Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        29 MAYIS FİLMLERİ

        Bizim senaristlerimizin de iyi sahneler, iyi karakterler yazıp güldürebileceğini ispatlayan bir komedi… “Hayalet Dayı”, “Beter Böcek” ile “Salak ile Avanak”ı bir araya getirirken, büyük oranda ülkemizin Farrelly Kardeşler’i olarak anılacak bir ekipten güç alıyor. Yer yer dozu kaçırılmış sahnelerle sarsılsa da, bu fantastik komedi ürünü bu toprakların aradığı matraklıkta…

        “Moral Bozukluğu ve 31” (2010) ile dikkat çeken Ali Yorgancıoğlu-Ozan Özcan ikilisinin fantastik-komedi denemesi... Beş sene önceki ilk film, bağımsız ve zaman zaman amatör dursa da samimiydi. Doğaçlama yürüyen sahneler göze batmamıştı. “Hayalet Dayı”da (2015) ‘profesyonellik’ için araya sıkıştırılan Hayk Kirakosyan (sinematografi) ve Erkan Özekan (kurgu) ne kadar faydalı olmuş, tartışılır. Ama ikilinin esas sırrı senaryoda... Sözlü ve görsel espri yaratma, diyalog yazma konusunda doğuştan gelen bir yetenek var.

        FARRELLY’LERE GÖZ KIRPAN ENERJİK BİR KOMEDİ ANLAYIŞI

        Türkiye’nin Farrelly Kardeşler’i ya da Judd Apatow’u olarak anılabilecek bir sinema anlayışı sözünü ettiğimiz. Öte yandan da aslında enerjiyle seyirciyi harekete geçiren, yaşayan yan karakterlerle mizah aşılayan bir duruş var. “Hayalet Dayı”nın teknik açıdan sorunlu tuvalet sahnesi kurgucunun beceriksizliğini ortaya koyuyor. Bunun gibi nice zaaf sayabiliriz.

        Ama hayalet Settar Tanrıöğen’in konuşmalarını sadece iki kişinin duymasından Saadet’i geri alma arzusuna, kızı Aylin’in kim olduğunu sorduğu matrak sahneden aşık olan Caner’e kendini tutamayarak söylediği laflara kadar capcanlı bir komedi anlayışı var. Her şeyin ucu da dışkılardan ve cinsellikten beslenen tuvalet komedisine çıkıyor.

        BETER BÖCEK’ DESTEKLİ İKİ KAFADAR HAYALET KOMEDİSİ

        Ülkemizde kaba komedi ‘Recep İvedik’le birlikte bir uçuruma sürüklendi. O seride her şeyi abartmak yer yer mizahın dengesini bozuyordu. Bu alanda “Vay Başıma Gelenler 2.5” (2014) gibi ‘son nokta’ denebilecek seviyesiz örnekler izliyoruz. Burada ise “Beter Böcek”in (“Beetlejuice”, 1988) damarı ile “Salak ile Avanak”ın (“Dumb and Dumber”, 1995) formülünü iç içe geçiren bir yapı var.

        İki kafadar hayalet komedisi şablonunun içinde Ozan Özcan biraz doğaçlamaya kayarken, Caner Özyurtlu işini yaparak güldürüyor. Girizgahtaki emlakçı ve ev arayışının getirdiği diyaloglardan itibaren ‘peşi sıra gelen iyi yazılmış sahneler’ devam ediyor. Bazı sekse ve abartıya kayan bölümler tutmamış duruyor. “Salak ile Avanak”tan transfer edilen kimi antolojik sahneler ise ‘işin kuralı’ dedirtiyor.

        BAZI KESİMLERİ KIZDIRACAK

        Genel anlamda güldürme açısından pek görmediğimiz derecede yetkin bir iş karşımızdaki. Ozan’ın alabalık meselesi bile kahkaha atarak yere düşürme ihtimaline sahip. Üstelik fantastik damardaki yegane dengeli duran efektlerde Digiflame’in becerisi var. Geniş alana çıkmadan iş bitiren bir emek görülebiliyor.

        Esra Dermancıoğlu ve Nedim Saban’ın transseksüel/travesti tipleri ise yaratılış tercihleriyle eşcinsel kesimi karşılarına alacaklardır. Filmin homofobik olarak addedilip eleştirilmesi kuvvetle muhtemel…

        FİLMİN NOTU: 4.5

        Künye:

        Hayalet Dayı

        Yönetmen: Ali Yorgancıoğlu

        Oyuncular: Ozan Özcan, Caner Özyurtlu, Settar Tanrıöğen, Esra Dermancıoğlu, Tuğçe Karabacak, Ülkü Duru, Nedim Saban

        Süre: 104 dk.

