Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Masal okumayı bütün çocuklar sever. Ama emin olun bu kitaptakil masallar eri daha çok sevecekler. Üstelik anlatılanların hepsi gerçek. Denizlerin derinliğinden ormanların kuytusuna, savaş meydanlarından şaşaalı saraylara, hastanelerden gökyüzünün sonsuz maviliğine, dünyanın ve zamanın her köşesinden kendilerine dayatılan kurallara ve geleneklere isyan etme gücü bulan güçlü, güzel, yetenekli, akıllı, yürekli ve en önemlisi yaptıklarıyla tarihin akışını değiştiren 100 kadının hikâyesi...

        ÇOCUK

        8 Mart’tan sonra girl power’ı unutup hayata kaldığı yerden devam edenlerden olmadığım için, bu hafta tavsiye edeceğim kitap da bu konuda olacak... Hep Kitap etiketiyle yayınlanan “Asi Kızlara Uykudan Önce Masallar”, çocuk kitaplarındaki gizli ya da açık cinsiyet ayrımcılığından nefret eden Elena Favilli ile Francesca Cavallo’nun projesi. İkili bu özel proje için bütçeyi Kickstarter’da başlattıkları kampanyayla bulmuş hatta 24 saat içinde gelmiş geçmiş en yüksek bağışı elde ederek inanılmaz bir rekorun sahibi olmuşlar. Favilli ve Cavallo tasarımıyla, sunuluşuyla, içeriğiyle çok farklı kitapta bilim, sanat, moda, spor ve siyaset dünyasından 100 ünlü kadının çocukluk günlerini hikâyeleştirmiş. Ünlü yerine tarihin akışını ve insanlığın kaderini değiştiren demek daha doğru, çünkü aralarında çoktan unutulmuş olanlar da var. Kitap bu anlamda vefalı bir hatırlatıcı gibi... Yazdıkları masallara, Sally Nixon, Cristina Portolano, Sarah Wilkins, Barbara Dziadosz gibi dünyaca ünlü çizerler tarafından hazırlanmış olağanüstü illüstrasyonlar eşlik ediyor. Kitabı biraz da bu illüstrasyonların güzelliği yüzünden elimden bırakamadığımı söylemek isterim. Kitabın en tatlı yanıysa finalde, kendi hikâyenizi yazmanız için özel bir bölüm olması. Böylece belki ileride bu kitabı eline alan birisi, orada 100 değil 101 asi küçük kızın maceralarını okuyacak, kim bilir... Bu arada Favilli ve Cavallo ikilisinin anne ve babalardan bir ricası var; “Masallarımızı sadece kızlarınıza değil oğullarınıza da okuyun” diyorlar. Haklılar, bir değişim gerçekleşecekse bunun sadece tek bir tarafın çabası ve ısrarıyla olacağını hiçbirimiz düşünmüyoruz zaten, öyle değil mi? Bir sorum daha var; yayıncılara... Bu tür kitaplar niçin hep çeviri oluyor? Bu örnekten ilerlersek, bizim coğrafyanın olağanüstü kadınları için benzer bir proje niçin üretilmiyor? Bir okur olarak bunu sormak hakkım değil mi?

        19’UNCU YÜZYILDA BİR BİLGİSAYAR PROGRAMCISI ADA LOVELACE

        Bir zamanlar Ada adında, makineleri çok seven bir kız vardı. Büyük şair Lord Byron’un kızı olan Ada Lovelace uçmayı da seviyor; kanat boyları ile vücut ağırlıkları arasındaki dengeyi hesaplamak için kuşları inceliyordu. Bu uğurda çok çalıştı, kuşların kanatlarına bakarak yüzlerce uçak tasarımı yaptı, hiçbiri uçmadı bu mekanizmaların ama ortaya “Flyology” (uçuş bilimi) adlı nefis bir kitap çıktı. Ada büyüyünce matematikçi olmaya karar verdi, bir süre sonra da kendi gibi parlak bir matematikçi olan Charles Babbage’la tanıştı. Şimşekler bir anda çaktı ve aralarında bir çeşit aşk, değişik bir arkadaşlık, işbirliği ya da basitçe bilim tutkusu dedikleri şey oluştu. Charles, Ada’ya kendi icadı olan bir makineyi gösterdi. “Fark Motoru” adını verdiği bu makine, sayıları otomatik olarak toplayıp bölebiliyor, daha doğrusu basit aritmetik işlemlerini başarıyla yapabiliyordu. Ada adeta büyülendi ve Charles’ı güçlerini birleştirip daha karmaşık hesaplar yapabilen yeni bir makine yaratmaya ikna etti. En azından deneyeceklerdi. Heyecanla çalışmaya başladılar. Ortaya çıkan makine koskocamandı ve devasa bir buhar motoruyla işliyordu. Ada işi daha da ileri götürmeye kararlıydı. Şöyle dedi: “Bu kez öyle bir makine yapalım ki hem müzik çalabilsin hem de rakamların yanı sıra harfleri de gösterebilsin...”

        Bahsettiği şey aslında ilkel de olsa bir bilgisayardı, üstelik modern bilgisayarların icat edilmesine, adının konmasına henüz çok zaman vardı. Böylece Ada Lovelace, tarihin ilk bilgisayar programcısı oldu.

        17’NCİ YÜZYILDA BİR RESSAM ARTEMİSA GENTİLESCHİ

        1600’lü yıllarda yaşayan Artemisia’nın resme yeteneği büyüktü ama o çağda küçük kızların hatta yetişkin kadınların bile resim yapmasına, resim yapılan atölyelerin yanından geçmesine izin verilmiyordu. Yine de Artemisia şanslı sayılırdı, babası ressamdı ve yetenekli kızını küçük yaşlardan itibaren eğitmeye başlamıştı. İnsanlar hayret içinde kalıyordu bu güzel kızı görünce ve “Nasıl olur da sadece erkeklerin elinden gelen bir sanatta bu kadar iyi olabiliyor” diyorlardı. Derken babası, Artemisia’yı perspektifi, düz bir yüzeyde üç boyutlu nesneler oluşturmayı öğrensin diye ünlü ressam Agostino Tassi’nin atölyesine gönderdi. Bir süre sonra Tassi’nin tacizleri baş gösterdi. Çılgın arzusuna Artemisia’dan bir karşılık göremeyince de işler çığırından çıktı... Bunun üzerine genç kadın olanları ailesine anlatmakla kalmadı, kendisine tecavüz eden ünlü ressamı mahkemeye de verdi. Bu olayın önemini size şöyle anlatayım: Tecavüze uğrayan bir kadının saldırganını mahkemeye vermesi o devirde olmayacak bir şeydi, hiç kimse bu türden bir “lekeyi” hoş görmezdi. O yüzden de tecavüzün üstü hep örtülürdü. Genellikle güçlü ama incinmiş kadın karakterler çizen Artemisia Gentileschi, onu aşağılayan hatta uzak durmaya çalışan önyargılılara rağmen, Accademia di Arte del Disegno’ya kabul edilen ilk kadın ressam oldu. Bugün Caravaggio’dan sonraki ressamlar kuşağının en önemli temsilcisi sayılıyor.

