Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sabaha karşı uyanıp Oscar ödül törenini izlemek için saatini 03.45’e kurduğum telefonu susturmaya çalışırken uyku göz kapaklarıma oturmuş benimle dalga geçiyordu: “Yıllardır bu tören için uykusuz kaldığından dolayı Akademi sana da ‘Oscar Gecesi En İyi Uykusuz Kalan Şapşal’ ödülü vermeli...”

        Uykuyu ellerimle ovuşturup göz kapaklarımdan kovalarken bir yandan da ona hak vermiyor değildim doğrusu...

        Özellikle son yıllarda bütün ışıltısına rağmen eski ‘görkeminde’ olmayan Oscar’lar bence bu yıl ayrıca sıkıcıydı.

        Son yıllarda töreni yayınlayan kanalın, halkın izlemek için sinema salonlarına koştuğu filmlerle Oscar’a aday olan filmlerin alakasının olmaması nedeniyle ‘reyting’ krizi yaşadığı zaten yazılıp çizilen bir şey...

        20 yıl önce Oscar’ı alan Titanic (ABD’de) 600 milyon dolar, ondan önce Forrest Gump (bugünün parasıyla) 527 milyon dolar hasılat yaparken geçen yılın ‘En İyi Film’i Moonlight’ın sadece 28 milyon dolar kazanması ‘reyting’cilerin sıkıntısını açıkça ortaya koyuyor. Hem Oscar alıp hem de ‘yılın en çok hasılat’ını yapan son filmin 15 yıl öncesinden Yüzüklerin Efendisi-Kralın Dönüşü olduğunu da not düşeyim...

        Geçen yıl 32.9 milyon kişiyle 2008’den beri en az ‘reyting’i alan, 30 saniyelik reklam için 2.6 milyon dolarla Super Bowl’un yarısını kazanan Oscar’lar için geveze uykumun haklı çıkması beni uykusuzluktan daha çok kızdırdı!

        INCLUSION RIDER!

        Bu yıl filmlerden çok cinsel taciz, Harvey Weinstein, ‘MeToo’ hareketi, kadın-erkek eşitliği, göçmen sorunu, ırkçılık gibi bir dolu ‘toplumsal’ mesaj ödüllere damga vurdu.

        Anlayacağınız Oscar ‘çeşitliliğe’ gitti...

        Trump’ın sınırına duvar örmeye çalıştığı Meksika’dan Guillerma del Toro hem en iyi film, hem en iyi yönetmen ödüllerini aldı. Tam da Trump’ın yemin edip Beyaz Saray’a kurulduğu günlerde vizyona giren ‘ırk ayrımcılığı üzerine bir gerilim’ hikâyesi olan Get Out, En İyi Özgün Senaryo’, ‘eşcinsel bir ilk aşk öyküsü’nü anlatan Call Me By Your Name ‘En İyi Uyarlama Senaryo’ ödülünü kaptı...

        Frances McDormand En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldıktan sonra yaptığı konuşmada salondaki tüm kadınları ayağa kaldırıp iki kelimeyle bu çeşitliliği ve ‘farklılıkları’ ‘kucaklama’ya dikkat çekti: “Inclusion rider!”

        Bu tanım Güney California Üniversitesi’nde film ve televizyonda cinsiyet eşitliğini araştıran Dr. Stacy Smith’e aitmiş... Smith, Hollywood’un kalbur üstü oyuncularının sözleşmelerinde filmlerde ‘yeterince’ temsil edilmeyen kadınlar, göçmenler, LGBTI bireylerle ilgili ‘pozitif ayrımcılık’ yapılmasına dair ek maddeler koymalarını teklif ediyor. 2016’da bir TED konuşmasında bundan bahseten Dr. Smith, hareketi birkaç hafta önce öğrenen McDormand’ın konuya destek çıkmasının ardından ilginin daha da arttığını belirtiyor: “Bir oyuncu sözleşmesine örneğin, film ekibinin ‘yüzde 50’si kadın, yüzde 30’u azınlık, yüzde 20’si engelli ve yüzde 5’i LGBTİ birey olacak’ yazdırabilir...” ‘Perdedeki dünya ile yaşadığımız dünya aynı’ fikrinden yola çıkan Smith, “Görüşme, işe alma aşamasında da önyargıları kırabiliriz... Eğer ünlü oyuncular buna destek verirse ‘çeşitlilik’ daha da artacaktır” diyor.

        KETILIN DÜĞMESİ!

        Yönetmen Guillermo del Toro, en iyi filmin adının yazdığı zarfı ikinci kez kontrol ettikten sonra “Bir yanlışlık yok” diyerek son ümitlerimi de sulara gömüp benim pek sevmediğim The Shape of Water’ın zaferini kesin bir şekilde ilan ederken uzandığım yerden kalktım... Bileğinin hakkıyla ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü alan Gary Oldman’ın konuşmasının sonunda “Ketıl’ın düğmesine bas, eve Oscar getiriyorum...” diye annesine yaptığı çağrıyı üstüme alınıp mutfağa gittim... Uyku bir kenarda kıs kıs bana gülerken ‘ketıl’ı Oscar heykelciği gibi kavrayıp düğmesine bastım...

        Diğer Yazılar