        Yapım yılı: 2015

        EĞLENCE PARKI MI, FELAKET FİLMİ Mİ?

        Mark Robson’ın “Deprem”i (“Earthquake”, 1974) ile bildiğimiz ‘deprem filmi’ kavramı, onun dışında genelde ucuz üretimlere malzeme olmuştur. “San Andreas Fayı”, bir eğlence parkı, bir bilgisayar oyunu ya da bir B-tipi filmden farksız bir zaman kurgusu ve görsel estetiğe sahip. The Rock’ın getirdiği yapaylıkla birlikte bunlardan sonuncusuna kaymak kolaylaşıyor. Böylece blockbuster sezonunun en büyük fiyaskosu ile yüzleşiyoruz.

        Kalifornia depreme açık bir eyalet. Sinema tarihinde bunun çeşitli temsillerini gördük. Kesişen hayatlar filmi başyapıtı “Sosyeteden İnsan Manzaraları”nda (“Short Cuts”, 1993) Robert Altman’ın bu doğal felaketi ‘sarsıntı’ metaforu olarak kullanma becerisini unutmamak lazım.

        Aslında ‘deprem filmi’ denince fazla örnek gelmez aklımıza. Mark Robson’ın yine Los Angeles’ta geçen “Deprem”i (“Earthquake”, 1974), sahici bir olayın korkularını yansıtmasıyla bilinir. Felaket filmlerinin furyaya dönüştüğü dönemde övgüyle karşılanmaktan ziyade ticari bir ürün olarak değer görmüştür.

        BİR EĞLENCE PARKI ALGISI YARATILIYOR

        Yedi milyon dolarlık bütçeye yaklaşık 80 milyon dolarlık bir hasılat getiren eser, Universal için bir kâr deposuna dönüşmüştür. Universal Studios’un Orlando’da açtığı sinema temalı büyük lunaparkta da başköşeye (‘Jaws’, ‘E.T.’, ‘King Kong’, ‘Geleceğe Dönüş’ ile birlikte) yerleşmiştir. 1990’dan 2007’ye kadar kapalı mekanda ‘korku tüneli’vari bir ‘eğlence parkı’ olarak işlevlerini sürdürmüştür. İşin garibi 2008 Ocak’ın ‘Disaster!’ adıyla yenilenen bu alanın açılışına Dwayne Johnson da katılmıştı.

        Açıkçası “Gizemli Adaya Yolculuk” (“Journey 2: The Mysterious Island”, 2012), “Kediler ve Köpekler: Kitty Galore’un İntikamı” (“Cats & Dogs: The Revenge of Kitty Galore”, 2010) gibi ikinci filmlere atanan Brad Peyton, burada bu durum üzerine kafa yormuş. Temelde bir helikopter pilotu var. Kızını, ailesini kurtarmaya çalışıyor. Onun etrafı böylesi filmlerin yapısı gereği bambaşka karakterlerin yaşam mücadelesi ile sarılıyor. Deprem uzmanı Giamatti’den Gruffudd’a uzanan çerçeve çok geniş alana yayılmıyor.

        THE ROCK VE REJİ GÜLÜNÇ

        Bu durum karşısında uygulanan metot, ‘eğlence/tema parkı’ havası hissettirmek. Bu doğrultuda seyirciyi onların yanına yerleştirerek gelecek tehlikeye ‘gözlemci’ olarak sokmak amaçlanıyor. Böylece aslında ya ‘Karayip Korsanları’ (‘The Pirates of the Caribbean’) gibi bir planlama, ya da bir bilgisayar oyunu mantığı canlanıyor. Strause Kardeşler’in görsel efektleri sınıfı geçerken, yönetmen ve Dwayne The Rock Johnson gülünç duruyor.

