Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Millet değişim istediği halde bu ülke neden değişemiyor?

        Neden düzgün bir sistem kuramıyoruz?

        Bu iki soru, geçmişte ve bugün yaşadığımız sorunların “nedenini” bulmak için sorduğum sorular.

        Son iki yazıda gündeme getirdiğim bu konulara çok sayıda mesaj gönderenler oldu. Çoğunun kendilerine göre cevabı var.

        Ancak bu halde olmamızın sorumlusu olarak AK Parti’yi, CHP’yi, başka bir siyasi partiyi ya da bir ideolojiyi gösterenler yanılıyor.

        Sorunumuzun din, mezhep, inanç, laiklik olduğunu söyleyenler de yanılıyor.

        Ne Osmanlı, ne Cumhuriyet, ne saltanat, ne meşrutiyet, ne parlamenter sistem, ne de başkanlık sistemi sorunlarımızın ana kaynağıdır.

        İNSANIN GÜÇLE İMTİHANI

        Sorunumuz insan ve onun güçle ilişkisi...

        İnsanın güç ile imtihanını kaybettiği her zaman ve her zeminde sistem kurulamıyor, düzen bozuluyor ve çürüme başlıyor.

        "Neden bu ülke değişemiyor, neden düzgün sistem kuramıyoruz?" sorularının derinlerde yatan cevabı, insanın güç ile ilişkisinde gizlidir.

        Gücü ele geçirmek, gücü elinde tutmak, gücü elinden bırakmamak, güce yakın olmak…

        İstisnasız tüm dönemlerde sorun yaratan, sistemi bozan şey bu tutumdur.

        Osmanlı’da, Cumhuriyet’te ve bugünde sorunumuz gücün kontrolünden kaynaklanıyor.

        REKLAM

        Ne bir insanın dindar olması, ne bir insanın seküler olması, ne de solcu, sağcı olması durumu değiştiriyor.

        Çıplak bir halde insanı merkeze alarak sorunu tartışmalıyız.

        İnsanımızı isimlerinden, sıfatlarından ve fiillerinden arındırarak, neden sistem kuramadığını, neden değişimi gerçekleştiremediğini sormalıyız.

        O zaman Abdülhamit’i, Enver Paşa’yı, Mustafa Kemal’i, Menderes’i, Demirel’i, Özal’ı ve Erdoğan’ı daha iyi analiz edebiliriz.

        Bu insanların gücü elinde tuttuğunda ve güçten uzak olduğunda neler yaptığını soğuk kanlı bir şekilde okursak, sorularımıza cevap ararken buradan örnekler bulabiliriz.

        Yine de bu isimlere takılıp kalmamalıyız.

        Zira güç ve insan ilişkisine eğer dini tarihimiz açısından bakarsak, Peygamber Efendimiz’in vefatından hemen sonra başlayan güç mücadelesinden okumaya başlamalıyız.

        Türk tarihi açısından bakacaksak, göçebe olduğumuz günlerdeki kavgaları, devletin bekası için kardeş ve evlat katlini meşru gören anlayışı da masaya yatırmalıyız.

        Güçle ilişkimizde bize özgü sorunlarımız var kısacası.

        GÜÇLE İLİŞKİ SORUNUMUZUN KÖKENLERİ

        Tarihimiz boyunca gücü eline geçiren garip bir şekilde değişiyor ve düzen bozuluyor.

        O zaman tarihi kültürümüzün bize aşıladığı, genlerimizin bize aktardığı, politik psikolojimizin bize öğrettiği bir davranış biçimi bize bunu yaptırıyor demektir.

        Hem de inanç, fikir, ideoloji ayrımı yapmaksızın, tüm insanları esir alıyor bu ruh hali.

        Bu durumda insanımızın güç ile ilişkisini düzenlememiz gerek önce.

        İster güçlendirilmiş parlamenter sistem kurun, ister güçlendirilmiş cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, önce insanın güçle olan ilişkisini düzenlememiz gerek.

        REKLAM

        Gücün paylaşımını, gücün kullanımını ve gücün hesap verebilirliğini çok kuvvetli bir hukuki kurala bağlamak zorundayız.

        Genetik kodlarımız, kültürel yapımız, tarihi tecrübemiz bize gösterdi ki, gücü olabildiğince parçalara ayırıp, dağıtmalıyız. Yoksa sorunlar yeniden nüksediyor.

        Ne bir kişinin, ne bir kesimin, ne bir ideolojinin, ne de bir partinin tek başına gücü kontrol etmemesi gerekir.

        Bunu iyi niyet, temenni, ahlaki değer gibi soyut teminatlarla yapamayız.

        Bunu, değiştirilemeyecek hukuki kurallarla, Anayasal teminatlarla düzenlemek zorundayız.

        YENİ ANAYASA ÇALIŞMALARINDA DİKKAT EDİLECEK NOKTA

        Şimdi yeni Anayasa çalışmaları yapılırken, partilerin tekliflerinde bu hususa dikkat kesilin.

        Gücü nasıl dağıtıyor, nasıl kontrol ediyor, nasıl hesap sorulur hale getiriyor?

        Öyle retorikle, sözlü teminatlarla değil, sistem içinde gücün kullanımını nasıl düzenlediğini görmeliyiz.

        Şuna emin olun, gücü eline geçiren kim olursa olsun, hangi parti ya da düşünce ekolü olursa olsun, asla onu paylaşmak istemeyecektir.

        O zaman ele geçirilecek bir güç merkezi, bir yapı olmaması gerekiyor.

        Devletin gücünü onlarca kuruma, merkeze pay etmiş ve güçlü denetime tabi tutmuş bir sistem gerek.

        Bunu yaptığımız anda sorunumuzu çözebiliriz.

        Eminim bu yazdıklarımı mevcut siyasi partilere, siyasi liderlere atıflar yaparak düşüneceksiniz. Oysa ısrarla bundan sıyrılmamız gerektiğini söylüyorum.

        Ülkenin geleceğini, çocuklarımıza bırakacağımız bir mirası düşünerek bu konuları tartışmalıyız.

        Diğer Yazılar