Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kerem Akça, bu hafta vizyona giren filmleri değerlendirdi.

        17 TEMMUZ 2015 FİLMLERİ

        Sinema perdesindeki Marvel dünyasının yeni üyesi ‘Ant-Man’, 130 milyon dolarlık bütçesiyle arz-ı endam ediyor... Proje aşamasındaki sancılı süreci yansıtan eser, her şeye rağmen ‘minicik süper kahraman’ prototipiyle, parlak çıkış noktasıyla oyalıyor. “Ant-Man”, ‘Yenilmezler’le de bağ kuran hoş göndermelerle ‘Iron Man’ ile ‘Kaptan Amerika’nın yanındaki yerini alıyor.

        Usta bilimkurgu/fantastik yazarı Richard Matheson’ın romanından uyarlanan “Kendi Kendine Küçülen Adam” (“The Incredible Shrinking Man”, 1957) burun kıvrılan bir film olsa da sinema tarihinde önemli bir yere sahiptir. Hatta 1981’de bir de devam filmine malzeme olmuştur.

        KENDİ KENDİNE KÜÇÜLEN ADAM’IN ARDILI MI?

        B-tipi eserlerin, 50’lerde revaçta olan becerikli yönetmeni Jack Arnold’ın katkısıyla konusundan politik alt metinlerine kadar hayranlıkla izlenen, gerilimli ve belirleyici bir yapıt üremiştir. Scott Carey’nin ‘ani küçülme’si Nükleer Savaş metaforudur aslında. Fazla medenileşince global silahlara evet diyebilen, ‘canavar’laşan insanoğlunu, ‘ilkel’leştirme, ilk günlerine döndürme hamlesidir. Böylece doğa-insan çatışmasıyla bir test başlar. Film, bilimkurgunun savaş korkusuyla ilişkisine yeni bir soluk getirmiştir.

        Aslında bilimin bile çare olamadığı bir ‘hastalık’tır bu olay. Örümcekle mücadele sahnesi ise antolojiktir... Stan Lee-Larry Lieber-Jack Kirby üçlüsünün 1962’de yarattığı ‘Ant-Man’ çizgi romanındaki ana karakterin isminin Scott olması bir tesadüf müdür? Orası bilinmez. Ama resimli romanın 2015’te bir sinema filmine dönüştürülmesiyle Richard Matheson’ı anma olanağı buluyoruz. İtiraf edelim ki eldeki metnin çıkış noktası parlak. Zira olağanüstü güçlerle, kocaman cüsselerle iş bitiren, yenilmez süper kahramanlardan sıkıldık. Günümüzde mini minnacık bir kahraman tanımı görmek epey keyifli…

        AKRABALIK KURDUĞU FİLMLERE KARŞI GÜÇLÜ MÜ?

        Paul Rudd’ın katkısıyla bu duruma bir mizah da ekleniyor. Sıradan bir hırsızın, 1989’da savaş zırhı olarak tasarlanan kıyafetin içine girmesi ‘Iron Man’ benzeri bir teknolojik donanıma yol açıyor. Bilimadamının (Michael Douglas) mentörlüğü, alaycı tipi bu dönüşüme, yeniden doğuma hazırlıyor. Yellowjacket’a (Corey Stoll) karşı gelmek ise aslında biraz ‘çizgi film’ mücadelesini akla getiriyor. Michael Peña katkısıyla beliren Meksika aksanının yön verdiği montaj sekanslar filme bir dinamizm katıyor.

        Ama projenin geneline baktığımızda karınca ordusuyla ve uçan karıncayla ‘Ant-Man’in ilişkisi öne çıktığında geniş formata açılmayan 1.85:1 verimli olmuş. Dev karıncaların istilasına odaklanan meşhur B filmi “Them!” (1954) ile kurulan akrabalık bu anlarda çekici. Fakat bir yerden sonra entrikanın sıradanlaştıkça kendi kendini tekrar ettiği görülüyor. Özellikle 80. dakika geçilip ‘film bitecek’ hissiyatı yaratıldıktan sonra zorla 116’ya bağlama arzusu açığa çıkıyor. Final üstüne final gelmesi projenin alaycılığını baltalayıp, aksiyonu manasızlaştırıyor. Temsil, kimlik, yaratılış olarak bir emek var. Ama ‘Kick-Ass’, ‘Scott Pilgrim’, ‘Yeşil Yaban Arısı’ gibi anti-süper kahraman prototipleri kadar başarılı bir nokta konulmuyor.

        PROJE BATMASIN DİYE OLAN EDGAR WRIGHT’A OLMUŞ

        Peyton Reed memuriyet yaparak kendini kurtarma peşinde. Onun komedi filmleriyle tanınan Adam McKay’in önderliğinde Paul Rudd ile senaryoya son halini verdiği hissediliyor. Projeye 2003’te giren ve sayısız draft geliştiren Edgar Wright, 2014’teki deneme çekiminin ardından yönetmenliği bırakmıştı. Böylece modern İngiliz komedisinin dahiyane ismi, senarist koltuğunda Joe Cornish ile birlikteliğini de ‘fikir aşaması’ olarak yarı yolda bırakmıştı.

        ‘Scott’ adına karşın “Scott Pilgrim Dünyaya Karşı” (“Scott Pilgrim vs. The World”, 2010) gibi devrimci, interaktif bir başyapıt, çizgi roman uyarlaması cinliği çıkmıyor. Wright’ın oradaki estetik harikası rejisi burada canlansa çok farklı olurdu. Ama muhtemelen film yine batardı.

        KLASİK HOLLYWOOD KAFASI

        Bu haliyle bir Michael Cera, bir Jesse Eisenberg eksik. Hem de mizahi bölümler ruhsuzlaştırılmış gibi gözüküyor. McKay’in ve Rudd’ın senaryoya katkısı işi klasik bir komedi filmine götürüyor. Beceriksiz hırsız Scott’ın bu özelliği öyle bir törpüleniyor ki bir süre sonra hikayenin işleyişinden kopuyorsunuz. Aksiyon adına bakarsak yerin en altında, görünmeyen kahraman prototipi yaratıcı. Richard Matheson’ın mirasına da hoş bir şekil verilmiş. Ama Stoll’un kötü adam performansı fazla B sınıfı duruyor. Klasik Hollywood durum komedisi ana akıştan ayrı ilerliyor bazen…

        “Aşka Veda” (“Down with Love”, 2003), “Ayrılık” (“The Break-Up”, 2006), “Bay Evet” (“Yes Man”, 2008) gibi kaliteli romantik-komedi ve komedi filmlerinin müsebbibi Reed onlar kadar tonu tutturamıyor. Ama yine belli bir seviyeyi yakalıyor. Filme sanki Michael Douglas, 89’da ve günümüzdeki haliyle damga vuruyor. Böylesi yan rollerde daha fazla yer alması gerektiğini kanıtlıyor. “Ant-Man”in “Karınca Z” (“Antz”, 1998) ile kardeşlik ilişkisi kurduğunu da eklemek lazım.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Ant-Man

        Yönetmen: Peyton Reed

        Oyuncular: Paul Rudd, Michael Douglas, Evangeline Lily, Corey Stroll, Judy Greer, Michael Pena

        Süre: 116 Dk.

        Yapım Yılı: 2015

        ÖZGÜRLÜKÇÜ FİLM’DEN ‘TİCARİ ÜRÜN’E

        Daha çok ‘yarı çıplak Channing Tatum’ ve ‘striptiz sahnesi’ vaadiyle yola çıkan “Magic Mike XXL”, 70’lerin ruhunu akla getirip hayran bırakan ilk filmi sömürüyor. Ünlü kadın oyuncuların eklenmesi ‘kendini iyi hisset’ damarına yüklenme getirirken, orta bölümdeki yeraltı dünyası tasviri başarılı… Ama Soderbergh, görüntü yönetmeni, kurgucu ve yürütücü yapımcı olarak kalsa da ikiye katlanan bütçe, stüdyo müdahalesini açık ediyor.

        ‘Erkek cinsel arayışı’nı ele alan ‘striptizci filmi’ “Striptiz Kulübü” (“Magic Mike”, 2012), “Anadan Doğma”nın (“The Full Monty”, 1997) Amerika kıtası versiyonuna açılıyordu. Yoğun melankolisine, ağır temposuna, cesur cinsel içeriğine ve bağımsız ruhuna karşın ABD’de yüksek bir hasılat rakamı yakaladı. Tatum’un gerçek hikayesinden uyarlanmasının mükafatını aldı. Elbette filmin devamının gelmesi kaçınılmazdı.

