Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İkisi de sinemaya uyarlanan “Her Şey Aydınlandı”, “Aşırı Gürültülü” ve “İnanılmaz Yakın” gibi romanların yazarı Jonathan Safran Foer, bir defalığına edebiyatı unutarak yediklerimizle ilgili bir kitap yazdı. Oğlunun dünyaya gelmesiyle birlikte niçin vejetaryen olmaya karar verdiğini anlattığı Eating Animals (Hayvan Yemek) adlı kitapta özetle “Geleceğe miras olarak sadece sahip olduklarımızı değil, hikâyelerimizi de bırakacağız” diyor. Yediğimiz besinlerle anlattığımız hikâyeler arasında kuvvetli bağlar olduğuna inanan Foer, kendi çocuğuna temiz, iyi kalpli, vicdan azapsız ve hormonsuz hikâyeler bırakmak istiyor. Tam bir yıl boyunca Amerika’nın dört bir yanını gezip irili ufaklı birçok hayvan çiftliğini dolaşmasının, üreticilerle, hekimlerle, çevreci aktivistlerle konuşmasının, tabağa gelen yemeklerin hangi süreçlerden geçtiğini araştırmasının sebebi de bu zaten. “Günümüzde et yemek, 50 yıl öncesinden çok daha başka bir şey. BM raporları da söylediklerimi destekliyor. Şu anda hayvan üretim fabrikaları, dünyanın sağlığını tehdit eden birinci unsur. Ne yapmanız gerektiğini elbette söyleyemem ama sizi uyarabilirim: Yedikleriniz üzerine düşünmeyi ve ne yediğinizi sorgulamayı asla ihmal etmeyin” diyor Foer. Bakın başka neler söylüyor...

        İlk kez ne zaman et yediğinizi ve ne hissettiğinizi hatırlıyor musunuz?

        Yok canım, kimse hatırlamaz böyle bir şeyi. İlk yediğim ekmeği de hatırlamıyorum. Her gün, çeşitli sebeplerle ekmek ve et yiyerek büyüdüm, hepsi bu. Bu işte bir yanlışlık olduğunu fark ettiğim güne kadar benim için sorun değildi. Çocukların dünyaya bakışı basittir: Onlar için bir şey ya doğrudur ya yanlış, ikisi birden olamaz. Yani karmaşık akıl yürütmeler yetişkinlikte başlar. Eh, ben de çocukken bol bol et yedim. Bu bana gayet normal göründü. Derken bir gün, oğlumun doğumundan sonra, bazı bilgiler edindim ve bu konu benim için bir daha asla eskisi gibi sorunsuz bir alan olmadı.

        Şimdi vejetaryensiniz. Peki en son ne zaman et yediğinizi ve yerken ne hissettiğinizi sorsam...

        Onu da söyleyemem. Ara sıra istemeden de olsa yiyorum çünkü. Bilirsiniz, bir garson söylediklerimi yanlış anlıyor vesaire... Gerçi ortada din değiştirmek gibi kuralların ihlal edilemez olduğu bir durum yok. Fark etmeden et yemekte bir sorun görmüyorum. Sorun, bile bile et yemeyi seçmekte. Çevre kirliliği, hayvanlara eziyet edilmesi, küresel açlık krizi; sonuçta bu sorunlara da et yiyen kişiler sebep olmuyor.

        Yani siz niçin vejetaryen oldunuz?

        Bir kez değil, birkaç kez vejetaryen oldum. Karar vermek kolay, zor olan bunu sürdürmektir. Öncesiyle sonrası arasına kalın bir çizgi çeker, eti hayatınızdan bir anda çıkarırsanız işiniz zor. Bunun yerine yedikleriniz üzerine düşünmeye başlayın, alışkanlıklarınızdan ötürü kendinizi suçlayıp durmaktan vazgeçin ve tabağınızdaki et miktarını kademe kademe azaltın. “Mümkün olduğunca az et yiyen biriyim” demeyi tercih ediyorum.

        ‘İKİYÜZLÜLÜĞÜ KABULLENELİM’

        Bir dönem vejetaryendim, şimdi zorunlu sebeplerle yiyorum. Ama bundan hoşlanmıyorum ve her seferinde kendimi suçlu hissediyorum. Benim gibilere ne öneririsiniz?

        Bir çelişkiden bahsediyorsunuz. Ne olmuş yani? Hepimiz çelişkiler içinde yaşıyoruz. Etik kusursuzluğu hedeflemenin hiçbir mantıklı yönü yok; insanı eylemsizleştirmekten başka işe yaramaz. En iyisi hayatlarımızdaki zorunlu ikiyüzlülüğü kabullenerek “Henüz kusursuz bir şekilde uygulayamasam da bu meseleyi önemsiyor ve denemekten vazgeçmiyorum” demek. Denemek, başarısızlığı da göze almak demektir. Ama başarısızlık bizi yeniden, yeniden denemekten alıkoymamalı.

        Benim büyükbabam da küçük çaplı bir hayvan yetiştiricisi, üstelik de et yemeyi çok seven bir insandı. Fakat yetiştirdiği hayvanlara büyük bir sevgi ve saygı gösterdiğine sayısız kez şahit olmuştum. Bugün artık çiftlikler değil, büyük üretim fabrikaları var. Ne değişti?

