Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dünyada bu yıl atmosferdeki kirlilik ciddi alarm verdi. Ancak patlayan enerji krizi meselesi konuyu tekrar zora sokacak gibi görünüyor. Avrupa’da epeydir çalışmayan kömür kaynaklı santraller elektrik üretimi için devreye alındı. Böylece karbon salımı artmaya, atmosfer kirlenmeye, iklim krizi hararetini yükseltmeye ve dünya da ısınmaya devam edecek.

        Bu arada karbon emisyonu için çok sayıda kararlar ve gelecek hedefler de açıklanmaya devam ediyor. Fakat insanlık galiba iklim krizi eşliğinde birçok sorunu daha yoğun yaşayarak keskin kararlar almak zorunda kalacak. Bu sene düşen hububat mahsulü ve kahve üretimi bakalım ne tür konuların tartışmasını gündeme getirecek.

        Bir diğer konu ise çiftlik hayvanları sebebiyle metan gazının atmosferle buluşarak bu sürece katkı yapması. Gelişmiş ülkelerde çevre ve iklim bilimci aydınlar ciddi anlamda bu hususu inceliyor. Metan emisyonlarını azaltmak için de 2040 yılını referans alan çalışmalar var. Fakat bu hususta da atılmış kesin bir adım yok. Et ve süt üretici şirketler, bu alanda ticaret yapan ülkelerin net bir yol haritası da henüz yok. Sadece tartışma var. Kimse daha az et yeme, çiftlik hayvanlarının ürünlerini tüketme veya doğa dengesine bırakma gibi bir eylem planından bahsetmiyor.

        Avrupa Birliği’nde (AB) atmosfere etkileyen gaz (karbon ve metan gibi) salımını azaltmak için et ve süt tüketiminin de azaltılması için ülkelerin taahhüt altına girmesi gerektiği görüşü hâkim. Bu ürünlere az ulaşan ülke insanları olduğu gibi hızla tüketimi artıran gelişmiş ülkeler de var. Hedef elbette gelişmiş ülkeler ve kişi başı tüketimler olmalı, ama nasıl olacağı konusu karışık. AB’nin ilgili komisyonları, 2030 yılına kadar emisyonları en az yüzde 55 azaltma hedefini tutturmak için hayvancılık ve et tüketiminin kesinlikle azaltılması gerektiği görüşünde.

        REKLAM

        Çiftlik hayvanlarının iklim ayak izinde ineklerin payı ise 40’tan fazla. Besi ve süt sığırları kaynaklı metan emisyonu sık sık gündeme bu sebeple geliyor. Ama çiftlik hayvanları içinde geviş getiren keçi, koyun ve diğerleri bu küresel ısınma çerçevesinde gündemde. Zira başta inekler olmak üzere diğer çiftlik hayvanları, insan kaynaklı iklim emisyonlarının yaklaşık yüzde 14’ünü ürettiği düşünülüyor. Bu sebeple küresel ısınmayla mücadelede çiftlik hayvanlarının geğirme ve gübrelerinden gelen metan gazı önemli. Nasıl azaltılacağı hususu ise daha dikkate değer.

        Peki durum böyleyken ülkeler hayvancılıkla ilgili emisyonlarını veya et ile süt ürünleri tüketimini azaltma yönünde neden ağırdan alıyor?

        Yeni Zelanda, hayvancılık kaynaklı sera gazlarını azaltmak için yasa çıkarmış durumda. İnek sayılarının azaltılıp, belli sayıda tutulması için araştırmalar yapılıyor. İskoçya çiftçilik kaynaklı emisyonları azaltmak için 2032 yılına kadar, 2018 seviyelerinin yüzde 9 altına düşürmeyi hedefliyor. Ama nasıl yapacağı henüz belli değil. Danimarka, 1990 seviyelerinin yüzde 55 oranının altına inmek için hedef koymuş, ancak hayvancılıkla ilgili somut bir planı henüz yok.