        YÖNETMENLİK KOLTUĞUNDA SODERBERGH’İN YAPIMCISI VAR

        Ama ikinci filmin yönetmenlik koltuğunda, 10 yılı aşkın süredir Soderbergh’in filmlerinin yapımcılığını üstlenen Gregor Jacobs var. “Criminal” (2004) ve “Wind Chill” (2007) ile bilinen memur bir yönetmen aynı zamanda…

        Yani Steven Soderbergh gibi 25 senelik bir dahi direksiyona geçmiyor. Aksine takma adı Peter Andrews’la görüntü yönetmeni ve kurgucusu görevlerine geriliyor. Ayrıca kendine ‘yürütücü yapımcı’ pozisyonunu da uygun buluyor. İlk filmin 70’ler Amerikan sinemasının izole eden paranoyak atmosferini hatırlatan, temalarıyla ise Fransız Yeni Dalgası’nın cüretkar ve ahlaki katmanlarından bir şeyler alan anlayışı yine var.

        AMBALAJ YERİNDE, AMA MANTIKLI MI?

        Peter Andrews’un renklere, kameraya ve montaja el atması filmin lehine olmuş. Öyle ki burada da uzun planların, sabit kameraların öne çıktığı dingin bir ‘bağımsız sinema’ ambalajı var. Ama sahnelerin, niye ne sebeple yerleştirildiği, doğaçlama çıkıp çıkmadığı çok açık değil. Mike’ın striptizciliği bıraktıktan yaşadıkları bir başıboşluğa kayabiliyor.

        Joe Mangaiello’nun kendi şovunu yapmasına uzanan ilk 40 dakika, sahildeki varoluş sendromu hiç inandırıcı değil. Jacobs sanki tüm bunları inanmadan yapıştırmış gibi. Ama filmin orta bölümünde ‘siyahi hayat kadını/striptizci kadın’ tanımıyla birlikte Tatum’un da dinamizme eşlik ettiği görülebiliyor. O kısımdaki yeraltı dünyası tasviri ağzımızı açık bırakacak bir dinginlik, özgürlükçülük ve gerçekçilikle hayran bırakıyor.

        KADIN KİTLEYİ HEDEF ALAN ISMARLAMA SAHNELER

        ‘Magic Mike’ usulü ‘show business’, böyle canlanıyor. İlk filmdeki ‘boyutsuz çıplaklık’ iddiası yok burada. Aksine bolca konuşma var. Ama bunun altını doldurma adına kameranın elde dolaştığı, kırmızı renk filtresiyle bir parlaklık kattığı dünya bize tesir ediyor. Son 20-25 dakikada ise ‘kadın seyirciye testosteron şovu’ kısmı neye hikmet belli değil. “Şov Kızları” (“Showgirls”, 1995) ve “Striptiz”in (“Striptease”, 1996) kadın striptizcilere sömürerek teşhir malzemesi haline getirilen seksi vücutlar buraya da sıçrıyor. Böylece tabu yıkan bakışın yerini bir cinsel istismar filmi alıyor.

        Amber Heard’ün Tatum’un malzemesi olması bu şovu anlamlı kılıyor. Banks ve McDowell gibi eklemeler sanki ‘seksi striptizcilerin, jigoloların yanına gelmek isteyenler alındı, işlem tamam’ etkisi yaratıyor. Soderbergh’in dümenden uzaklaşması, yalnızlık melankolisini de devre dışı bırakmış. Röntgenci kamera açılarının sakinliğe kayıp ölçek adına bir tutarlılık barındırmaması üzücü. “Magic Mike XXL”, daha ziyade seks içerikli bir kendini iyi hisset filmi.

        Stüdyo müdahalesiyle gelen ilk 30 ve son 20 dakika atılsa, 80 dakikada güzel bir devam filmi olabilirmiş. Bu haliyle ise konuk oyuncu bolluğu ‘niye?’ dedirtebiliyor. ‘XXX’in yerine gelen ‘XXL’ de çok yakışıyor. Cinsel istismar filmini markalaştırıyor. Soderbergh evreninin ikinci serisinde “Ocean’s Twelve”den (2004) sonra bir ‘ikinci film’ daha hayal kırıklığı yaratıyor. Elbette yönetmenin şaşaalı kariyerini ve orijinal filmi düşününce…

        FİLMİN NOTU: 4.8

        Künye:

        Magic Mike XXL

        Yönetmen: Gregor Jacobs

        Oyuncular: Channing Tatum, Joe Manganiello, Juan Piedrahita, Elizabeth Banks, Amber Heard, Andie MacDowell

        Süre: 116 dk.

