Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geleneksel hale gelen her yıl “Gıdada taklit ve tağşiş yapan şirketler” listesini açıklamak artık bir işe yaramıyor. Bilakis tüketiciye, düzgün çalışan firmalara ve sektörlere zarar veriyor. Ayrıca bu listelerin çok özenle, dikkatle hazırlanmadığını da daha önceki yıllar örneklerle yazmıştım. Bakanlıktan karşı bir cevap veya açıklama da gelmemişti.

        İfşa işi de, neye yaradığı da meçhul. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bu eylemini ve ilgili yasal düzenlemeyi gözden geçirmesi gerekir. Halen daha faydası olmayan ifşada ısrar ediliyor olması tuhaf. Galiba medyada bu haberlerin yer alması, bakanlığın isminin geçmesi hoşa gidiyor.

        Halbuki taklit, tağşiş yapan ve “şirket” diye adı ifşa edilenlerin zaten marka algısı da, etiket, isim, şirket olma kaygısı da yok. Tağşiş edilen ürünlere ilgi gösterenlerin, satın alanların büyük çoğunluğunun da bakanlığın listesinden haberi bile olmuyor. Sahtekarlık yapanlar da isim değiştirip aynı ticari alanlarında yoluna devam ediyor. Bizler de bu listeyle sadece eğlenmiş oluyoruz. Kaşara nasıl patates konuyormuş, at etini dana diye nasıl satmışlar, zeytinyağına hangi yağlar karıştırılabiliyormuş, balda sahtekarlığın da en yeni sahtekarlık modellerini okuyup gülüyoruz, ağlanacak halimize.

        Son olarak Tarım Bakanlığı, taklit veya tağşiş yapıldığı kesinleşen, aralarında et ve et ürünleri, enerji içecekleri, süt ve süt ürünleri, bitkisel yağ ve baharatların yer aldığı 45 firmaya ait 55 parti ürünü kamuoyuna açıkladı. Ne oldu? Yine eğlenmeye başladık. Hangi marka veya şirket akılda kaldı? Neyin değişmesi bekleniyor? Yıllardır açıklanıyor, ne değişti? Tağşiş yapan şirket sayısının bile zaman zaman arttığı oldu.

        Peki bu 55, çoğunluğu küçük firmanın dışında kalan ve listede adı geçmeyen büyük firmaların yaptığı aldatmacalar ne olacak? Üstelik Tarım Bakanlığı’nın mevzuatlarının eksikliğini fırsat bilip toplumun gıdasıyla oynayan büyük firmaları kim ifşa edecek? Tarım Bakanlığı ifşaya ayırdığı enerjisini yasal düzenlemelere, mevzuat ve tebliğlere neden ayırmıyor?

        Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli,Türkiye’de gıdada en fazla sahtekarlık, taklit ve tağşişin balda yapıldığını, bu sebeple 2020'de“Bal Çalıştayı”düzenleyeceklerini açıklamıştı. Henüz bir gelişme olmadı. Balı pastörizasyonve filtrasyon süreçlerinden geçirerek besin değerini yok eden, market raflarına şıkır şıkır cam kavanozlarını dizen büyük şirketlerin durumu ne olacak? Balla ilgili olarak sektöre yön verecek doğru düzgün düzenleme, tebliğ dahi yok. Aslı sorun daha büyük! Küçüklerin tağşişi ifşa edildi, büyüklerin bu durumu ne olacak?

        Aralık ayında balla ilgili doğru ve düzgün resmi bir tebliğ, yönetmelik, yasal düzenlemeler yoksa birinci sebebinin arıcılara nefes aldırmayan, parayla her şeyi domine eden büyük şirketler olduğunu kaydetmiştim. Bakanlığı yakından ilgilendirenbu tablo bakalım nasıl değişecek?

        Not: Bugün Resmi Gazete’de Bal Tebliği yayınlandı. Arıcılar ve sektör için bunun bir devrim olduğunu söylemek mümkün. Büyük marketlerde şıkır şıkır duran ve hangi işlemden geçerek ambalajlandığı belli olmayan ballar artık bu şekilde satılamayacak. Bu konuyu da ayrıca değerlendireceğim.

        Yerli soluyabilecek miyiz?

        Şehir hastaneleri Türkiye’nin gündemine girdiğinden bu yana yerli teknolojiyle donatılması için çaba sarf edilmesigerektiğini defalarca yazdım. İnşaat sevdamıza bu bahaneyle bilim, teknoloji, akıl bulaşsın diye gündeme getirdim. Medyada benim gibi yazanları çok fazla dinleyen oluyor mu, bilmiyorum.

        Yerli teknoloji geliştirenlerin işlerinin ise bakanlıklar, bürokratlar, siyasiler, müteahhit kılıklı al/satçı işadamları yüzünden zor olduğunun farkındayım. Yerli solunum cihazına Selçuk Bayraktar sahip çıkmasaydı kesinlikle hastanelerimizde bu şekilde yer bulamayacağının da bilincindeyim.