        ABD’de Kaliforniya Eyaleti hayvancılık kaynaklı emisyonları 2030 yılına kadar, 2013 seviyelerinin yüzde 40 altına düşürme niyetini açıklamış, fakat bunun için hiçbir yol haritası yok. Benzer durumda olan başka gelişmiş ülkeler de var. Avrupa’da süt ürünleriyle önemli pazar hakimiyeti olan Hollanda ise hayvan sayısını yaklaşık üçte bir oranında azaltmak için radikal planlar önermiş durumda.

        Hedef koyan, plan yapan, proje geliştiren ülkeler var, lakin örnek vereceğimiz somut bir adım henüz yok. Türkiye ise henüz bu konuların uzağında. Et ve süt ürünlerini bu açıdan tartışacak konumda değiliz. Tarım ve Orman Bakanlığı mutlaka bu hususta çalışmalar yapıyordur. Büyük süt ürünleri üreticileri; besi hayvancılığı yapan ve et ürünleriyle pazarda hâkim olan şirketler de herhalde dünyadaki bu tartışmalardan haberdardır. Zamanında bu konulara ilgi gösterilirse ülkemiz adına kazanımlar sağlanılabilir.

        Mesela dünyanın en büyük et ürünleri ve yem bitkileri üreticilerinden Brezilya ve Arjantin, uzun süredir sera gazı emisyonlarını azaltmak için et tüketimini azaltmanın gerekli olduğu yönündeki BM tavsiyelerine karşı çıkıyorlar. Türkiye dahil birçok ülke halihazırda Güney Amerika’dan et ve yem ürünleri tedariki yapıyor. Önümüzdeki yıllar için bu açıdan Türkiye’nin hazırlanması gerekir.

        Rüzgârdan ithal teknoloji ile rekor elektrik üretimi!

        Rüzgârdan ithal teknoloji ile rekor elektrik üretimi!
        0:00 / 0:00

        Son yıllarda bardağın dolu tarafını görmeye fazla alıştık. Artık ilgili ilgisiz herkes övünebilmek için bardağın dibindeki damlalarla bizleri avutmaya çalışıyor. İthalatımız her zaman ihracattan fazla oluyor. Ama sürekli kırılan ihracat rekorlarını konuşuyoruz. İhraç ettiğimiz ürünlerdeki ithal ürün payının yüzde 70’lere yakın olduğunu da elbette görmemezlikten geliyoruz.

        Benzer durum enerji sektörü için de geçerli. Ama enerji sektöründe güneş santralleriyle Türkiye önemli bir başarı hikayesi yazmışken halen daha kötü bir rüzgâra kapılmış gidiyoruz. Türkiye’nin rüzgâr enerjisinden sağladığı elektrik önceki gün 174 bin 542 megavat saatle yılın en yüksek seviyesine ulaşmış. Rüzgârın toplam elektrik üretimindeki payı da yüzde 20.2 olmuş, rekor kırmışız. Artık anlık, günlük rekorlardan teselli bulmaya başladık.

        Türkiye Elektrik İletim AŞ (TEİAŞ) verilerine göre, 25 Ekim Pazartesi günü Türkiye’de toplamda 864 bin 141 megavat saat elektrik üretilmiş. Bu üretimin dağılımı şöyle olmuş;

        • 1) Doğalgaz santraller yüzde 32.6
        • 2) Rüzgâr Enerji Santralleri (RES) yüzde 20.2

        Böylece Türkiye’de rüzgâr enerjisinden üretilen elektrik 174 bin 542 megavat saat ile yılın en yüksek seviyesine ulaşmış. Yenilenebilir enerji kaynağından rekor elektrik üretim haberi elbette güzel. Ama bunu nasıl ürettin? Ne kadar ithal ürün kullanarak gerçekleştirdin? Astarı yüzünden pahalıya mal oldu mu, olmadı mı? Ülkenin bu alanda, bu kapasiteyle yerli ve milli teknoloji kazanması söz konusuydu, neden yapmadın? Enerji krizini kullanıp acilen RES yapmak için uğraşanlar kimin ekmeğine yağ sürdü? Türkiye Rüzgâr Enerjisi Birliği’nin (TÜREB) bu konuda her türlü bilgilendirmesine açık olduğum notunu da düşmüş olayım.

