Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        25 ARALIK FİLMLERİ

        Ufuk açıcı bir distopya… Sıra dışı bir absürd komedi… Özgün sahneleriyle anılacak bir bilimkurgu filmi… “The Lobster”, böylesi iddialı tanımlarla açıklanabilir, bunları hak ediyor da. Yunan sinemasının yükselen değeri Yorgos Lanthimos, yine ayrıksı, fakat bir “Köpek Dişi”ne, bir “Alpler”e imza atamıyor bu kez.

        WES ANDERSON ‘WESTWORLD’Ü ÇEKMİŞ GİBİ

        Ama bu güzel fikri heba edecek bir ikinci yarı geçirmesiyle otele tıkılan insanların kaderlerine uydurulan ‘araya absürd parça atalım’ stratejisine kayıyor. İnsanları hayvana dönüştüren otel fikri işin ucunu ‘Wes Anderson Westworld’ü çekmiş gibi’ deyişine kadar götürüyor. “Hayal Şehir”in (“Logan’s Run”, 1976) ‘hayat 30 yaşında bitecek’ kuralının bir benzeri canlanıyor. Romantik bilimkurgu “Kötü Kan”ın (“Mauvais Sang”, 1985) aşkın yasaklandığı distopyası da akrabalar arasında.

        Ama ilk 40-50 dakikanın ardından Farrell’ın yoluna çıkan Seydoux ve Weisz ile birlikte ipin ucu kaçırılıyor. Lanthimos sanki 10. filmindeymiş gibi çok serbest hareket etmiş. Filme uygun bulduğu görsel tutumun dışına çıkmıyor. Mat renkleri korurken, sabit açılar, kafa boşlukları bizi yabancılaştırıcı distopyaya davet ediyor. Ana karaktere ‘ıstakoz olmak istiyorum’ dedirtmek bile dahice!

        Ama bu Wes Anderson evreni zamanla Philip K. Dick romanlarının sakilliğine doğru ilerliyor. Ormandaki yavaşlatılarak çekilmiş av sahneleri dahice! Hatta daha da ileri gidersek filmi distopyalar arasında çok özlü bir yere koyabiliriz. Ama nedense bir noktadan sonra ‘sekse gerek yok artık!’ gibi bir içses yönetmeni etkisi altına almış. Üstelik bu kavramın yabancılaştırıcı yönüne bu kadar ihtiyaç varken…

        GÖSTERGELER VE İNGİLİZCE ANA DİL

        Bu da “The Lobster”ın orta metrajlı bir film olarak kolaylıkla noktalanacakken, kanırtarak 108 dakikaya bağlanmasını sağlıyor. Gömülmek, kör kalmak, işaret diliyle anlaşmak için üretilen çözümler çok sakil duruyor. Hatta şehre inip birilerine kimlik göstermek de sanki ‘stüdyo sonucu’ olarak görülüyor.

        Lanthimos “Köpek Dişi” (“Kyonodontas”, 2009) ve “Alpler” (“Alpeis”, 2011) ile yabancılaştırıcı fikirlerden ufuk açıcı ve tavizsiz filmler çıkarmıştı. Yunan halkının ahlaki ve ruhsal yapısını çok iyi analiz etmiş, iğnelemişti. Burada ise işi İngiltere’ye taşıyınca C. Reilly, Farrell ve Whishaw’dan sonuç alıyor. Her biri rezil olmayı, poker surat komedisine kaymayı umursamadan ona eşlik ediyor.

        Hatta burada ‘çift olarak yaşayacaksın!’ faşizmi günümüz diktalarının çok güzel bir alegorisi… Ama bu noktada filmin düşüşü de başlıyor. Son bir saatte hiçbir şekilde mantıklı bulunmayacak bir olay örgüsüyle yüzleşiyoruz.

        FAZLA RAHATLIK NASIL YANSIMIŞ?

        Bunun altından kalkmak için 60 yaşına gelmek gerekir mi bilinmez. Ama Lanthimos’a Yunan köklerinden kopmak çok iyi gelmemiş. Örneğin zaman zaman müziğe yüklenmek bir ‘kolaycılık’ getiriyor. Rachel Weisz’ın anlatıcı olarak kullanılması, ormanın ıssızlığına dikkat çekilmesi ise doğru bir anlatı hamlesi.

