Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Benim için bir rüya gibiydi geçirdiğim o günler…

        Halil Cibran’ın bütün kitaplarını toplayıp, yanıma aldım.

        Feyruz’un tüm şarkılarını telefonuma yükledim.

        Ve 2015’in sonbaharında doğru Beyrut’a gittim.

        Beyrut… rüyaların şehri....

        Dünyada en çok yaşamak istediğim yer İstanbul’dur, ikinci sırada ise Beyrut gelir.

        Nefes aldığınız hava buhurdanlardan çıkan bir kokuya, denizi eşsiz bir tabloya, sokakları binlerce hikayenin yaşadığı tarih öncesi diyarlara benzer…

        Ve burada doğan Halil Cibran’ın büyüdüğü ve kitaplarını yazdığı sokaklarda dolaştım, hikayelerinde anlattığı muhteşem vadileri, köyleri, dağları gezdim...

        Kulağımda Lübnan’ın doğurduğu en muhteşem sanatçı, Feyruz’un büyülü sesiyle ruh verdiği şarkılar:

        “Beyrut.. Kalbimden selamlar sana ey Beyrut..

        Öpücükler denizine ve evlerine…

        Eski bir denizci yüzü gibi olan bir taşına…”

        Hangi kitabından, hangi şiiri ya da öyküsünden dolayı ona kapıldım bilmiyorum. Ancak bir dönemim, gecem ve gündüzüm, Halil Cibran’ın bahar tadında hikayeleri, efsunlu masalları, kalbe seslenen cümleleri ve insan kokan şiirleri arasında geçti…

        Sanırım büyüsüne kapıldığım nadir yazarlardan birisidir, belki de ilki.

        REKLAM

        Halil Cibran’ın bu denli etkisinde kalmamın sebebi, onun doğum yeri olan Beyrut’a olun hayranlığım da olabilir.

        Belki de Beyrut, Feyruz ve Halil Cibran bir araya geldiğinde, bir patlayıcıya dönüşen karışım ortaya çıkıyor…

        Ancak beni etkisine alan şey, onu meşhur eden kitabının ismi gibi, Cibran'ın “Ermiş” bir ruhunun olmasıdır.

        Yüz yıl önce yaşadı ama sanki bin yıllık bir ömürden süzüldü yazdıkları.

        Bin yılda ruhunu ince bir nezaketle yoğurdu ve ortaya yalın, katıksız, hassas iyi bir insan çıktı.

        Bir Hristiyan olarak doğmuştu ama her Müslüman, her Yahudi ve insan olan herkes onu sevmişti.

        Çünkü insanın doğrudan kalbine hitap ediyordu hikayeleri, dini inancına değil.

        Beni etkileyen şeyi nasıl anlatsam acaba?

        En başta çok sade, yalın, sevgi dolu iyi bir insan gördüm her kitabında. Sanırım bundan çok etkilendim.

        “Gerçekten iyi insan, kötülük yapılan masumlarla birlikte olandır.”

        İkincisi yalnızlığını ve sebebini çok sevdim:

        “Dünyayı terk edip yalnızlığı aramaya koyuldum, çünkü alçakgönüllülüğü zayıflık, merhameti korkaklık ve ukalalığı güç sanan insanlardan yoruldum”

        Doğayı hiç böyle iyi gözlemleyen ve ondan insana dair muhteşem tespitler çıkartan görmemiştim:

        “Tepeler arasında, akçakavakların serin gölgesinde, uzak tarlaların ve çayırların huzur ve asudeliğini paylaşmak üzere oturduğunuzda -bırakın yüreğiniz sessizlik içinde söylesin:

        ‘Allah, akılda istirahat eder.’

        Ve fırtına koptuğunda ve kudretli rüzgar ormanı sarstığında ve gök gürültüsü, şimşek semanın ihtişamını ilan ettiğinde, işte o an bırakın yüreğiniz huşu içinde söylesin:

        REKLAM

        ‘Allah tutkuda hareket eder’…”

        Halil Cibran her büyük akıl sahibi gibi, tam bir hakikat arayıcısıdır.

        Hakikati dinlerde, mezheplerde, öğretilerde değil sadece; doğada, evrende ve insanın ruhunda arar aynı zamanda.

        “Sakın, ‘hakikati buldum’ demeyin, daha ziyade, ‘bir hakikat buldum’ deyin…”

        Ve her büyük gönül adamı gibi aşkın takipçisidir:

        “Aşk hiçbir şey vermez kendinden gayrı ve hiçbir şey almaz, kendinden gayrı.

        Aşk sahip olmaz, ne de sahip olunabilir.

        Zira aşk kafidir aşka…

        Aşkın hiçbir arzusu yoktur, kendini gerçekleştirmekten gayrı…”

        Bilmem anlatabildim mi, neden ruhun nezaketli eğitmeni Halil Cibran’ın büyüsüne kapıldığımı?...

        Diğer Yazılar