Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Evde bir çekmece var. Son 30 yılımı içine tıkıştırdığım bir çekmece... Lise yıllığımdan ilk çektiğim dia’lara, Oxford’da çalıştığım restorandaki arkadaşların beni Türkiye’ye uğrularkenhazırladıkları veda kartından Galatasaray’ın Trabzon’u yendiği ve genç Okan Buruk’un ayağının kırıldığı maçın biletine, lise sonda Florya’da yaptığımız pikniğin fotoğraflarından Cezmi’yle 2000 yılı gelmeden ABD’ye gideceğimize dair yaptığımız anlaşmanın imzalı belgesine kadar bir yığın ıvır zıvır.

        Geçen akşam hep benimle birlikte olan ama açmadıkça içinde ne olduğunu hatırlamadığım bu çekmece bir ‘kara delik’ gibi beni içine çekti...

        Dokunduğum her objede başka bir zamana ışınlanarak çekmeceyi, hayatımı, karıştırıp dururken 1980’lerin sonunda Bakırköy Sinema 74’ün önünde ‘Dokunulmazlar’ filminin afişine bakarken buldum kendimi. Ve kendi kendime “Racine 1634” diye nerede olduğunu bilmediğim, hiç gitmediğim ama hiç de unutmadığım bir adresi fısıldadım kulağıma.

        Çekmecenin daha da derinlerine dalıp o adresi aramaya başladım. Hala bende olmasına şaşırdığım üniversite kimliğimin üzerinden atlayıp üzerinde adım yazan ama neden orada olduğun hiç bilmediğim, bir yaka kartını yırtıp attım. Bana ait olduklarına şaşırdığım onlarca ‘anı’nın arasında çekmecenin bir köşesinde Sinema 74’ün gişesinde bilet alırken verilen ve filmin en kritik sahnelerinden birinde görünen, üzerinde “Racine 1634” yazan ‘eşantiyon’ kibriti kaybettiğimi fark ettim. O ana kadar varlığını hatırlamadığım, bir çekmeceye tıkıp üzerini örttüğümdaha kaç tane böyle anımı kaybettim acaba diye düşünüp duruyorum. Kafamın içinde, ağzına kadar dolu yüzlerce çekmeceyi karıştırıyorum kaç gündür; binlerce alakasız şeyden oluşan dev bir puzzel’ı andıranhayatımın eksik parçalarına üzülüyorum!

        İNTERNETİN TARİHİ YOK OLUYOR

        Geçen hafta BBC’de Stephen Dowling imzalı bir haber okudum. Dowling, hiçbir şeyin kaybolmadığı iddia edilen internetin ilk dönemlerine ait birçok bilginin, sitenin artık kaybolduğunu söylüyordu yazısında. Daha 3-5 yıl önce çok popüler olan bazı sitelerin artık yerinde yellerin estiğini, internetteki o adreslerin kapısını çaldığında başka pencereler açıldığını belirtiyordu.

        Neredeyse 30 yıldır benimle olan, üzerinde “Racine 1634” yazılı kibritimi kaybetmiş olmanın üzüntüsüyle “Ulan internetteki anılarım ne alemde acaba?” diye bir zamanlar yazılar yazdığım bazı internet sitelerini aramaya başladım.

        Resul’un internetin Taş Devri’ni yaşadığı yıllarda yaptığı esalak.com’un yerinde yeşil bir ekran vardı sadece… Orada yazdığım ve İngiltere maceralarımı anlattığım ‘Ayağımda Londra’ başlıklı yazıların akıbetini ise bir Allah biliyor.

        Yine o yıllarda ‘mavi.net’ adlı bir siteye yazdığımız küçük öykücükler kim bilirhangi yapay zeka kendi çocuklarına anlatıyordur.

        2000’lerin başında ilk yazdığım köşe yazıları sanki hiç yazılmamış gibi kaybolup gitmiş.

        Çekmecede kaybolan hayatımın ardından kelimenin tam anlamıyla ‘sanal’ bir alemde, hiç görmediğim ‘kara delik’ler tarafından yutulan anılarımın yasını tutarken aklıma archive.com geldi. 1996’da ortasında Brewster Kahle tarafından kurulan bu site, internette ne var ne yoksa arşivliyor. Bizim unuttuğumuz ‘sanal hayatlarımızı’ bizim için ‘çekmeceler’de saklıyor.

        Ancak maalesef 1991’de yapılan ilk internet sayfasında hiç iz yok! Birçok bilim insanı internetin ilk 5 yılında hazırlanan birçok sayfanın da artık hiç iz bırakmadan kaybolup gittiğini söylüyor.

        İNTERNET ARKEOLOGLARI

        Geleceğin meslekleriyle ilgili okuduğum bir yazıda belki 10 belki de 100 yıl sonra gençlerin ‘İnternet Arkeoloğu’ olmak için yarışacağı iddia ediliyordu. Ellerinde küçücük fırçalarıyla toz toprak içinde binlerce yıl öncesinden minnacık bilgi kırıntıları bulmaya çalışan günümüz ‘Indiana Jones’larının yanında bilmem kaç inç’lik bir ekran karşısında trilyonlarca data arasından kaybolup gitmiş hayatlara, olaylara ait bilgileri ortaya çıkaracak olan sanal alem ‘Indiana Jones’ları…

        Bir adresin peşinden içine daldığım çekmecede aslında ne çok şey kaybettiğimi fark ederken bir şey öğrendim.

        Ekim 1992’de ODTÜ ve TÜBİTAK’ın ortak çalışmasıyla yurt dışındaki internet ağına yapılan 64 Kbps’lik bağlantı ilk kez 12 Nisan 1993’te kullanıma alınmış. Daha anlaşılır ifade edersem 12 Nisan Türkiye’de internetin doğum tarihi…

        Her gün içinde saatler geçirdiğimiz, ‘yerli internet’imiz bugün 26 yaşına basıyor ve bizler hiç yaşamamış gibi unuttuğumuzbirçok anımızı içinde saklayan internetimizin doğum tarihini bile bilmiyoruz. (en azında ülkemizdeki;)

        Ne diye açtığımı bilmediğim bir çekmeceden elimde ‘internetin doğumtarihi’yle çıktım.'Racine 1634'ün önünden bile geçmeyeceğim belki de hayatım boyunca! Binlerce alakasız şeyden oluşan dev bir puzzel’ı andıran hayatımın eksik parçasının hangi çekmecede olduğunu ise hala bilmiyorum.

        Diğer Yazılar