        Karadeniz’de bilinçsizce yapılan hidroelektrik santrallerinde olan benzer durum RES’lerde de yaşandı ve yaşanıyor. Doğaya, çevreye, verimli arazilere, özel mülkiyetlere ciddi zararlar verildi. Bu işin bir tarafı. Diğer tarafı ise RES’lerde yabancı ülkelerin ve şirketlerin gazıyla içeride hareket edip, yatırım için hükümete baskı yapılmasıdır. Böylece Türkiye’nin bu alanda teknoloji edinmesinin, milli ve yerli teknoloji kazanımının da önüne geçtiler. Şimdi de rekor haberleriyle üzerine sos dökülüyor. Ne ürettiğin kadar, nasıl ürettiğin de önemli değil mi?

        Gıdanın fiyatında, ambalajında, içeriğinde…

        Gıdanın fiyatında, ambalajında, içeriğinde…
        0:00 / 0:00

        Şu günlerde artan gıda fiyatları konuşuluyor, ama bu ülke gıda sahtekarlığı ile bu günlere geldi. Bu sebeple önlem alınacağına, çözüm üretileceğine ve bir standart konulacağına toplumun inancı yok. Yıllardır gıdada tağşiş meselesi var. Tarım ve Orman Bakanlığı da marifetmiş gibi gıdada tağşiş yapanları güya ifşa ediyor, açıklıyor. Netice değişiyor mu? Hayır. Doğru düzgün denetim yok, ceza yok, takip yok. Hatta bu ülkede tağşiş edilen gıdayı önce ifşa edip, sonra konuklarına ikram eden bakanlar oldu.

        Gıdalarda ağırlık standardı yok, üretici firmalar rastgele gramajlar belirliyor. Tüketicinin mukayese etme, hesap yapma imkânı bile olmuyor. Öyle ilginç gramaj ve paketleme tekniği uyguluyorlar ki, bir ay sonra aynı ürünün azalmış olduğunu bile tüketici hissetmiyor. Bir ürün 127 gram, 279 gram olarak ambalajlanırsa vatandaş bunun kg fiyatını nasıl hesaplayacak? Veya bir ay sonra aynı ürünün fiyatının ne olduğunu nerden hatırlayacak?

        İçerikte, gramajda ve etiketlemede bir standart olmadığı için tüketici sürekli aldatılıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve Sanayi Teknoloji Bakanlığı’nın diğer ilgili kurumları da maalesef bu sürece destek veriyor. Bu bakanlıklar şimdiye kadar topu birbirlerine atmayıp görevlerini yapsalardı bugün bu sorunları yaşıyor olmazdık. Bu sebeple kimseyi göreve çağırmaya gerek yok. Zaten bizim çağrımızla iş yapacaklarsa yapmasınlar daha iyi. Bu konuları yıllardır yazıyorum, toplu iğne başı kadar yol alındığını görmedim. Bilakis daha da kötüye gidiyor. Çünkü bakanlıkları denetleyen, kontrol eden yok.

        Ürünler zaten rakipleriyle kıyaslanamıyor. Çünkü gramaj farklı olunca, bir türlü hesap tutturulamıyor. Ayrıca etiketleme de tuhaf. Birinde “doğal”, diğerinde “hakiki” bir başkasında “el yapımı” ötekisinde “organik” ve sair gibi laf salatasıyla kafalar karıştırılıyor. “Koruyucu yok, katkı yok” etiketi kullananların yüzde 90’ı kelime oyunu yapıyor. Çünkü etiketin küçük harflerle yazılan detayına baktığınızda bir sürü katkı maddesi ve koruyucu sıralanmış oluyor. Koruyucu ve katkı maddesi oyunu da etiketlerde çok oynanıyor.

        Tüketici dernekleri kıyas hakkı için “Gramaj keyfiyetine son verilsin. Ambalajlara 50 gram, 100 gram, 250 gram, 500 gram, 1 kilogram ve katları şeklinde standart getirilsin” açıklamalarında haklılar. Ama kıyas hakkı gramajla bitmiyor. Etikette ve içerikte de bu hakkın devam etmesi lazım, ama asıl mesele şu; Bunu kim sağlayacak? Yanlış yapana kim müeyyide uygulayacak?

        Diğer Yazılar