        Yapım yılı: 2015

        TAMARA DREWE’UN İKİZİ

        Vincente Minelli, Alesandr Sokurov, Claude Chabrol gibi isimlerin elinden geçmiş klasik romana yeni bir soluk mu? “Aşkın Dili” farklı bir deneme evet. Ama eylem planını sıkıcı Fransız sinemasına mahkum bırakıyor. Böylece Posy Simmonds’ın ‘Tamara Drewe’dan sonra ikinci beğenilen çizgi romanı da yanlış yönetmene emanet edilmiş oluyor.

        Bir kadının seks ilişkilerini ele alan ‘Madam Bovary’, 19. yüzyıl Fransa’sında geçen bir eser. Fransız edebiyatında realizm akımını başlatan Gustave Flaubert’in ilk ve en tartışmalı romanıdır. Sinema tarihinde de aslında cinsel ilişkiye girmek isteyen tutkulu kadınlar, şehvet dolu kızlar söz konusu olduğunda kaynak gösterilir.

        DEVRİMCİ UYARLAMA SOKUROV’DAN GELMİŞTİ

        Vincente Minelli’den Claude Chabrol’e, Alesandr Sokurov’dan Sophie Barthes’a uzanan birçok yönetmen bu klasik romana el atmıştır. Rus sinemasının ustası Sokurov “Save and Protect” (“Spasi i Sokhrani”, 1989) ile en yenilikçi uyarlamayı vermiştir. Orada çıplaklığa, cinsel tutkuya mercek oyunları, uzun planlar ve plan sekanslarla yaklaşım rakipsizdir. Ucu hipnoza da kayan minimalist sinema becerisi ise halen akıllardadır. David Lean’in “İrlandalı Kız”ının (“Ryan’s Daughter”, 1970) zeki bir serbest uyarlama olduğu da söylenebilir.

        Peki Fransız sanat sinemasının ‘sıkıcı’ ve ‘durağan’ figürü Anne Fontaine’in elinde bu kaynak nasıl gözüküyor? Posy Simmonds’ın hikayeyi modernize eden çizgi romanı ‘Gemma Bovery’ iyi temsil ediliyor mu? Öncelikle İngiliz oyuncu Gemma Arterton’ın girdiği bir Fransız kasabası var. Fontaine’in doğal renk kolaycılığı sayesinde ilk olarak ‘fırıncı ile İngiliz kızın aşkı’ üzerine bir Orhan Elmas filmine doğru ilerliyoruz. 40 dakikalık bölümde, yönetmenin özensiz duran boyutsuz sanat filmlerinden birini görüyoruz. Ancak zamanla ‘roman içinde roman’ tarzı bir yapboz olarak devreye giriyor. Ama bunun katmanları çok fazla kurcalanmıyor.

        Luchini’nin röntgenciliğiyle birlikte ‘Gemma Bovery’ adlı karakter, Madam Bovary’ye uygun hareket ediyor. Kocasının beldeyi terk etmesiyle birlikte iki-üç kişiyle tutkulu aşk yaşıyor. Kararı da kendi veriyor. Filmin orta bölümünde Arterton’ın cesareti üzerine kurulu hikayede cinsel özgürlük sahne alıyor. 90’ların Sharon Stone, Demi Moore prototiplerini akla getiren bir karakter tanımı canlanıyor. Özellikle Xavier Dolan filmleriyle çıkışa geçen genç Niels Schneider’le ilişki sahneleri, doğaçlamaya ya da oyuncu yönetimine bırakılınca işliyor.

        TAMARA DREWE’LA İKİZ FİLMLER

        Bunun ötesinde Luchini Türk kasabalarından çıkmış gülünç aşıklardan hallice... Son gelen çapkın Patrick’in varlığına bel bağlayan finaldeki kritik sahne hiç iyi çekilmemiş. Fontaine’in kamera yerleştirme ve kareleri kurgulama açısından zafiyeti, görsel sorunlarını açığa çıkarıyor. Bu sayede de enerjik bir uyarlama hedefinde sinemasızlık omurgayı esir alıyor. Öte yandan Flaubert’in eserinin ‘arsenik içme’ meselesinin çevrildiği nokta da çok akılcı değil.

        Ama Stephen Frears’ın Thomas Hardy’nin ‘Çılgın Kalabalıktan Uzak’ına uygun bulduğu modern uyarlama “Tamara Drewe” (2010) ile ikizlik bağı çok belirgin. Orada yine Gemma Arterton başroldeydi. İki yapıta da çizgi romanlarıyla kaynaklık eden karitürist ve illüstratör Posy Simmonds daha iyi perde versiyonlarını hak ediyor. Arterton-edebiyat ilişkisi ise bu bağlamda anılacak, bu vasat temsillerle, 90’ların ‘vamp kadın’ prototiplerini hatırlatan kadın tanımıyla öne çıkarılacaktır.

        Sözü geçen uyarlamaları klasik uyarlamalara tercih edip ‘farklı bir deneme’ olarak bir yere koyabiliriz. Ama Frears da, Fontaine de ‘çizgi roman’ arka planıyla baş edebilecek yönetmenler değiller. Misal direksiyona Vincent Paronnaud-Marjane Satrapi ikilisi geçse, ‘bir kadının tutkuları’ sıradanlaşmaz, aksine yaratıcılık dolardı.

        FİLMİN NOTU: 4.4

        Künye:

        Aşkın Dili (Gemma Bovery)

        Yönetmen: Anne Fontaine

        Oyuncular: Gemma Artenton, Jason Flemyng, Fabrice Luchini, Niels Schnneider

        Süre: 104 dk.

        Yapım yılı: 2014

        ALTERNATİF GÖÇMEN ÖYKÜSÜ

        Sadece son karesiyle bile hafızalara kazınabilecek “Bir Zamanlar New York”, 1920’ler Amerika’sından bir kadın hikayesi anlatıyor. Cotillard’ın canlandırdığı Katolik bir Polonyalının rüyalar ülkesinde yaşadıklarına bakıyor. James Gray’in 70’ler Amerikan sinemasının sakinliğini inatla tercih etmesi, ağır tempolu bir göçmen dramına alan açıyor.

        20’ler Amerika’sında geçen sayısız film izlemişizdir. Halkın zenginleştiği, içki ticaretinin, suç oranının arttığı, Al Capone’un ortaya çıktığı, dans kulüplerinin devreye girdiği, flapper kavramının doğduğu, fazlaca malzeme barındıran bir devirdir bu. James Gray, beşinci uzun metrajında bu on yıla farklı bir öykü yerleştirmeye çalışıyor. Kayıkla Polonya’dan New York’a yol alan iki Katolik kız kardeşin arasına sızıyor. Magda hasta olduğu için karantina altına alınıyor. Biz ise Ewa Cylbulska’nın burlesque dünyasında yaşadıklarına, Amerikan rüyasına adapte olma sürecine bakıyoruz.

        70’LER AŞKINDAN ASLA VAZGEÇMEDİ

        Bir patron, bir sihirbazla donatılan hikayenin damarında ağır tempolu olmak var. Gray, 70’ler Amerikan sinemasını sevdiğini daha önce ispatlamıştı. O dönemin Avrupa sineması etkisi onda eksiksiz canlanır. Belki de bu konuda Soderbergh, Clooney ve Chandor ile aynı gruba sokulabilir. 1994’te çektiği “Little Odessa” (1994) ile iki milyon dolarlık bir bütçeyle başarılı olmuştu.

        Berlin’de Gümüş Ayı’ya ulaştıktan sonra sonraki filmlerinde sürekli Cannes ana yarışmasında şansını denedi. Açıkçası onun gözünden Amerika’daki yozlaşmayı anlatan karakter dramaları, bazen fazla ‘insani’ durup hedefine ulaşmayabiliyor. Ama itiraf edelim ki, “İki Aşık” (“Two Lovers”, 2008) yönetmenin en derli toplu eseriydi belki de…

        GRAY GÜNÜMÜZDE İŞ YAPMALI

        “Bir Zamanlar New York” (“The Immigrant”, 2013) ise bir sinemacının dönem filmine uyum sağlama esnekliğini test etmemizi sağlıyor. Açıkçası son kareyi görüp bir ustalık sezebilirsiniz, onun başlangıçla bağlantısıyla da… Ama bütün filmin sanat yönetimi, ‘geniş kalibreden uzak dur, dar alanda iş bitir!’ gibi ucuzcu Türk yönetmenlerin işlerini de hatırlatmıyor değil.

        Açıkçası ağır tempo, göğüs-diz planlar bu duyguyu doğuruyor. Sakin bir dönem filminin içinde bize hayat kadınlığı da, aşk da, gammazlama da, cinayet de veriyor. Bir 1920’ler portresi usul usul ve retro ilerliyor. Polonyalı tanımının artık ‘Yahudi’ olarak anıldığını bildiğimizden burada vatandaş temsili biraz alternatif ve iddialı olmasıyla hatırlanacak. Ama tam olmuş bir film değil. Gray düşük bütçelerle çalıştığından günümüzde geçen filmlere odaklanmalı.