        Vıcık vıcık muhafazakarlık kokan filme ayak uydurmak zorlaşıyor. Böylece bir B-tipi felaket filmi daha bir çırpıda üretilmiş ve tüketilmiş oluyor. “San Andreas Fayı” (“San Andreas”, 2015), “Pompeii” (2014), “Kıyamet Günü” (“The Impossible”, 2012), “2012” (2009) gibi yaratıcı fikirlerin ürediği bir alanda geleneksellikte son noktaya ulaşıyor. Nemalanmak istediği ticari üründen faydalanma konusunda bile hiç kıvrak değil. Roland Emmerich’in eksikliğini hissettirmeyi beceriyor.

        FİLMİN NOTU: 2.5

        Künye:

        San Andreas Fayı (San Andreas)

        Yönetmen: Brad Peyton

        Oyuncular: Dwayne Johnson, Carla Gugino, Ioan Gruffud, Alexandra Daddario, Paul Giamatti, Kylie Minogue

        Süre: 114 Dk.

        Yapım Yılı: 2015

        YENİ ‘NOT DEFTERİ’ OLUR MU?

        Perdede 2004 yapımı “Not Defteri” ile anmak istediğimiz bir edebiyatçı. 2010’lardaki altıncı Nicholas Sparks uyarlamasında 1940’larda ve günümüzde geçen iki aşk hikayesi iç içe geçiyor. “Seninle Bir Ömür”, neresinden tutsanız elinizde kalacak başarısız bir ‘tearjerker’ (melodram) denemesi…

        Özellikle “Not Defteri”nin (“The Notebook”, 2004) kulaktan kulağa yayılarak ‘kült’e dönüşmesi Nicholas Sparks uyarlaması yapmayı furyaya dönüştürdü. Artık ‘ağlak aşk filmi’ projesi gerektiğinde onun eserlerinden biri mercek altına alınıyor. Perdede ise yakışıklı/güzel oyuncular, kolaycı yöntemlerle en demode duygusal-dram uçurumuna sürükleniyor.

        YÖNETMENLİK NEREDEYSE YOK

        2008-2015 arasındaki yedinci Sparks uyarlaması “Seninle Bir Ömür” (“The Longest Ride”, 2015) adıyla şansını deniyor. Açıkçası süresi iki saati geçen eser, 1940’lar ile günümüz arasında mekik dokurken doyurucu olamıyor. Aksine Britt Robertson’ın olası samimiyetini de baltalıyor. Tek ışıkla ya da beyaz bir filtre ile çekilmiş gibi duran tarihi sahneleri diziye uygun bir görsel estetiğe sahip.

        Günümüzde ise ışığın içeri geçirilmesine izin veren diyafram biraz canlılığa yol açıyor. Ama nafile… “Onurlu Bir Adam”daki (“Men of Honor”, 2000) başarısızlığıyla kolayca Afro-Amerikan sinemasına kayıp seviye düşüren George Tillman Jr. filmi neredeyse hiç yönetmemiş. Scott Eastwood’un sürekli t-shirt’ünü çıkarıp kas şov yapması, oyuncunun yapay yüz ifadesini de anlamlandırıyor. Üstelik Sparks’ın hikaye kurgusuyla oynama geleneği de yönetmenin elinde kalıyor.

        RODEO KOVBOYLUĞU VE SEKS

        Robertson-Eastwood arasındaki ilişkinin başının, ortasının ve sonunun nereye, nasıl iliştirileceği kestirilemiyor. Böylece günümüzdeki ilişki sahicilik sıkıntısı yaşıyor. Omurgayı, ilginçtir boyutsuz makyaj ve kostümlerle yürüyen geçmişteki aşk kontrolü altına alıyor. Günümüzdeki rodeo kovboyluğuyla başlayan aşırı ‘Amerikan’ duruş inatla gözümüze sokuluyor. Robertson’ın ise çıplak seks sahneleriyle güzelliğini kanıtladığı muhakkak…

        Geçmişte ise Jack Huston-Oona Chaplin arasındaki ‘ustaların torunları’ iletişimi bir ‘sinemasal’ geri dönüş getiriyor. Alan Alda’nın tutarsız makyajıyla girilen bu aşk dramı, nereden yükseleceğini bilmiyor. Oyunculara ağır gelmiş. Yönetmen ise tek hikayeyi zor anlatırken, iki katmanlı dramatik yapıda tamamen dağılmış. 2010’lardaki Irak Savaşı sonrası asker hikayesini etkileyici kılan “Aşkı Ararken” (“The Lucky One”, 2012) son beş senenin tek akılda kalan Sparks uyarlamasıydı. “Seninle Bir Ömür” onun samimiyetini ve hedefine ulaşma kıvraklığını yakalayamıyor.