        ASİ KÜÇÜK KIZLARIN RUH İKİZİNİ YARATAN YAZAR ASTRİD LİNDGREN

        Bir zamanlar kalabalık ailesiyle birlikte çiftlikte yaşayan bir kız vardı. Günlerini kız ve erkek kardeşleriyle kırlarda dolaşarak geçirir, bir yandan da çiftlik hayvanlarına bakardı. Yalnızca tavuklara, ördeklere değil, ineklere ve atlara da... Astrid adlı bu küçük kız isyankâr ruhlu, ayrıca güçlü ve cesurdu, ne yalnız kalmaktan ne de karanlıktan korkardı. Elinden her şey gelirdi; temizlik yapmak, yemek pişirmek, bisiklet tamir etmek, çatıların üzerinde yürümek, zorbalık edenlerle mücadele etmek, fantastik öyküler uydurmak... Hatırladınız mı? Pippi Uzunçorap adlı bir başka güçlü, cesur ve korkusuz kızın maceralarını okuduysanız, bu masaldaki Astrid’in kim olduğunu da bileceksiniz. “Pippi Uzunçorap” ilk yayımlandığında, yetişkinler tarafından pek de onaylanmadı. “Pippi çok başına buyruk. Çocuklar onu okuyunca söz dinlememenin iyi bir şey olduğunu düşünecek” dediler. Öte yandan, çocuklar başkalarını önemsemeyi ihmal etmeden bağımsız olmanın önemini gösteren Pippi’ye bayıldı. Bugün “Pippi Uzunçorap”, çocuk edebiyatının en sevilen kitaplarından biri. Astrid Lindgren’e gelince; daha bir sürü kitap yazdı ve hep güçlü çocukları anlattı. Bu yüzden, inanarak, severek yaptığınız şeyler yüzünden başınız derde girdiğinde, Uzunçorap’ın bir öyküsünü alın elinize. Her seferinde size yol gösterecek, hiç değilse yalnız olmadığınızı hissettirecek...

        RESİM YAPMAYI YATAĞINDA ÖĞRENEN KIZ FRİDA KAHLO

        Meksico City yakınlarındaki parlak mavi boyalı bir evde yaşayan Frida, küçükken geçirdiği bir hastalık yüzünden sakat kalmıştı. Bir bacağı aksıyordu ama bu durum onu diğer çocuklar gibi koşup oynamaktan, denizin, güneşin tadını çıkarmaktan alıkoymuyordu. 18 yaşındayken feci bir otobüs kazası geçirdi. Neredeyse ölüyordu. Kurtuldu ama aylarca yürüyemedi. İmdadına annesi yetişti. Kadın kızına özel bir resim sehpası yaptırdı, böylece Frida yatağa hapsolduğu o aylarda resim yapmayı öğrendi. Ve zamanla bu, hayatta en sevdiği şey oldu. Yeniden yürüyebildiğinde, yıldız ressam Diego Rivera’yı ziyarete gitti ve ona, “Resimlerime bir bakın ve işe yarayıp yaramayacağını söyleyin” dedi. O kısa konuşma sırasında Diego Frida’nın parlak, cesur ve güzel resimlerine, Frida ise Diego’ya âşık oldu. Evlendiler. Bu iriyarı adamla ufak tefek kadına, sanat dünyası “fil ile kumru” adını taktı. Frida hayatının büyük bir bölümünü çok sevdiği hayvanlarıyla geçirdi ve resimlerinde model olarak en çok onları kullandı. Van Gogh’la yarışacak kadar çok sayıda oto-portresi olduğunu da ekleyeyim. Bu resimlerde çoğunlukla tıpkı doğduğu evin duvarları gibi parlak mavi kıyafetler giyiyor, karşısında her kim varsa ona gözünü kırpmadan, cesaretle bakıyor.

        BU HAFTA NE OKUSAK?

        HAFTANIN ÖNERİSİ

        Küçük Feministin Kitabı Sassa Buregren Güldünya Yayınları

        Feminizme Devam Sassa Buregren Güldünya Yayınları

        Feminizm neden ortaya çıktı? Toplumsal cinsiyet eşitliği nedir ve neden bunun için mücadele etmek gerekiyor? Sassa Buregren büyük ilgi gören ilk kitabının ardından gelen bu ikinci ciltte, tarihsel bilgiler ve toplumsal verileri, gençlerle yaptığı söyleşilerle bir araya getiriyor.

        Diğer Yazılar