ler civarındaysa…

        Vatandaş milli parasının ve onun sunduğu fırsatların getirisi ile dış paranın gücünü mukayese ediyor ve ilkinden vaz geçiyor demektir.

        İkinci gösterge ise memleketteki kredilerin durumu. Bilançonun pasif tarafı yani.

        Borçlanmada da tercihimiz döviz. Türkiye’de verilmiş olan ticari kredilerin yarısı döviz cinsinden.

        İşte bu göstergelere bakarak ‘dövizleştik’ diyebiliyoruz.

        *

        Ülkemizin kamu borcu düşüktür. Nereden bakarsanız bakın. %50’ye yakın kamu borcu / milli hasıla oranına sahip olan gelişmekte olan ülkeler içinde yeri müstesnadır. Üstelik bunu emtia bulmadan / çıkarmadan / satmadan sağlamışızdır.

        Bu borcun içindeki aslan payının %60’dan fazlası TL cinsindendi. Ne var ki son kur yükselişleri ve agresif yurt dışı borçlanma programı ile uzun süre sonra ilk defa Türkiye’nin kamu borcu içinde dövizin payı TL’yi geçti.

        Böylelikle döviz tevdiat hesapları, reel sektör borçlanması derken kamu da borçlanmasında dövizin payını artırarak dövizleşme trenine binmiş oluyor.

        Kamu borçlanması içinde dövizin payı %51’e yükselirken bu oran,

        • 2018’de %40
        • 2017’de %30
        • 2013’te %20 civarındaydı.

        1 trilyon 210 milyar TL karşılığı borcun 614 milyar TL’ye denk gelecek kısmı çoğunluğu sabit faizli olmak üzere döviz cinsinden borçlanılmış durumda.

        *

        Kabul etmek gerekir ki ülkemiz düşük kamu borcunu -üstelik petrol, bakır gibi yer altı kaynaklarına sahip olmadan- haiz bir ülkedir. Bu, ülkenin ödeme kapasitesinin yüksek olduğu yönünde önemli bir göstergedir. Diğer yandan, kamu borcunun içinde dövizin bu kadar yüksek pay aldığı son yıl 2003’tü.

        Türkiye’nin ödeme kapasitesinin yanında ödeme isteğinin de yüksek olduğunu ve tarihsel ödeme serimizin çok parlak olduğunu unutmamak gerekiyor.

        Ne var ki özel sektörün borcu, vatandaşın dövize güvenmesi ve kamunun da dövizden borçlanması artık kura olan hassasiyetimizi artıracaktır.

        Bu 3’lü içerisinde dengeleme faktörü olmasını beklediğimiz yurt içi döviz tasarruflarının özellikle son birkaç ayda azalmak şöyle dursun, artmayı sürdürmesi kaşlarımızı kaldırıyor. 3’lü sac ayağının iki tarafından döviz yükümlülüğü biriktirmiş bir bilançonun en basit tabiri ile ya dövizdeki değerlenmeyi karşılayacak kadar getiri artışı sağlaması ya da bu oranda döviz getirisi olmasını / finansal pozisyonu olmasını bekleriz.

        Hem kamu hem de özel sektörün yüksek döviz borçlusu olduğu yerde dövizin yükselmesi istenen bir durum değil. Bundan sonra yapılması gereken dövizdeki ölçüsüz ve süreğen yükselişin artık enflasyonun altında kalmasını sağlamaktır.

        Diğer Yazılar