        FİLMİN NOTU: 2.2

        Künye:

        Seninle Bir Ömür (The Longest Ride)

        Yönetmen: George Tillmann Jr.

        Oyuncular: Britt Robertson, Scott Eastwood, Alan Alda

        Süre: 138 dk.

        Yapım yılı: 2015

        MÜLTECİLERE İŞ BULMA ENSTİTÜSÜ

        1983’te başlayan iç savaştan kaçan Sudan’ın kayıp çocuklarının yeni vatandaki yarı trajik yarı eğlenceli öyküsü… “İyi Bir Yalan”, şüphesiz ABD’deki iş bulma ve göçmen yerleştirme sistemine iyimser bir yorum getirmesiyle tartışılacak. Filmde Reese Witherspoon iyi, Afrikalı mültecilerin durumu hüzünlü, ama mizah anlayışı pek derin değil.

        Genelde komedi ile dramı iç içe geçirme özelliğiyle bilinen Phillippe Falardeau, kariyerinin başlangıcına denk gelen “Vallahi Ben Yapmadım” (“C’est Pas Moi, Je Le Jure!”, 2008) ve “Congorama” (2006) ile dikkat çekmiştir. Göçmenlerin veya başka insanların hikayelerini anlatırken sömürmeyen senaryolar bulmak onun yeteneğidir. Önemsenmeyip bir çırpıda zihnimizden silinebilecek dramatik omurgalar, Kanadalı yönetmenin elinde ‘ilgi çekici’ hale gelmiştir.

        SUDAN’DAN ABD’YE GÖÇ ÇÖZÜM MÜ?

        Burada dördüncü uzun metrajına imza atan yönetmen aynı tarzını koruyor. 1983’te başlayan İkinci Sudan İç Savaşı’nda zulmedilen ve ailesiz büyüyen kayıp çocuklardan üç-dört kişiyi seçiyor. Bunlar 2001’de Birleşmiş Milletler Göçmen Ajansı ile Amerikan Hükümeti’nin ortaklaşa programıyla ABD’ye yerleştirilen 3800 Sudanlı’ya ayna tutuyor. Bürokratik sorunlar da, iyimser yaklaşım da, saklı duygusallık da alegorik bir temsil olarak sunuluyor.

        Film üç bölüme ayrılmış. Birinci bölümde Afrika’da gerilla olarak konumlanan, yaşam mücadelesi verilen siyah tenli yöre insanlarını görüyoruz. İkinci bölümde ABD’ye göç edilmesiyle birlikte oradaki iş bulma kurumundaki kadınla ilişki bir kültür farkları komedisi getiriyor. Üçüncü bölümde ise ‘Sudan’a dönüş var.

        Margaret Nagle’ın yazdığı senaryo (ki Paramount için Lost Boys of Sudan adlı bir başka proje üzerinde de çalışıyor kendisi), aslında “Hotel Rwanda”daki (2004) Paul Rusesabaghina karakterine benzer bir kadını, Carrie’yi inceliyor. Savaştan, rejimden, soykırımdan kaçarak bir yere sığınmak isteyenlere kucak açmak ise burada yok. Sanki ona Amerikan Göçmen Ofisi’nin memurlarına bakan “Sınırı Geçmek”in (“Crossing Over”, 2009) omurgası uygun bulunuyor.

        Reese Witherspoon’un memur tiplemesi, tipiyle, dağınık eviyle tam bir bekar hayatı yaşıyor. Onu ilk görüşümüzün yataktaki erkeği bırakıp telefon açmasıyla gerçekleşmesi, fazlasıyla feminen, güçlü ve çapkın bir kimlik getiriyor. Wayne Kramer’ın filmindeki Ashley Judd ile aynı kurumda çalışıyor izlenimi bırakıyor sanki.

        WITHERSPOON İYİ, MİZAH NASIL?