        Gün ışığında geçen sahneler bir yana distopyanın süper yavaş çekimle başlayıp katliam yapması fikri de ufuk açıcı. Ama bu gibi şeyler havada uçuşunca dağılan filmin kendini toparlaması kolay olmuyor. “The Lobster”, özündeki mucizevi fikri baltalayan, fazla rahatlığın mağduru bir film sanki. Filmi ‘distopik absürd-deadpan komedi’ olarak hatırlayıp, özgün sahneleriyle zihnimizin bir kenarına yerleştireceğiz. Türde denemeler yapan Truffaut’nun “Değişen Dünyanın İnsanları” (“Fahrenheit 451”, 1966) veya Godard’ın “Alphaville”i (“Alphaville, Une étrange Aventure de Lemmy Caution”, 1965) gibi baştan sona tutarlı bir bilimkurgu filmi olma şansını ikinci yarısında kaçırıyor.

        FİLMİN NOTU: 6.5

        Künye:

        The Lobster

        Yönetmen: Yorgos Lanthimos

        Oyuncular: Colin Farrell, Rachel Weisz, Ben Whishaw, Léa Seydoux, Angeliki Papoulia, Olivia Colman

        Süre: 108 dk.

        Yapım yılı: 2015

        YETER Kİ GÖNÜLLER BİR OLSUN

        Osmanlı tarihinde batışıyla bilinen ünlü Ertuğrul fırkateynini merkeze yerleştiren, onun etrafını ise Japon-Türk dostluğu ile saran bir tarihi epik denemesi. “Ertuğrul 1890”, 1890’da geçen ilk bölümündeki prodüksiyon kalitesinin çekiciliğini bile 1980’ler İran’ında yitiriyor.

        Amerikan sinemasının tarihine baktığımızda “Tora! Tora! Tora!” (1970) ve birbirini tamamlayan “Atalarımızın Bayrakları” (“Flags of Our Fathers”, 2006) ile “Iwo Jima’dan Mektuplar” (“Letters from Iwo Jima”, 2006) ilginç bir yere sahip. Bunlardan ilki Pearl Harbour saldırısını, diğer ikisi ise Iwo Jima cephesini hem Amerikalıların hem de Japonların gözünden anlatmıştır. Birincisinde Richard Fleischer ile Kinji Fukasaku-Toshio Masuda, geri kalanlarda ise Clint Eastwood savaşın başka bakış açılarını masaya yatırarak dikkat çekmişti.

        ‘TITANIC’-‘OPERASYON: ARGO’ ARASI

        “Ertuğrul 1890” ya da “Kainan 1890”da çok uluslu bir kadronun desteğiyle Japonya’da 1890’da batan Ertuğrul fırkateyninin hikayesini perdeye yansıtıyor. Yönetmen, senarist, görüntü yönetmeni Japon, sanat yönetmeni ve birçok oyuncu Türk. Aslında en baştan bir denge problemi var. Öte yandan ‘geminin batışı’yla yaşanan, 681 kişinin ölümünün yaratabileceği hüznü hiçbir şekilde göremiyoruz.

        Yani 1985’de Tahran’a, İran Devrimi sonrasına uzanan oryantalist bakışla, “Titanic”in (1997) yapısını “Operasyon Argo” (“Argo”, 2012) ile birleştirme kafası, Amerikancılığı tutmuyor. Görsel efekt süpervizörü Vincent Thomas’ın, görüntü yönetmeni Tetsuo Nagata’nın katkıları tartışılır. Aradaki ‘destansı aşk’ detayı pek yakalanamamış.

        SENARİST NİYE JAPON?

        İlk kısımdaki görsel efektler ve prodüksiyon da aslında genişe açılınca yapıştırılan gemileri belli ediyor. Özellikle yapım tasarımının başarısından söz etmek mümkün. 1980’lerdeki bütünden ayrı ve daha ucuz gözüken ikinci bölüm ise Türkiye’de havaalanında çekilmiş gibi. Tuhaf tepkilerle devreye giren manasız ‘reenkarnasyon’ hamlesi üzerimize üzerimize geliyor.

        Senaristin Japon olması, Kenan Ece’nin içsesini “Dersimiz: Atatürk” (2010) kıvamında bir didaktizme, sakilliğe hapsediyor. Böylece Ertuğrul 1890’la ilgili bir ilkokul sınıfında, çocuk filminde hissediyoruz kendimizi. Türkçe diyaloglar fazlasıyla gülünç. Filmde devamlılık hataları da görsel efektlere güvenme sebebiyle canlanıyor. Sanki prodüksiyona yüklenen Yeşilçam’ın dönem filmlerine biraz para katkısı yapılmış gibi. İki uluslu ve ‘gönüller bir olsun’ hedefli destansı aşk filmi “Birleşen Gönüller”in (2014) kısmi başarısı bile tekrarlanamıyor.

        FİLMİN NOTU: 3.5

        Künye:

        Ertuğrul 1890

        Yönetmen: Mitsutoshi Tanaka

        Oyuncular: Kenan Ece, Shiori Kutsuna, Naoto Takenaka, Uğur Polat, Mehmet Özgür, Tamer Levent, Murat Serezli

        Süre: 120 dk.

        Yapım yılı: 2015

        ‘ARMSTRONG YALANI’NI GÖRDÜK, ŞİMDİ SIRA ‘PROGRAM’DA

        2013’te başarılı belgeselci Alex Gibney’nin “Armstrong Yalanı”nda gördüğümüz doping skandalının kurmaca temsili... Stephen Frears, “Son Efsane”de Tom Hooper’ın görüntü yönetmeni, Danny Boyle’un senaristi ile çalışıyor. Sinematografiyi, kurguyu, oyuncuları iyi kullanıyor, ama geriye bir şey kalmıyor.

        Bisikletçi Lance Armstrong’un doping kullandığını kendi de itiraf etmesi, 21. yüzyıla damga vuran olaylardan biri. Onun 1999-2005 arasında galip bitirdiği Fransa Bisiklet Turu’nda olup bitenleri biz dışarıdan görüyoruz burada. Ama birebir yaşayanlar da var. Stephen Frears “Son Efsane”de (“The Program”, 2015) iyi bir teknik işçilik çıkartıyor.

        GELENEKSEL İRADE ÖYKÜSÜ YERLE BİR

        2013 tarihli Alex Gibney belgeseli olayı çok iyi özetliyordu. Televizyonda her şeyi itiraf eden Armstrong’un arkasına sığındığı detaylar akıllara durgunluk veriyordu. Burada sanki gerçek görüntüler geri plana itilmiş. Tom Hooper’ın filmlerinden kopup gelen Danny Cohen’in fıçılamaya alan açan ve genelde çarpık kullanılan kadrajı filmin atardamarı.

        Görüntü yönetmenine iş düştüğünde Ben Foster’ın psikolojisini ilk kareden itibaren çok iyi anlatılıyor. Çarpık dünyaya sinemasal anlam yüklüyor. 2.35:1’de bir anlatı cambazlığı var mı tartışılır. Arşiv görüntülerinin ötesinde Foster’ın kendisinin zamanda boş yere ileri geri gittiğini görüyoruz. Bu serbestlik geleneksel irade öyküsünü ya da dolandırma mizansenini yıkma açısından avantaj.

        ŞAŞKINLIK YARATMAKTAN UZAK

        ‘Program’a katılmak için can atan bir sporcu portresi çiziliyor. Aslında banyodaki kan çıkarılan sahne gerçekçilikte zirve yapıyor. Ama Frears’in arka planındaki ‘kitchen sink realism’ bunun dışında bir işe yaramıyor. Burada Amerikalı bir karakter kullanılıyor. Yönetmenin böylesi bir üslup, renk kullanmasının neye faydası, neye zararı var tartışılır.

        103 dakika da filmin bildik hikayesine göre fazla uzun. Araya giren bisikletli sahneleri, görsel yapıda özel hayatlar kadar yer tutmuyor. Kanser meselesi de, şike meselesi de çok öne çıkarılmıyor sanki. Frears “Armstrong Lie”ın yarattığı şaşkınlığı tekrarlayamıyor.

        Danny Boyle’un filmleriyle tanınan John Hodge’un senaryosu sanki kendine gereken parçaları alamamış. Film de Danny Cohen’in sinematografisine bel bağlamış. Kurgu da dramatik yapının plansızlığına adapte olunca, arada yavaşlayan hikaye kurgusundan bir anlam yüklüyoruz. Açıkçası Ben Foster ve Guillaume Canet’nin yüzleri pudra ve aşırı makyaj yemiş halleriyle diğerleri arasında bir tutarsızlık da var. Bu da “Son Efsane”yi Oscar projesi yapmıyor. Ama damardan bir kahramanlık, irade öyküsüne de dönüştürmüyor.

        FİLMİN NOTU: 5.4

        Künye:

        Son Efsane (The Program)

        Yönetmen: Stephen Frears

        Oyuncular: Ben Foster, Guillaume Canet, Chris O’Dowd, Lee Pace, Jesse Plemons, Dustin Hoffman

        Süre: 107 dk.