        Çiftliklerin fabrikalara dönüşmesi çiftçilerin isteğiyle olmadı. Bu kararı veren büyük şirketlerdi. Bunun daha kazançlı olduğu düşünüldü. Kapalı fabrikalarda hayvan üretmek ve et elde etmek, kısa vadede kazançlı olsa bile uzun vadede aslında hiç öyle sayılmaz. Çevreye, insanlara ve hayvanlara verdikleri zarar bir yana, bu fabrikalar asıl olarak kendi çalışanlarına zarar veriyor. Herhalde bu yüzden, kitabımı en çok destekleyenler fabrika çalışanları ve çiftçiler oldu. Gerçek çiftçiler, yani küçük çiftliklerin sahipleri hayvanlara ve çevreye saygılıdırlar. Biz kapitalizmin kontrol edilemeyen bir türünden bahsediyoruz. Bir dükkândan bir şeyler çalmak para kazanmanın bir yolu olabilir ama kapitalist sistemin kuralları bunu yapamayacağınızı, aldığınız malların karşılığını ödemeniz gerektiğini söyler. Fabrikalarda olan da aslında buna benziyor: Bedelini ödemeden hayvanları öldürüyor ve çevresel bir kargaşaya yol açıyorlar. Geleneksel çiftçiler, hayatlarını aldıkları hayvanlara borçlu hisseder kendini. Ortada yazılı olmayan bir sözleşme vardır. Çiftçiler, hayvanların iyi beslenmelerini, rahat rahat gezinip otlayabilecekleri alanlara sahip olmalarını, sonunda öldürülecekleri güne kadar tabiatlarına uygun yaşamalarını sağlarlar. Fakat bugün büyük şirketler bu geleneksel sözleşmenin kurallarını hiç düşünmeden ihlal ediyor.

        Çiftlik üretimi etler daha pahalı ama siz aksini iddia ediyor, fabrika üretimi etlerin ucuz görünmekle birlikte aslında bize daha pahalıya patladığını söylüyorsunuz...

        BM’ye göre hayvan fabrikalarının yarattığı sorunlar, gezegenin tüm çevresel sorunlarının 3’te 1’ini oluşturuyor. Hava ve su kirliliğinin, biyolojik çeşitliliğin yok olmasının müsebbibi o fabrikalar. Bedelini ödeyen kim peki? Biz. Çocuklarımız. Torunlarımız. Hükümetlerin eskiden çiftliklere ödediği paralar bugün artık büyük hayvan fabrikalarına yöneltildi. Ama para havadan gelmiyor, bizim ödediğimiz vergilerden elde ediliyor. Yani kasaya gidip etikette yazan fiyatı ödediğimizde işimiz bitmiyor. Biliyorum; süpermarkete giderken cebinizde sadece 10 dolar varsa, bunları hatırlamanız güç olabilir. Ama ille de nitelikli ama pahalı etle ucuz ama zararlı et arasında tercih yapmak zorunda değilsiniz. Bir alternatifiniz var: Hiç et almayabilirsiniz. Bu her zaman için daha ucuz olacaktır.

        Hayvan Yemek’i okurken gene de umutlu olduğunuzu fark ettim...

        Anlattıklarım aslında küresel olarak saklanan bir sır gibi, insanlık gerçeğin ortaya çıkmasını istemediği için pisliği topluca halının altına süpürmeye karar vermiş durumda. Çünkü aslında genç-yaşlı, kadın-erkek, laikdindar hiçbirimiz hayvanlara acı çektirmeyi istemiyoruz. Bu, en temel insani değerlerimizden biri. Ama işte dayanıklılık değişkenlik gösteriyor; bazılarımızın daha yüksek, bazılarımızın daha düşük... Fakat haklısınız, gene de umutluyum. Önümüzdeki 10 yılda dünyanın yarısı vejetaryen olmayacak, o kesin. Fakat yediğimiz yemeklerin yarısının vejetaryen olacağı da bence kesin. Kitabım bunun peşinde; kendimize dünyayı değiştirme yolunda dokunaklı bir kimlik sorusu sormamızı istiyorum. Amerika’da üniversite öğrencilerinin yüzde 18’i vejetaryen. Yani periferide kalmış bir hareketten, marjinal üç beş çatlaktan bahsetmiyorum. Son derece hızla büyüyen bir toplumsal hareket söz konusu. O yüzde 18’in içinde geleceğin politikacıları, doktorları, yazarları ve popüler şahsiyetleri var. Dolayısıyla çok yakın bir gelecekte, tablo epeyce değişecek.

        Fabrikalarda neler oluyor?

        Jonathan Safran Foer’a göre devasa kapalı hayvan çiftliklerinde hayvanlara eziyet edildiği biliniyor. Ama söz konusu çiftliklerin bizim sağlığımızı da tehdit ettiklerini pek azımız biliyoruz. Son 10 yılda akciğer hastalıkları ve astımın hızlı bir şekilde artmasının, kökeni belli olmayan garip bakteri ve virüslerin üremesinin temel sebebi, bu tip çiftliklerde hayvanlar için kullanılan ve sonra atmosfere pervasızca püskürtülen kimyasal ilaçlar. Kitabı okurken bütün bunları öğrenecek ve tabağınıza ne konduğunu artık daha çok önemseyeceksiniz. Foer’ın da istediği bu.

        Belgeselini Natalie Portman çekiyor

        Foer’ın en büyük destekçilerinden biri ünlü aktris Natalie Portman. Kitabı okumadan önce de vejetaryenmiş. “Ama okuduktan sonra artık bir vegan aktivist olmaya karar verdim” diyor. Bu yüzden Hayvan Yemek adlı kitabı bir belgesel haline getirmeye karar vermiş. Belgesel önümüzdeki yıl gösterime girecek. Son bir not: Bu süreç sırasında hamile kalan Portman’ın vejetaryenliği zorunlu olarak bıraktığını, çocuğunun emzirme dönemi bittikten sonra da yeniden başlayacağını söylemekte fayda var.

        Diğer Yazılar