        Witherspoon’a siyah saçlar yakışmış. Mimiklerle iş bitirebiliyor. Üç Sudanlı ile karşılaşmak, kapitalizm ile diktatörlük eleştirisini iç içe geçirmemizi sağlıyor. Buradan dokunaklı bir dostluk çıkıyor mu bilinmez. Doğrusunu söylemek gerekirse köleliğe de alan açan teokratik düzen, daha trajik ve önlenemez yaralar açmış. Kapitalizmin o kadar ileri gittiğini söylemek güç. Yönetmen filmin dramatik yapısını kültür farkları komedisine kaydırıyor kısa sürede…

        İlk iki filmdeki kadar olgun bir mizah yok. Örneğin bir Sudanlı karakterin ‘arabaya binelim, aa araba nasıl kullanılıyor?’ diye başlayıp ardından ‘böyleymiş’ deyip trafik kazası yaşaması gibi şapşallıklar filmin atardamarına dönüşüyor. Falardeau’nun rahatsız etmeden karamsar durabilen mizah anlayışı burada canlanmıyor. Aksine ayrımcı bir yaklaşım var.

        SİYASİ TUTUM DOĞRU MU?

        “Vallahi Ben Yapmadım”ın intihar eğiliminden trajikomedi çıkarma becerisini mumla arıyoruz. Ama mesele ilginç bir göçmen/mülteci filmine doğru ilerliyor. İncelemeye açık eser, ümit veriyor ve siyah tenlilerin Amerikan toplumundaki konumuna dikkat çekiyor. Bir şekilde ülkesinde hiçbir şey olmadan, eğitim almayan, savaşla, yaşam mücadelesiyle büyüyen ‘Sudan’ın kayıp çocukları’nın düştüğü durum tesir ediyor.

        Ama ‘Amerika her şeyi halleder’ gibi turizm bakanlığının ders cümlesi gibi biten film bu açıdan ilgi uyandırmıyor. Aksine ‘sömürgeci’ gözüküyor. Beyaz-siyah ayrımındaki ‘zeka’ farkı çok net yapılıyor zira…

        FİLMİN NOTU: 5.1

        Künye:

        İyi Bir Yalan (The Good Lie)

        Yönetmen: Philippe Falardeau

        Oyuncular: Reese Witherspoon, Arnold Oceng, Ger Duany, Emmanuel Jar, Corey Stroll

        Süre: 110 Dk.

        Yapım Yılı: 2014

        ŞİFA VE SANAT AYNI POTADA

        ABD’nin karlı ve egzotik bir yöresinde geçen olağandışı bir anne-oğul ilişkisi filmi… “Paramparça”, şahin, şifa, sanatçı ruhu ve daha fazlasını barındıran, hikaye kurgusuyla da serbestçe oynayan bir dil oturtmaya çabalıyor. Ama tüm bu malzemelerden bir hamur çıkaramıyor. Connelly, Murphy ve Laurent ise idare ediyor.

        Kadınların sorunlarını ele almasıyla bilinen Claudio Llosa, Peru kırsalından natüralizm tanımları çıkarmıştır. ‘Feminist’ bir sinemacı olarak nam salarken bilinmeyen yöresel gerçekleri yüzümüze vurmuştur. İlk filminde iki günlüğüne günahların geçerli olmadığı bir köyü, ikinci filminde hamileyken tecavüze uğradığı için kızını gerçek sütle besleyemeyen bir anneyi mercek altına almıştır. Her ikisinde de genç kızlar merkeze yerleşir.

        PERU’DAN ABD’YE

        Bu hikayeler fazlasıyla ‘din’ ve ‘siyaset’ yüklüdür. “Madeinusa” (2006) ve “Acı Süt” (“La Teta Asustada”, 2009) adlarıyla sevenlerini kavramaya çabalamıştır. Filmlerden birincisi Rotterdam Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü’ne ulaşırken, ikincisi Altın Ayı zaferine Oscar adaylığını ekleyerek dikkat çekmiştir. Llosa sinemasal açıdan sosyal gerçekçi geleneğin ötesine geçmeden meselesiyle oyalamıştır. Egzotik bir sosyopolitik gelenek yaratarak ‘vay be!’ tepkisine oynar.

        “Paramparça”da (“Aloft”, 2014) buzulllar arasından bir Amerikan toplumu portresi çıkarıyor yönetmen. Bu kez olağandışı anne-oğul ilişkisine bakıyor. 20 yıl sonra kaybolan oğlunu bulmak isteyen annenin feryatları, biraz sembolik, biraz şiirsel, biraz mistik ama fazlasıyla natüralist bir dille anlatılıyor.