        Bayraktar ailesi; başta baba Özdemir Bayraktar olmak üzere oğulları Haluk, Selçuk ve Ahmet Bayraktar yerli bir ürüne devletimizde nasıl ayak oyunları çekildiğini yaşayarak tecrübeettiklerinden, yerli teknoloji geliştirenlerin heyecanlarıkarşısında burukluk yaşıyorlar. Bu durumun şahidi de benim. Halen daha amatör ruhla ve o heyecanlaçalıştıkları için ‘Yerli Solunum Cihazı’na destek olmak zorunda hissettiler. İyi de yaptılar. İnşallah devletimizdeki yabancı ürün hayranlığı, yerli teknoloji düşmanlığı zihniyeti bu şekilde kırılır.

        Keşke, Şehir Hastaneleri planlanırken donanımlarının azami miktarda yerli teknolojilerle karşılanması için de azıcık beyin terletilmiş olsaydı. İnşaat, inşaat, inşaat... Bu işin bu şekilde gitmeyeceğine acaba koronavirüsün katkısı ne kadar oluyor, merak ediyorum.

        Metro, tünel, köprü ve demiryolu ihalelerine bakın hepsi inşaat odaklı kriterlerle yapılmış. Bu sebeple köprü yapabilecek birikimde, mühendislik kalibresi olan müteahhitlikfirmamız yok. Mühendislik, teknoloji, bilim olmayınca bu işleri Japonlar, G. Koreliler yapıyor. Demiryolu veya metro ihalelerinde de bilinçli olarak yerli teknolojiyle geliştirilenürünlere şans tanınmadı. Tatlı para, komisyon ithal üründe var. Raylı sistemde G. Koreli Hyundai Rotem, telekomünikasyonda Ericsson, Nokia ve Huawei, sağlık sektöründe bir sürü medikal marka neden çok seviliyor zannediyorsunuz!

        Teknolojinin, bilimin dini, imanı, ırkı yok. Geliştirenlere, bu uğurda kafa yoranlara da kesinlikle bu tarz kategorilerle bakılmamalı. Zaten Türkiye’de de şu an böyle bir ayrım yok. Komisyonu kim daha fazla veriyorsa, ürün oradan alınıyor. Para konuşuyor! Henüz o aşamaya gelmiş değiliz. Yerli teknolojinin önü açıldığı zaman karşımıza çıkacak tehlike, insanları, şirketleri kategorize etmek olacak. Halbuki ülke sevdası tüm kriterleri fazlasıyla karşılamaya yetiyor.

        Yerli solunum cihazını geliştiren, Arçelik, Aselsan ve Baykar işbirliğiyle seri üretimini yapıp, Başakşehir Şehir Hastanesi’nin açılışında Türkiye’nin gündemine sokan Biosys Biyomedikal gibi girişimlerin önünü açacak modelleri bulmalıyız. Şüphesiz koronavirüs sebebiyle şirketlerimizin ortaya koyduğu işbirliği modeli de çok önemli. Ama yerli teknolojiye ilgiyi daha kalıcı hale getirecek yöntemler şart.

        ABD petrolü koyacak yer bulamıyor!

        Petrol depolara konup, uzun süre saklanacak bir ürün değil. Devir daim olması gerekiyor. Yerin altında durduğu gibi depolarda durmuyor. Belli bir süre sonra kesilmeye başlıyor. Rafineler de tüketimi olmayan petrolü işlemek istemiyor. Ayrıca ABD gibi ülkelerde üretilen petrol bir yandan tüketilmedikten sonra bu miktarları depolama imkanı söz konusu bile değil. Durum böyle olunca petrolde gözler varil fiyatı eksi 37,5 doları gören ABD’ye çevrildi.

        Halbuki ABD Kasım 2019’da dünyanın bir numaralı petrol üreticisi koltuğuna oturunca Orta Doğu başta olmak üzere dünyadaki çeşitli petrol rezerv alanlarına eskisi kadar enerji harcamayacağı ifade ediliyordu. Yeni durumun dünyayı nasıl etkileyeceği merak konusuydu. Bir yıl sabredip neticeyi görmek gerektiğinin de altı çiziliyordu. Ama bir yıl geçmeden ilginç hadiseler yaşamaya başladık.

        Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), üretimde 1 Mayıs'tan itibaren günde 10 milyon varillik kesintide anlaşınca piyasalar birazcık nefes almış, petrol fiyatları azıcık yukarı doğru çıkmıştı. Ama dünyada petrol üreten sadece onlar değildi. ABD, Kanada, Çin, Brezilya, İngilteregibi ülkeler de petrol üretiyor. Artık tüketimin değil petrol üretiminin kontrolü sorunu var.

        ABD’deki durum sadece petrol üzerinde okunacak bir tablo değil. Brent veya Dubai petrolünün bizlere etkisiyle de kıyaslanmamalı. Tahmini zor bir ekonomik çıkmaz söz konusu.

        Diğer Yazılar