Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        "Devletin Gazeteleri" başlığı ile yazdığım (06.07.20121) yazıdan sonra çok sayıda meslektaşım aradı.

        Yazıya itirazı olanlar da var, haklı bulanlar da.

        Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Genel Başkanı Nuri Kolaylı hem aradı, hem de üyelerinin görüşlerinin yer aldığı yazılı bir açıklama da gönderdi.

        Özetle şunları söylüyorlar:

        - Yerel basına destek sürmeli

        - Sektörde yaklaşık 9 bin gazeteci çalışıyor

        - Resmi ilanları yük gören bürokratik anlayış değişmeli

        - Pandemi nedeniyle birçok yerel basın kapanmanın eşiğine geldi

        - Basın için “Acil Destek Paketi” çıkarılmalı

        - “Gazetecilik Meslek Yasası”na ihtiyaç var

        - Kanun ve yönetmeliklerde basın özgürlüğünü kısıtlayıcı maddeler kaldırılmalı

        - Şantajcı, yalancı, baskıcı kişiler mesleğimizin onurunu zedelemekte, bunu önlemek için “İnternet Yasası” çıkarılmalı.

        - Basın Kartları Komisyonu’nun yapısı yanlış düzenlendi, yeniden düzeltilmeli

        - Turkuaz renkli basın kartları, yeniden sarı olmalı

        GAZETECİLİK REKABET İŞİDİR… BİR ÖRNEK

        Bu arada tasarruf genelgesi nedeniyle kamu kurumlarının gazete satın almaları yasaklandı. Bunun üzerine Türkiye Gazeteciler Sendikası başta birçok meslek örgütü ve yerel gazete buna itiraz etti, 'satın alma devam etsin' diyorlar.

        Peki soğukkanlı bir şekilde olaya bakabilir miyiz?

        Bir örnek üzerinden anlatacağım konuyu.

        Memleketim Sakarya’da çok uzun yıllardır kağıda basılı 7 gazete çıkıyor. Toplam tirajı 5 bini geçmiyor.

        Bu gazeteler Anadolu Ajansı’ndan aylık 200-300 TL'ye yerel bülten satın alıyor.

        BİK’ten de resmi ilan ve reklam desteği sağlanıyor.

        Sakarya’daki belediyeler, Valilik, Kaymakamlık, il müdürlükleri de bu gazetelerden birer takım alırlar.

        Şunu da unutmayalım, bazı illerde belediyeler ulusal ve yerel gazetelerden toplu alım yaparlar. Yüzlerce gazete alınıp, çoğunun balyası açılmadan atık kağıt olarak kullanılır.

        Sakarya’da yerel olarak gazetecilik yapmaya karar veren Zafer Tokuş, 2010 yılında “Medyabar” ismiyle bir haber sitesi kurar.

        Ne BİK’ten reklam desteği, ne de resmi kurumlardan bir yardım alır.

        Bir süre sonra Sakarya’nın en çok okunan haber sitesi olur.

        Özel sektörden reklam alarak ayakta kalır.

        İşlerini geliştirir bir de televizyon kanalı açar.

        Yüz binlerce okuyucusu olan ve başarılı gazetecilik yapan Medyabar çalışanlarına sarı basın kartı verilmez, resmi ilan desteği sağlanmaz ama tirajı 300-400 olan gazetelere sarı basın kartı verilir ve ilan desteği sunulur.

        Şimdi bu adaletli bir durum mu?

        Biri rekabete giriyor, mücadele ediyor ve başarılı gazetecilik yaparak var oluyor, diğerleri kamu desteği ile bile ayakta durmakta zorlanıyor.

        Biri yüz binlerce kişi tarafından okunuyor, diğerleri beş bin kişi tarafından bile okunmuyor.

        HERKES GAZETECİLİK YAPMAK ZORUNDA DEĞİL

        Elbette hiçbir meslektaşımızın işsiz kalmasını istemeyiz. Kimse gazetesini kapatmasın.

        Ancak adil rekabet ortamında, değişen medya dünyasına uyum sağlayan, iyi gazetecilik yapan kimse, bu mesleği onlar yapmalı.

        Herkes gazetecilik yapmak zorunda değil.

        Ulusal ve yerel gazetelerin kamu kurumları tarafından toplu satın alınması, sadece kağıda basıyor diye resmi ilan alması doğru bir şey değildir. Bu eskimiş zihniyet değişmeli.

        Sektör dijitalleşmeli, çağa ayak uydurmalı, devlet de bunun kanuni alt yapısını adil bir şekilde düzenlemeli.

        Özellikle mesleğimiz için çok kıymetli olan basın kartının milyonlarca okuyucusu olan haber sitelerinde çalışanlarına verilmemesi çok yanlış bir uygulama. Bunu umarım bir an önce değiştirirler.

        Bu meslek, rekabetçi bir meslektir. Devletin gölge etmemesi gerekir.

        Clubhouse daha mı seviyeli sanki?

        Clubhouse daha mı seviyeli sanki?
        0:00 / 0:00

        Sadece sesli katılımla sohbet edilen bir sosyal medya mecrası Clubehouse ilk çıktığında girip şöyle bir bakmıştım. Sohbet odalarında çeşitli konularda insanlar birbiriyle sesli olarak konuşuyorlardı. Ancak çok ilgimi çekmedi ve devam etmedim.

        Önceki gün benim de ders verdiğim Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden arkadaşım Prof. Süleyman İrvan, geçtiğimiz Çarşamba günü yazdığım “İnsanın ve medyanın özgürlükle köleleşmesi” yazımı Clubhouse’da tartışmak için davet etti.

        Böylece ilk defa konuşmacı olarak bu mecraya katılmış oldum.

        Doğrusu iki saati aşkın süren sohbetin nasıl bu kadar hızlı geçtiğini anlayamadım.

        Klasik konferans düzeninden farklı olarak, burada insanlar daha aktif bir katılımcı olarak bulunuyor.

        Dikkatimi çeken bir diğer konu ise, oldukça düzeyli ve saygın bir ortamla karşılaşmam oldu. Twitter, Instagram, Facebook gibi ortamlarda her gün seviyesizliğin örnekleriyle karşılaşan biri olarak, Clubhouse’daki düzey dikkatimi çok çekti.

        Her ne kadar Süleyman İrvan’ın moderatörlüğü ve davet edilen kişilerin buna etkisi çok olmuşsa da, genel olarak diğer odalarda da durumun aşağı yukarı benzer olduğunu söylediler.

        Ancak bizim konumuz biraz spesifik bir konuydu. Bir de siyaset konuşarak insanların davranışlarını test etmek gerektiğini söyledim Süleyman hocaya!

        Sanırım insanlar canlı ve gerçek sesleriyle konuşmaya katıldığında, karşısındaki kişiye saygılı davranmak zorunda hissediyor. Yazılı olduğunda ve ismi gözükmediğinde galiba istediği gibi davranabileceğini düşünüyor.

        Demek ki ayarı yapıldığında sosyal medyada seviyeli davranılabiliyormuş.

        Son derece ilginç ve yararlı fikirlerin konuşulduğu ortamdan ben de istifade ettim.

        Belki buraya daha çok takılırım!

        Diğer Yazılar