        TONU TUTMAMIŞ BİR FİLM

        Aslında Llosa burada İngilizce diyaloglara da adapte olamamış. Ama onun meselesi yine şifacıya dönüşen ana kadın karakter yoluyla bir anlamda kendini Tanrı’nın lütuflarına bırakan insanoğlunun çaresizliğini ele almak. Ama bunu hiç sahici durmayan bir öykü omurgası ile gerçekleştiriyor. Jennifer Connelly’nin, Mélanie Laurent’nın çabası yeterli olmuyor.

        Laurent-Murphy ilişkisinin anne sevgisiyle kesiştiği noktada kimi karşılaştırmalar sinemasal haz veriyor. Ama “Paramparça” tonu tutmamış ve bir türlü ilerlemeyen bir üçüncü dünya ülkesi sineması örneğine dönüşüyor. Kurgudaki hareketlilik anlamsız bir başıboşluğa yol açabiliyor. Bu kaçınılmaz başarısızlıkta Connelly’nin Atıf Yılmaz usulü yaşlandırma makyajını ise unutmak istiyoruz! Karlar altındaki bir Amerikan semtinde “Kerkenez” (“Kes”, 1969) etkisi de barındıran öykü bunu duygusallık üzerine konumlandırıyor.

        FİLMİN NOTU: 3.3

        Künye:

        Paramparça (Aloft)

        Yönetmen: Claudia Llosa

        Oyuncular: Jennifer Connelly, Cillian Murphy, Mélanie Laurent

        Süre: 96 Dk.

        Yapım Yılı: 2014

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        44. Çocuk (Child 44): 3.5

        Altınlı Kadın (The Woman in Gold): 4.8

        Annie: 5.6

        Aşk Olsun: 3.2

        Aşk Uğruna (Suite Française): 3.8

        Azem 2: Cin Garezi: 2.2

        Bizim Hikaye: 2

        Burgonya Dükü (The Duke Burgundy): 4.7

        Cake: 5.3

        Cennet (Eden): 6.8

        Chappie: 6.5

        Citizenfour: 3.2

        Çekmeceler: 6

        Çekmeköy Underground: 4

        Çılgın Kalabalıktan Uzak (Far From the Madding Crowd): 3.2

        Danny Collins: 3.2

        Dönüm Noktası (The Humbling): 2.7

        Eksik: 4.9

        Fokus (Focus): 5.6

        Gece Takibi (Run All Night): 3.5

        Geronimo: 6.7

        Gizli Kusur (Inherent Vice): 6.3

        Hayvan Düşü: 5.5

        Helak: Kayıp Köy: 4.9

        Hızlı ve Öfkeli 7 (Furious 7): 3.8

        İçimdeki Balık: 5.5

        İntikam Kapanı (Everly): 4.7

        Kanunun Kuvveti (La French): 6

        Karadeniz (Black Sea): 6

        Kayıp Nehir (Lost River): 7.7

        Kendinol: 4.9

        Kırmızı: 2.8

        Kocan Kadar Konuş: 5.8

        Koro (Boychoir): 3

        Kuzular Firarda (Shaun the Sheep): 6.5

        Limonata: 2.7

        Mad Max: Fury Road: 6.5

        Marigold Oteli’nde Hayatımın Tatili 2 (The Second Best Exotic Marigold Hotel): 2.8

        Mihrez: Cin Padişahı: 5.5

        Niyazi Gül Dörtnala: 5.2

        Oflu Hoca’yı Aramak: 5.6

        Öğrenci İşleri: 2.5

        Peşimdeki Şeytan (It Follows): 8.2

        Piramitin Laneti (The Pyramid): 6.5

        Polis Akademisi Alaturka: 1.5

        Sebahat ile Melahat: 2.7

        Senden Bana Kalan: 5.5

        Sonsuz Bir Aşk: 2

        Şeytanın Kapısında (At The Devil’s Door): 5.6

        Şeytani Ruhlar (Demonic): 1.5

        Şans Ayağıma Geldi (The Cobbler): 7.7

        Tehlikeyle Flört: 5.6

        Tek Aşkım (The One I Love): 8.5

        Teksas Katliamı (The Texas Chain Saw Massacre): 10

        Tepecik Hayal Okulu: 6.6

        Terkedilmiş: 2.5

        Toprağın Tuzu (The Salt of the Earth): 3

        Toz Ruhu: 5.5

        Yenilmez: Ultron Çağı (The Avengers: Age of Ultron): 5.2

        Yolunda A.Ş. ÇinÇin Bağları Hikayesi: 1.8

        Zilin Sesi: 1.8

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar