Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMARTESİ akşamı İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin (İDOB) yıllar sonra yeniden sahneye koyduğu ‘Don Kişot Balesi’nin prömiyeri vardı. Hem oyuncular hem de izleyiciler ilk gösteri için heyecanlıydı ancak bu kadarını beklemiyordum.

        İnsanların abartısız, özenli bir şıklıkla doldurduğu Kadıköy Süreyya Operası’nda tek bir sandalye bile boş değildi. Yaş ortalaması genelde 30 ve üstü diyebilirim ama 10-20 yaş arası hatırı sayılır bir kalabalık da vardı içeride.

        HÂLÂ UMUT VAR

        Sanatçılar sahneye çıkar çıkmaz müthiş bir alkış koptu ve oyun bitene kadar da sürdü. Sadece alkış olsa iyi, ıslıklar ve “Bravo”larla dolu coşkuyu kelimelere dökmem mümkün değil.

        Bir pop konserinde nasıl çığlıklar atılıyorsa, zor ve estetik hareketlerde (baş balerinin 10 kezden fazla kendi etrafında dönmesi yani pürvet atması gibi) aynı yaşandı. Belli ki ilk gösteride sanatçıları da motive etmek istedi izleyici.

        Gösteri bittiğinde izlediklerimden ve ortamdan büyülenmiş gibiydim. Sanatın bu kadar yavanlaştığı, heykellerin bile cinsel obje olarak görüldüğü şu ortamda içime bir mutluluk doğdu. Yanımdaki arkadaşımın kulağına eğildim ve “Hâlâ umut var” dedim.

        “Ne kötülükler ne de iyilikler, daimi olamaz; kötülük uzun sürdüğüne göre de, iyilik yakında demektir.” Don Kişot/ Cervantes

        SAHNEDE 55 KİŞİ

        İDOB’UN, Cervantes’in aynı ismi taşıyan romanından seçilmiş bazı bölümlerden esinlenerek sahneye taşıdığı ‘Don Kişot’ 2 perde. 55 kişilik dansçı kadrosuyla, Ayşem Sunal Savaşkurt’un sahneye koyduğu, Roberto Gianola’nın orkestra efliğini yaptığı yaptığı eserin büyüleyici dekorunu İsmail Dede hazırlamış. İnsana bir rüyada olduğu izlenimini veren kostümler Gizem Betil’e, CK Enerji’nin sponsor olduğu ışık tasarımıysa Önder Arık’a ait. Don Kişot, bugün ve 3, 14, 16, 20, 22, 23 Mart’ta Kadıköy Süreyya Opera Sahnesi’nde, 18 Nisan’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde sahnelenecek.

        ALKIŞIN YERİ VE ZAMANI SORUNU

        GÖSTERİLERDE ya da dinletilerde alkışın yeri ve zamanı yüzyıllardan beri tartışılıyor. Klasik müzikçiler çoğunlukla, konçertolar arasında alkışa pek sıcak bakmaz. Ancak eser tamamlandığında alkışlanmasını beklerler. Çünkü konsantrasyonları bozulur. Yıllar önce Şef Gürer Aykal, Vivaldi ‘4 Mevsim’i çalarken sık sık alkışlarla kesilmesinden rahatsız olmuş, izleyicilere dönerek “Bu parçanın her bölümü bir mevsimi, mevsimlerin bölümleri de ayları anlatır. Üç mevsimi bitirdik. Kışın da ilk ayını çaldık. İki ay daha sabredin, sonra hepsini birden alkışlarsınız” demişti.

        O DA YERSİZ ALKIŞA KARŞIYDI

        2001 yılında, Türkiye’ye gelen ve ‘Fındıkkıran’ı sahneleyen Rus Devlet Akademisi Opera ve Bale Tiyatrosu’nun baş baleti Vadim Pisarev ile röportaj yapmıştım. Pisarev en soğuk bale izleyicisinin Hollanda’da olduğunu söylemiş ve eklemişti: “Bence en şaşırtıcı seyirci burada. En basit figürde bile aldığım büyük alkışı hiç unutmayacağım.” Ancak bunu kinayeyle söylemişti, yersiz alkışa karşıydı.

        MOZART’TAN WAGNER’A DEĞİŞİM

        Bundan 200 yıl önce beğeni alkışla ifade edilirmiş. Mozart’ı sahnede izleyenler beğendikleri her yerde alkışlamak özgürlüğüne sahipmiş. Mozart’tan 100 yıl sonra, Wagner döneminde bu kural değişmiş. Dinleyicinin ancak eser sonlarında alkışlaması kabul görmeye başlamış. Bugün hâlâ bir muamma. Bana kalırsa alkış kıymetli. Gösteriyi ya da dinletiyi sabote etmediği sürece sanatçının da motivasyonunu artıran bir faktör.

        Diğer Yazılar