Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD ile yaşadığımız tartışmanın ortaya çıkardığı en önemli gerçeklerden birisi üretimin, sanayinin ve tasarrufun yeniden gündemimize girmiş olmasıdır. Ülke içine dönüp, ne kadar üretim yaptığımız, ne kadarını sattığımız ve buralardaki ithalat payının ne olduğunu sorgulamaya başlamamız bile önemli bir aşamadır, gelişmedir.

        Yıllardır, ‘ihracatta rekoru kırdık’ diyerek, ithalatın üstünü örtenleri eleştirmeme rağmen bir netice alamadığımdan, bugünkü tartışmaları ülkemiz adına yararlı buluyorum. Umarım artık ithalat ve ihracat rakamları aylık bazlarda, kalem kalem karşılıklı analiz edilerek, ders çıkarılma yoluna gidilir. İthalat ve ihracat rakamlarının farklı kurumlar tarafından ayrı ayrı açıklanıp, kargaşaya sebep olunmasının da önüne geçilir. Böylece iki tarafta da rekor kırılmasına rağmen işimize gelenle teselli olma yoluna gitmeyiz. İhracattaki ithal ürünlerin ağırlığını görerek, nasıl bir ticaret döngüsü içinde olduğumuzu idrak ederiz.

        Suni rekorlara değil, gerçek başarılara odaklanmalıyız. Ülkemizde yeterince başarı hikâyeleri de var, başarılı olmak isteyene yol haritası da. Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayinde yakaladığı başarı ve motivasyon diğer sektörlere de örnek olabilir. Olması da gerekir. Türkiye savunma sanayinde, insansız hava araçlarla (İHA) ufkumuzu açan Baykar Makine’nin başarı hikâyesini yakinen biliniyor, başladıkları yerden, bugün ulaştıkları değer biçilemeyen konumları da. Mesela Baykar Makine halka açılsa nasıl bir ilgi görür? Peki, dünyada bir elin parmaklarını geçmeyen ülkelerin sahip olduğu teknolojiyle milli ve özgün olarak geliştirilip, üretilen İHA’lara olan yurtdışı talepleri ne olabilir? Böyle bir ürünün sahibi olan ülkenin diğer sanayileri ürünleri ilgi ne olur? Dolayısıyla üzerimizden ölü toprağını atmanı zamanını geçirmeyelim.

        Türk Havacılık ve Uzay Sanayi’nin (TAI) Pakistan’a 30 adet satış sözleşmesi yaptığı platform ürünü ATAK helikopterleri ve benzerlerinin ülkemize en az 30 yıl süreyle sağlayacağı katma değerin dikkate alınması lazım. Özdemir Bayraktar ve oğulları; Baykar Genel Müdürü Haluk Bayraktar ve Teknik Müdür Selçuk Bayraktar’ın yıllar sürene emek ve mücadelelerinin ürün olan Bayraktar İHA’larda, TAI’nin ATAK helikopteri de bundan 5 yıl önce yoktu. Ama artık en hassas sektörde dünya arenasına Türkiye böylesine nitelikli ürünler çıkarabiliyorsa, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın vizyon ve çalışkanlığıyla çeşitli sektörlerde benzer gelişmeleri neden yaşamayalım?

        Bakan Varank’ın 2 gün önce sanayicilere yönelik açıkladığı 1,2 milyar liralık destek programı cari açığın azaltılması başta olmak üzere yüksek katma değerli ürünlerin üretimine önemli katkı sağlayacağına inanıyorum. Çünkü bu adım ömrü sınırlı inşaat sektörünü değil, yıllar sâri katma değerli üretimi, sanayiyi hedefliyor.

        Fakat yeni dönemde eski alışkanlıklarımızı da terk etmemiz lazım.

        Mesela Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) 2015’te “İhracatın Şampiyonları”ödül töreni düzenlemişti. Reza Zarrab’ın da ödül aldığı malum tören. Türkiye 2014’te 157 milyar dolar ihracat gerçekleştirmiş ve başarılı olanlar ödül verilmişti, ama aynı yılki ithalatımız 242 milyar dolar olmuştu.

        Fakat Türkiye İthalatçılar Meclisi (TİM-2 )diye bir kurum olmadığı için ithalatçılar için ödül töreni de düzenlememişti. Böyle bir tören düzenlenseydi muhtemelen “İthalatın Şampiyonları” olarak aynı kişiler ödül almak üzere sahnede olurdu. Çünkü ihraç ettiğimiz ürünlerin takriben %60 ithalat kökenli. Bir nevi kötü bir tüccarlık yapıyoruz. Çünkü ihraç kaydıyla ithal edilen ürünlerin bir kısmını da farklı formül ve cambazlıklarla iç piyasaya sokup, üretimi, çeşitli sektörleri ve sanayiyi de öldürdük, öldürüyoruz.

        Dolayısıyla eski rekor kırma alışkanlıklarımızı terk etmeliyiz. İhracat teşviki için ithalatın önünü açacak yasal düzenlemeler ortadan kaldırılmalıyız. Gerçek başarıları ödüllendirmeliyiz.

        * * *

        LİYAKAT VE ETİKET…

        Araya ekonomideki çalkantılı günler girmeseydi bugün tartıştığımız konulardan birisi liyakat olacaktı. Çünkü zaten tartışıyorduk ve şimdi ara vermiş olduk. Çünkü medyada, önüne mikrofon uzatılan akademisyenler, uzmanlar, gazeteciler ve elinde kalem olanlar, epeydir hükümete liyakat konusunda ayar vermeye çalışıyorlardı. Hâlbuki bu hastalık hükümetin değil, ülkenin meselesiydi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ndeki ilk kabinenin oluşumunda, kendi sektörlerinde başarılı olan isimlerin bakan koltuğuna oturmasıyla liyakat tartışmaları hararetini epeyce düşürdü. Fakat ülkemiz bu hastalıktan kolay kurtulacak gibi değil.

        İstişare, işi bilenlerle yapılması durumunda ortaya sağlıklı neticeler çıktığı gerçeğinde olduğu gibi kamuda ve özel sektörde başarının sırrı da tecrübe ve birikimdir. Çalıştığı ortamda neler olduğuna, sorumluluk üstlenenlerin ne derece başarılara imza attığına veya atabileceğine bakmayanların eleştirilerinde haklılık payları olmadığı gibi söz söyleme hakları olmaması gerekir. Ama mühür onlarda. Böyle bir ortamda imkân ve fırsatını bulanlar da donanımına bakmadan eğer elinde uygun bir de etiket varsa daha yukarıları hedefleyebiliyor.

        Son zamanların en popüler uygulaması ise cafcaflı etiketlerin, liyakat diye sunulması. Etiketlerle bir yere gelinebilir, ama gelecek, başarı, verimlilik ve devamlılık için başka şeylerinde gerekli olduğunun farkına varıldığında, kurumların kapısına kilit vurulmuş oluyor.

        Etiketlerle değişim, dönüşüm ve gelişimin olmadığının test edildiği günlerdeyiz. Tecrübenin, birikimin, başarının, senyoritenin ve tabii ki kariyer planlarının dikkate alınmaması sonrasında başarısızlıklar geliyor, gelecektir. Peki, bu tarz davranışları neden, kimler sergiliyor? Başarılı olmak mı istenmiyor? Başarılı olanların başarısı mı korkutuyor? Bilgi ve tecrübe ürkütücü mü oluyor? Asıl cevap aranması gereken sorular bunlar…

        Diğer Yazılar