Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Her vatandaş gibi insan hakları konusunda ben de ilgiliyim.

        İlgimin biraz daha fazla olmasının sebebi, uzun yıllar bu alanda sivil çalışmalara katılmam.

        1991 yılında kurulan “MAZLUMDER İnsan Hakları ve Mazlumlarla Dayanışma Derneği”nde uzun süre yöneticilik yaptım, gönüllü olarak çalıştım.

        İnsan hakları hem teorik olarak hem de pratik olarak genellikle solcuların çalışma alanıydı.

        İlk günlerde, dindar camia için çok yeni olan insan hakları kavramının içini doldurmaya, yeni terimler, sloganlar üretmeye ve ilkelerimizi oturtmaya çalışıyorduk.

        Uzun süre çok verimli entelektüel tartışmalar yapıldı. Bunlar metinlere döküldü ve ortaya insan haklarına farklı bir bakış açısı çıktı.

        En çok beğendiğimiz, “kim olursa olsun mazlumdan yana, kim olursa olsun zalime karşı” ilkesi olmuştu.

        İNSAN HAKLARI MÜCADELESİNİN ZORLUKLARI

        Ancak bu alan tahmin edileceği gibi sadece entelektüel tartışmaların yapıldığı rahat bir alan değildir. Son derece zor, riskli, can güvenliğinin bile tehlikeye girdiği sıkıntılı bir mücadele alanıdır. Biz de bunun zorluklarını uzun süre çektik.

        Doksanlı yıllarda Türkiye’de insan hakları ihlallerinin neredeyse tamamı devlet kaynaklı olduğu için, mücadele ettiğiniz taraf, devletin kendisi oluyor doğal olarak.

        Bu da çok büyük zorlukları beraberinde getiriyor.

        Örneğin Bosna’da kimyasal silah kullanımını protesto etmek için Taksim’de düzenlediğimiz miting nedeniyle Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandık. Başörtüsü yasağına karşı verilen mücadelede siyasi şubelerde sorgulara çekildik, fişlendik, takip edildik.

        Doğu ve Güneydoğu’da terörle mücadele edilirken yaşanan hak ihlallerine karşı daha çok zorluklar çekildi o dönemde.

        DEVLETİN HAK İHLALİ, DEVLET ELİYLE TESPİT EDİLİR Mİ?

        O günlerde MAZLUMDER çatısı altında yer alan birçok isim sonradan devlette çok önemli görevlere geldiler. Bu görevleri üstlenenler, devleti yönetirken, devlet eliyle hak ihlali yapıldığında nasıl davranılacağı konusunda oldukça ilginç tecrübeler yaşadılar.

        Bazı arkadaşlarımız Başbakanlıkta kurulan, İnsan Hakları Başkanlığı’nın yöneticileri de oldu. Burada da hazırlanan raporlar, devlet eliyle yaşanan hak ihlallerinin sonuçlandırılması konusunda birtakım zorlukların olduğunu ortaya çıkardı.

        TBMM İnsan Haklarını İzleme Komisyonu’nun da devlet kaynaklı hak ihlallerinde benzer zorluklarla karşılaştığını biliyorum.

        Demem o ki, insan hakları mücadelesi vermiş bir ekip bile olsa, devletin insan hakları ihlalini izleme, tespit etme ve hakkı teslim etme konusunda istenilen düzeyde bir verim elde edilemeyeceği pratikten anlaşılmış oldu.

        İNSAN HAKLARI EYLEN PLANI

        Tüm bu konuları anlatmamın sebebi tahmin ettiğiniz gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan “İnsan Hakları Eylem Planı”.

        Uzun yıllarını insan hakları mücadelesine vermiş biri olarak gönülden destekliyorum bu reform paketini. Ve uygulamasının sorunsuz şekilde gerçekleşmesi için de dua ediyorum.

        Biraz tereddütlü gibi cümle kurmamın sebebi, az önce anlattıklarım. Devlet eliyle devletin işlediği insan hakları suçlarının tespiti öyle sanıldığı gibi kolay değil.

        Mesela mevcut kurumlara ek olarak, bu eylem planında, “Ceza İnfaz Kurumları İnsan Hakları İzleme Komisyonu” kurulmuş. Şimdi devletin cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerini, devletin kurduğu bir kurumun, gerçekçi olarak ne kadar tespit edeceğine dair soru işareti oluştur doğal olarak.

        Bunun pratikte örneklerini yaşadı Ankara.

        İNSAN HAKLARI ŞURASI KURULSA STK'LAR DA ORADA YER ALABİLİR

        Bu eylem planında görmediğim, (belki benim gözümden kaçtı) insan hakları alanında çalışan sivil toplum örgütlerinin bir şekilde sistemin bir yerinde konumlandırılmadığıdır.

        Mazlumder ve İnsan Hakları Derneği haricinde, yeni çok sayıda dernek ve vakıf kuruldu bu alanda. Bu kuruluşların gözlemci, katılımcı ya da paydaş olarak hak ihlallerine karşı mücadelede bir şekilde yer alması çok faydalı olurdu.

        Bazı sivil toplum kuruluşlarının ideolojik olarak angajmanları ve sorunları olabilir. Ancak tümünün aynı kategoride olduğu söylenemez.

        Belki eğitim ve kültür alanında olduğu gibi “İnsan Hakları Şurası” düzenleyebilir devlet. Bu sivil örgütler de burada yer alır ve insan haklarının geliştirilmesine önemli katkı sağlar.

        Yine de sonuç olarak, hukuk ve insan hakları konusunda ciddi açılımların yapıldığı bu eylem planını çok önemli bir adım olarak görmeliyiz.

        Uygulamasının da başarıyla sonuçlanmasını temenni ediyorum.

        Diğer Yazılar