Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’nin ekonomik büyüklüğüne paralel olarak teknolojide atılım yapabilmesi için eğitime, araştırmaya önem vermesi elzem. Ancak hepsinden daha önemli hususun doğru bir modelin yol haritası olarak belirlenmesi olduğu gerçeği atlanmamalı. Şimdiye kadar planlı ve prensipli bir model olmadığından ciddi anlamda kaynak israfları yaşandı.

        Milli ve özgün olarak tanıtılan ürünlerin birçoğunun yurtdışından ithal malzemenin tedarikiyle mamule dönüşenler olarak karşımıza çıkması gibi çok tuhaf bir gerçek var. Benzer durum savunma sanayinde de söz konusu. Ayrıca kurumlar arası kesilen faturalarla ithal ürünlerin yerlileştirilmesi gibi tablolar olduğu gibi faturalar üzerinden hesaplar yapılarak, abartılı yerlilik ve millilik oranları da açıklanabiliyor.

        Mesela sağlıkta dışa bağımlılık tahminlerden öteye çok yüksek, ama uzun bir süredir vatandaşın, doktora, ilaca, hastaneye rahat ulaşımı söyleminde ikici aşamaya geçemedik. Sağlık Bakanı Recep Akdağ döneminde, yukarıda saydığım 3 hususta devrim niteliğinde gelişmeler oldu. Ancak aynı dönemde direkt vatandaşla ilgisi olmayan, fakat uzun vadede devlete ciddi maddi külfetler getiren sağlığın endüstriyel tarafında benzer atılımlar yapılamadı.

        Bu sebeple son günlerde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın sık sık vurgu yaptığı üzere; “İlaçta yüzde 54, cihazda yüzde 84, aşı da neredeyse yüzde 100 dışa bağımlılık” söz konusu. Bunun ülke ekonomisine yıllık yükü yaklaşık 12 milyar dolar. Bu rakamın %5’ine yakın bir miktar, bu ürünlerin yerli imkânlarla üretilmesi için harcanmış olsaydı, şu an sağlıkta ihraç kalemleri arasında belli bir mesafe bile yakalanmış olabilirdi.

        Sağlık Bakanı Koca, önümüzdeki 5 yıllık süreçte, ithal ürünlerin yarıya yakınını yerlileştirilmek gibi bir hedefi olduğunu söylüyor. Ancak bakanın hedefine ulaşmasında da konu dönüp, dolaşıp model mevzusuna takılıyor. Basit bir örneği savunma sanayinden verebilirim. Bayraktar İnsansız Hava Araçları (İHA) ile Baykar Makine, Türkiye’nin son yıllardaki en ciddi, hatta tahayyül dünyamızı genişleten başarısına imza attı. Bunun gibi yeni başarı hikâyelerine ihtiyacımız var, fakat doğru bir model olmadığından devletin içindeki bazı mihraklar halen daha bu tarz başarıların önünde engel teşkil ediyor. Bakan Koca’nın bu hususu dikkate alarak, sadece ithalat lobisi değil, devletteki uzantılarıyla uğraşması gerekeceğini de bilmesi gerektiğini hatırlatmış olayım.

        Kendi şirketlerimiz, kendi tasarımlarıyla teknoloji geliştirmeye soyunmadıktan sonra ‘teknoloji transferi’ bahanesiyle yabancı şirketlerin ülkemizde üretim yapmalarını destekleyerek ilerlemek, milli teknoloji geliştirmek zor değil, zaman kaybıyla birlikte imkansız gibi bir şey. Bakan Koca’ya bir hususta sonuna kadar katılıyorum. Belli alanlarda kendini ispat etmiş yerli şirketlere, ihtiyaç tanımı yapılarak, alım garantisiyle kendi şirketlerimizin teknoloji geliştirmesi sağlanabilir. Mesela Aselsan veya özel sektördeki başka şirketlerimiz MR veya tomografi cihazları yapabilir. Böylece başta ‘Şehir Hastaneleri’ olmak üzere diğer sağlık kuruluşları ithal ürünlerle teçhiz edilme zorunluluğundan kurtulur.

        Bu konuda rol model olabilecek bir örnek. Raylı sistem tasarlayıp, üreten dünyadaki 7’nci ülkeden birisi olmamızı sağlayan Bursa merkezli Durmazlar Holding’in başarısında Bursa Belediyesi’nin alım garantisi yaklaşımı olduğu notunu düşeyim. ‘Siz yapın, başarın, biz alıp kullanacağız’ sihirli cümlesiyle Durmazlar'ın ürettiği ilk tramvay İpekböceği adıyla 2013 yılındaBursa’da hizmete girdi. 2015 yılındaBursa Büyükşehir Belediyesi’nin açmış olduğu ihale sonrasında 60 adet Hafif Raylı Sistem (HRS) ve 12 Adet çift yönlü tramvay projeleri, diğer şehirler ve yurtdışına ihracat gerçekleşti. Ulaştırma Bakanlığı’nın da nazar-ı dikkatlerine bir kez daha sunmakta fayda var.

        Özetle; Milli, özgün ve yerli teknoloji için sadece bir iki bakanlığın değil, tüm ülkenin kamu, yarı kamu, vakıf ve hassaten özel sektöre eşit mesafede duracak, fırsat eşitliğiyle başarıya odaklanacak doğru modellere ihtiyacımız.

        Sabotaja uğrayan milli rüzgâr türbiniiçin düzeltme…

        Ülkemizin milli, özgün ve yerli teknoloji yolculuğunda yaşadığı sorunlara örnek teşkil etmesi bakımından önemli hususlar içeren “Türkiye’nin ilk rüzgâr türbinine sabotaj!” başlığı altında kaleme aldığım yazımda konunun özüne halel getirmeyen, ama düzeltmem gereken detaylar var. Yanlışlık bana aittir. Özür dilerim. Aşağıda doğru bilgileri aktarıp, düzeltiyorum.

        İstanbul'daİSKİ'nin güvenli sahasında, nizamiyesi olanTerkos Gölüiçinde kurulu bulunanTUSAŞ Motor Sanayi AŞ'nin (TEI) geliştirdiği rüzgâr türbinine faili meçhul bir sabotaj girişimi oldu. Birileri güvenli sahaya tarlalardan geçmiş, asma kilidi kırmış, yukarı çıkmış, mekanik sistemi kilitlemiş ve türbinin kabloları kesmiş!”notunu düşmüştüm. Ancak proje TEI Genel Müdürü ve Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Mahmut Akşit başkanlığında TÜBİTAK desteğiyle geliştirilmesine rağmen sehven TEI’nin olarak kaydetmişim. Yani rüzgâr türbini TEI değil, TEI Genel Müdürü’nün başında olduğu TÜBİTAK’ın.

        İkinci husus ise rüzgâr türbinin gücüyle ilgili teknik bir detay. Sabotaja uğrayan türbinin gücü 500 vatdeğil, 500 kilovatveya 0,5 MW(megavat). Başarılı olan ilk türbinden sonra endüstriyel türbinler ise 2,5-3 megavatolarak geliştirilecek. Tabi devletimizin ilgili kurumları, bu tarz sabotajları ciddi olarak masaya yatırıp, jandarmaya da suç duyurusunda bulunulan hadiseyi çok yönlü olarak aydınlatabilirse milli teknolojilerin önü açılabilir.

        Diğer Yazılar