        Burada usta görüntü yönetmeni Darius Khondji’nin diyaframı kısıp ışığı içeri geçirme oranındaki özene bel bağlıyor. Yönetmenin, Joaquin Phoenix ile dördüncü beraberliğinde ‘oyuncu kimliği’yle yakalanan uyumu hissedebiliyoruz. Marion Cotillard ise kariyerine Lehçe konuştuğu bir karakter eklemenin haklı gururunu yaşıyor.

        FİLMİN NOTU: 5

        Künye:

        Bir Zamanlar New York (The Immigrant)

        Yönetmen: James Gray

        Oyuncular: Marion Cotillard, Joaquin Phoenix, Jeremy Renner, Angela Sarafyan

        Süre: 120 dk.

        Yapım Yılı: 2013

        ÇOCUK KAYBINA HİPNOTİK YAKLAŞIM

        Avustralya çöllerinde geçen psikolojik tarafı güçlü kayıp arama öyküsü, fırtınanın ortasından insanlığa açılıyor. Kim Farrant “Fırtınınan Ortasında”da ülke sinemasının öncü kadın yönetmeni Cate Shortland’in stilize ve hipnotik dünyasını izliyor. Riskli konusunu sömürüye kaydırmasa da film, açık alandaki büyüleyiciliğini dramatik dönüşlerde tekrarlayamıyor.

        Haftanın ilk film olmasıyla dikkat çeken yapıtı “Fırtınanın Ortasında”yı dün ele almıştım: http://www.haberturk.com/yazarlar/kerem-akca/1103962-cocuk-kaybina-hipnotik-yaklasim

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Fırtınanın Ortasında (Strangerland)

        Yönetmen: Kim Farrant

        Oyuncular: Nicole Kidman, Joseph Fiennes, Hugo Weaving, Maddison Brown, Sean Keenan

        Süre: 112 Dk.

        Yapım Yılı: 2015

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        A Most Violent Year: 6

        Ajan (Spy): 2.5

        Alkarısı: Cinnet: 2.5

        Araftaki Ev: 6

        Ayı Teddy 2 (Ted 2): 6

        Azem 2: Cin Garezi: 2.2

        Boynuzlar (Horns): 5.8

        Büyük Oyun (Big Game): 5.7

        Çıtır Kaçak Tehlikeli (Barely Lethal): 3.3

        Entourage: 2.7

        Escobar: Kayıp Cennet (Escobar: Paradise Lost): 4.9

        Gece Takibi (Run All Night): 3.5

        Hannas: 3

        Hayalet Dayı: 4.5

        Hayat Kitabı (The Book of Life): 6.9

        Hayatımın Şarkısı (La Famille Bélier): 3.8

        Haziran Yangını: 5.7

        Helak: Kayıp Köy: 5.2

        İntikam (The Salvation): 5.5

        İyi Biri: 3.3

        Jurassic World: 5.3

        Kabile (The Tribe): 3.8

        Kaçak Prenses (A Royal Night Out): 2.8

        Karanlık Yerler (Dark Places): 3

        Kötü Ruh (Poltergeist): 4.4

        Kuzu: 4.2

        Küçük Karmaşa (A Little Chaos): 5.4

        Marnie Oradayken: 5.7

        McFarland USA: 3.1

        Mihrez: Cin Padişahı: 5.5

        Mutlu Kuzular: 4

        Niyazi Gül Dörtnala: 5.2

        Oflu Hoca’yı Aramak: 5.6

        Olur İnşallah: 0.8

        Onur (Pride): 5.3

        Öldürmenin 3 Yolu (Kill Me Three Times): 5

        Ölüm Ormanı (Backcountry): 3.5

        Ölümcül Takip (Survivor): 3.3

        Ölümsüz Aşk (The Age of Adaline): 5.5

        Pişt: 1.2

        Ruhlar Bölgesi: Bölüm 3 (Insidious: Chapter 3): 5.3

        Saint Laurent: 7.2

        San Andreas Fayı (San Andreas): 2.5

        Self/Less: 3.7

        Siccin 2: 5

        Şeytan-ı Racim 2: İfrit: 2.8

        Taksi Tahran (Taxi): 3.8

        Tepecik Hayal Okulu: 6.5

        Tehlikeli Oyun (The Reach): 2.8

        Terminatör: Genisys: 6.2

        Ters Yüz (Inside Out): 7.5

        Vice: 4

        Yarının Dünyası (Tomorrowland): 3.5

        Yüzündeki Sır (Phoenix): 6.9

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar