Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye ekonomisinde çok net eğilimler var son yıllarda.

        2013 yılından bu yana sermaye çıkışları yaşıyoruz.

        Amerikan Merkez Bankasının ilan ettiği parasal gevşemenin sonlandırılması açıklaması ile tüm dünyada işler terse döndü. Türkiye’de de toplumsal ve siyasal hareketlilik 2013 itibarıyla arttı.

        Hem küreselde hem yerelde balayı bitti.

        2016’daki darbe girişimi ile ekonomi yeni bir faza girdi. Birkaç yıl evvel edindiğimiz ‘yatırım yapılabilir’ ülke notu ‘eşik değerin altına’ düştü. Güçlü TL politikası hem zorunlu hem de gönüllü olarak terk edildi.

        Yabancı yatırımcıların ülkemizde tuttukları portföy büyüklüğü son 7 yılda böylelikle üçte birine indi. Kabaca 70 milyar dolar diyelim.

        Bu arada Türkiye ABD’nin Dolar ile şantajına uğradı. Papaz konusu ve Halkbank davası ile tehdit edildi.

        Bu işin politik tarafı.

        Ekonomik tarafında ise büyümenin değişen niteliği geliyor. 2010’dan sonra her büyüme dönemi geniş cari açık ve yüksek enflasyonla birlikte geldi. Her seferinde büyümenin faturası kur krizi olmaya başladı.

        Memleketin dış ilişkileri de global gezen paranın kaynağı Batı ile iyice gerildi.

        REKLAM

        Bu tabloda dışarıdan gelen hemen her yabancı sermaye kısa vadeye gelmeye başladı. Uzun vadeli ‘hikaye’ yerini kısa vadeli ‘faiz’ oyununa bıraktı.

        Makro ekonomik volatilite / oynaklık da son 7 yılda devamlı yüksek olduğu için içerde kur spekülasyonu had safhaya ulaştı. Kurun değeri de tüm sert çalkantılar ile birlikte reel olarak rekor düşüğe indi!

        Bu yapıyı kırmak için kur ve faizi kontrol edebilecek bir sistem düşünüldü. Böylece hem yerli politikalarımızı kur üstünden atakla boşa düşürmeyecek hem de yeni bir ekonomik modelin finansman yapısını bina edecektik.

        Bu sistemin getirileri ve götürüleri var. Her şey bittiğinde kur oynaklığının daha az olduğu ve sermayenin uzun vadeli plasmanları finanse ettiği bir yapı düşünülüyor. Kısa vadede ise bu yapıyı satın almayanlar için TL’yi satmak gerekti. Rezervler bunları finanse etmek için kullanıldı.

        Covid sonrası tüm dünya yavaş. Ülkemiz ise yüksek şirket borçluluğu ve tüketilmiş bir ekonomik model sebebiyle yorgun. Çin gibi büyük sağlayıcıların ABD baskısı ile verecekleri açıkları değerlendirme peşinde. Zaten herkes ihracatı artırma kavgasında değil mi...

        Sonuç olarak ekonomi yavaş. Tüketim ve üretim de yavaş. Bu sebeple cari açık büyük bir endişe değil. Olmayacaktır da.

        Mevcut paranın önemli bölümü ülkeyi terk etti. Yukarıda değindim. Kur üstündeki baskı hafifleyecektir.

        Aktif Rasyosu ve kamu bankalarının yeni rolü sayesinde bütçenin finanse edilmesi de sorun olmaktan çıktı.

        ***

        Bu ortamda devamlı olarak borçların nasıl çevrilemeyeceği, bütçenin nasıl finanse edilemeyeceği, kurun nasıl patlayacağı konuşuluyor. Çözüm olarak da Batılı liberal, Batı ile uyumlu ve sermaye akımlarının tam serbest olduğu yapıya dönme reçeteleri konuşuluyor.

        Yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi artık konu bu değil. Yanlış sorular, yanlış cevaplar üretiyor. Buradaki yapı başka bir yere evriliyor. Bu yapı ile nasıl ekonomik çıktılar üretiriz, küresel rekabette nereye otururuz... Bunları konuşmak lazım. Yoksa ‘diğer yönteme’ ait çözümler konuşarak realite ve olması gereken arasındaki farkı büyütmeye devam ederiz ancak.

        Gerçeğimiz bu. Bunu ıskalamayalım.

        Diğer Yazılar