        Yapım yılı: 2015

        KÜRESEL ISINMA ÖNGÖRÜSÜ

        Seriye dönüşen “Neşeli Hayatlar”a (“Happy Feet”) ilham veren Oscar’lı “İmparator’un Yolculuğu”nun yaratıcısı Luc Jacquet’nin küresel ısınmayı konu alan belgeseli. “Buz ve Gökyüzü”; arşiv görüntüleri, söylemi ve incelediği karakterle dikkat çekecek, ama alanında klasik metotlarla sonuç arayan bir çalışma.

        Louis Malle “Sessiz Dünya” (“Le Monde du Silence”, 1956) ile bize Jacques Cousteau’nun gerçek yüzünü göstermişti. Emektar okyanus uzmanı, denizaltı sinematografisiyle göz kamaştıran ve Oscar ödülüne uzanan bir belgesele malzeme olmuştu. Luc Jacquet ise buzulbilimci Claude Lorius’u tanıtıyor.

        KARAKTERİ VE SÖYLEMİYLE ANILMAYA AÇIK

        Erimekte olan buzların küresel ısınmaya yol açtığını fark eden adamın görüntüleri, 1.33:1 ve 1.85:1 formatlarında aktarılıyor. İlkinin arşiv videoları, ikincisinin söyleşi parçalarıyla birlikte “Buz ve Gökyüzü”nün (“La Glace et Le Ciel”, 2015) bizi bir çeşit ‘karlı dağ macerası’na davet ettiği kesin. Jacquet, “İmparator’un Yolculuğu”ndan (“Le Marche de ‘L’Empereur”, 2015) sonra bir kez daha Antartika’ya bakıyor.

        Buzulların arasındaki yolculuk çarpıcı mesajlarla sarılıyor. Küresel ısınmanın çıkış noktasındaki kilit sorunlara, insanlığın sonuna dair yorumlarda bulunuluyor. Çevreciliği devreye sokan doğa belgeseli, anlatısından ziyade karakteri ve söylemiyle anılmaya açık.

        FİLMİN NOTU: 4.5

        Künye:

        Buz ve Gökyüzü (La Glace et Le Ciel)

        Yönetmen: Luc Jacquet

        Süre: 89 dk.

        Yapım yılı: 2015

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Açlık Oyunları: Alaycı Kuş – Bölüm 2 (The Hunger Game: Mockingjay – Part 2): 3.5

        Amy: 4.2

        Ali Baba ve 7 Cüceler: 3.2

        Annem (Mia Madre): 3.1

        Aşka Özgürlük (Freeheld): 2.9

        Azap: 1.4

        Bulantı: 3.9

        Casuslar Köprüsü (Bridge of Spies): 6

        Cin Kuyusu: 5.2

        Çok Pişmiş (Burnt): 4.1

        Düğün Dernek 2: Sünnet: 2.2

        Düşlerin Terzisi (The Dressmaker): 6.5

        Frankenstein: 4.2

        Gassal: 1

        Git Başımdan: 1.7

        Gizemli Gerçek (Secret in Their Eyes): 3

        Gizli Dosya (Truth): 3.5

        Goosebumps: 5.6

        Hayal Ülkesi (Jauja): 9.2

        Hayatın Kıyısında (By the Sea): 3.5

        İçimde Akan Nehir: 0.8

        Korku Terapisi (Regression): 5.5

        Küfa: Cin Kapanı: 2

        Life: 4.8

        Lolo: 3

        Ma Ma: 3

        Macbeth: 5.5

        Mantıksız Adam (Irrational Man): 4.8

        Marslı (The Martian): 3

        Mavi Gece: 3.4

        Mutlu Yıllar (Love the Coopers): 2.5

        Nadide Hayat: 2.5

        Nefesim Kesilene Kadar: 3.3

        Otel Transilvanya 2 (Hotel Transylvania 2): 5.3

        Pan: 5.5

        Paranormal Activity: Hayalet Boyutu (Paranormal Activity 5: Ghost Dimension): 2.5

        Pırdino Sürpriz Yumurta: 4.4

        Rüzgarın Hatıraları: 3.9

        Sakin Batı (Slow West): 5

        Snoopy ve Charlie Brown Peanuts Filmi (The Peanuts Movie): 5

        Solace: 5.6

        Son Cadı Avcısı (The Last Witch Hunter): 2.9

        Spectre: 4.1

        Star Wars: Güç Uyanıyor (Star Wars: The Force Awakens): 3.6

        Steve Jobs: 5.5

        Şeytanın Gecesi (Exeter): 4.5

        Takım: Mahalle Aşkına: 4.4

        Victor Frankenstein: 3.8

        Uzaklarda Arama: 3

        Yaktın Beni: 2.8

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar