Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        12 ŞUBAT FİLMLERİ

        Sahici, cüretkar ve zarif tarafıyla içine alırken, özdeşleşip ağlamak da isteyeceğiniz sancılı bir cinsel kimlik arayışı… “Danimarkalı Kız”, 20’ler Danimarka’sında bilinen ilk cinsiyet değiştirme ameliyatına bakıyor. Almodóvar, “İnci Küpeli Kız”ı çekmiş izlenimi bırakıyor. Dört dalda Oscar’a aday olan yapıt, ödül sezonunun en kayda değer filmlerinden, iyi oynanmış, iyi çekilmiş, iyi tasarlanmış bir çalışma… Oscar’da Alicia Vikander’ın ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ dalının favorisi olduğunu da ekleyelim.

        İskandinavya’nın kapalı, soğuk havası, puslu görüntüsü, bulutları birçok filme malzeme olmuştur. Burada ise mutlu bir evli çiftin kabusuna dönüşüyor. Bir korku filminden bahsetmiyoruz. Ama bu fonu arkasına alan hiçbir karakter, Gerda ve Einer Wegener kadar sahici olmamıştır şüphesiz... “Zoraki Kral” (“The King’s Speech”, 2010) ve “Sefiller”in (“Les Misérables”, 2012) görüntü yönetmeni Danny Cohen yine işbaşında diyebiliriz…

        EN ÖZGÜN RESSAM HİKAYELERİNDEN

        “Danimarkalı Kız” (“The Danish Girl”, 2015), 1920’ler Danimarka’sına, iki ülke vatandaşının hikayesine bakıyor. Entelektüel Gerda ve Einer aslında bir deneyin arifesinde. Einer yavaş yavaş bir trans bireye dönüşüyor. Yatakta bile kimyası iyi olan bu ikili puslu havanın doğasıyla yapay bir melankoliye sürüklenmiyor. Bu karamsarlık hiç de pespaye değil.

        Aksine Desplat’nın piyano ezgilerini kullanma detaycılığıyla hesaplı bir etkileyicilik depoluyor. Sanat yönetimi, kostüm tasarımı (İspanyol Paco Delgado müthiş bir iş çıkarmış) da dahil olunca tablo kıvamında iç mekan tasvirleri seyirciyi doyuruyor, büyülüyor. “Danimarkalı Kız”, belki de en özgün ressam hikayelerinden. Lili Elbe’nin kadınsı erkeğin modellik yapması akla bambaşka eserleri, olmamış “İnci Küpeli Kız”daki (“Girl with a Pearl Earring”, 2003) ‘model tiplemesi’nin klasikleşme sendromunu getiriyor.

        OBJEKTİF TERCİHLERİ FİLME USTALIK KATIYOR

        Ama Hooper burada klasik açı-karşı açı tekniğinden devamlılık kurgusundan uzak duruyor. Açı-mercek dengesinde “Zoraki Kral” ve “Sefiller” kadar tavizsiz değil. Ama net yakın plan-teleobjektif, orta plan-normal objektif çizgisi kullanmıyor. Sürekli köşeye sıkışmaya geniş açı objektifler yerleştiriyor. Dış mekanlarda balık gözü objektifler karakterlerin tabulara karşı geldiğini, sınırda olduğunu ortaya koyuyor.

        Trans dönüşüm hikayesi, tipik ‘oda filmi’ ya da ‘İngiliz miras filmi’ne yanaşmıyor. Aksine tavanları büyük bir dünyada arkadaki kitsch resim tablolarından, muhtemelen Gerda Wegener’in ‘art deco’ya uygun işleri, cazibeli ve soğuk bir dünya yaratıyor. Hooper’ın katkıları bir moral bozukluğunu, bir adapte olamamayı doğrudan hissettiriyor. Bu kez açı-mercek dengesizliğinden ziyade, döneme ve tutuculuğa uygun melankolik bir resim estetiği planlıyor. Görüntü yönetmeni Danny Cohen, besteci Alexandre Desplat ile birlikte Oscar’da hakkı yenen en önemli isim.

        ‘BİYOGRAFİK’ DAMAR ÇOK İYİ YERLEŞTİRİLİYOR

        Finale kadar aslında dönüşüm sahnesinde cinsel organını aşağı koyan Redmayne cesur. Bir sahnede Vikander’ın çıplak olarak kadın kıyafeti giyen Redmayne’e arkadan sarılması derken yatak hayatı fazlaca söz konusu oluyor. Bu noktada da aslında bize tesir eden bir tarihi trans dönüşüm öyküsü akıyor. “Laurence Anyways” (2012), “Yeni Kız Arkadaşım” (“Une Nouvelle Amie”, 2014) gibi filmlerle akrabalık her şeyin tuzu biberi gibi. Bunların açtığı kaliteli yola İngiltere’den katılıyor “Danimarkalı Kız”.

        Burada bir gerçeklik, ötekileşme var. Cinsiyet değiştirme ameliyatının sonuçlarından ‘normal insan-anormal insan’ farkına, ‘homoseksüel’ lafından daha fazlasına kadar toplumun tutucu ezberi ortaya konuluyor. Geçen yılki “The Imitaton Game”in (2014) her şeyi, karakterin eşcinsel olduğunu sona saklamasıyla ‘homofobik’ durması burada yok. “Danimarkalı Kız”, Oscar’a oynamıyor. Aksine zeki bir eşcinsel ressam biyografisi devreye giriyor.

        PSİKOLOJİK, PUSLU VE MELANKOLİK

        Cinsel kimlik sorgulaması da bu koldan bir Almodovar hassasiyetine uzanıyor. Hatta onun “İnci Küpeli Kız”ı çekmesiyle oluşacak şablonu izliyoruz. Redmayne filmin yaklaşık üçte birlik dilimindeki dönüşüm ismi ya da Lili Elbe kimliği çok cüretkar. Redmayne tek kıyafetle ve ötesine geçmeden değil, etkili bir psikolojik debelenme ile onu kavrıyor. Fedakar kadın tiplemesi onu korurken ses tonundan donuk yüz ifadelerine kadar filmi sırtlayan unsurlardan birine dönüşüyor.

        Redmayne daha arkada kalıp Vikander’ın önünü açıyor. Ona genç yaşta Oscar adaylığı, ödülü getirmek için çabalıyor. Zaten yardımcı kategoriye kaymasıyla bu başarılı performansın geri dönüşünü alacak gibi Vikander. Puslu havadan beslenen anlatıda Ben Whishaw gibi oyuncular da ‘ekstra destek’ olarak bir işleve bürünüyor.

        “Danimarkalı Kız”, Todd Haynes’in ustalıklı “Carol”ıyla birlikte yılın kutsal aileyi yıkma çabasının örneği. Ama onun seviyesine ulaşmayı ‘melodram’a fazla kaymasıyla yitiriyor. Burada yatak kimyasının tuttuğu bir çiftin ulaştığı özgürlükçülük, bir stüdyo filmi için şaşılası duruyor. Elbette biraz daha cinsel etkileşimin üzerine gidilip tutkulu bir seks sahnesi çekilse, daha bağımsız yönetmenlere yakın olunabilirdi. Biseksüel, lezbiyen, trans veya heteroseksüel olmak, batıda tabu değil.

        FİLMİN NOTU: 6.5

        Künye:

        Danimarkalı Kız (The Danish Girl)

        Yönetmen: Tom Hooper

        Oyuncular: Alicia Vikander, Eddie Redmayne, Amber Heard, Ben Whishaw, Matthias Schoenaerts

        Süre: 121 dk.

        Yapım yılı: 2015

        HINZIR VE EĞLENCELİ, AMA ŞAŞIRTMIYOR

        Marvel’in yaratıcı çizgi roman uyarlaması, ‘anti-kahraman’ motifinin etrafında dolaşan hınzır ve eğlenceli bir fantastik komedi… “Deadpool”, iğneleyici isminden başlayarak sözlü esprilerle, üslup numaralarıyla ve daha nicesiyle ezber bozuyor. Sanki “Kick-Ass”i “The Crow”la birleştirerek ‘2000 sonrası’na uygun bir suç komedisine evriliyor.

        Çizgi roman uyarlamalarındaki artışla birlikte ‘alternatif’ karakter arayışları devreye girdi. Marvel’in karınca boyutundaki “Ant-Man”den (2015) sonra projelendirdiği “Deadpool” (2016) bunlar arasında nasıl duruyor? 1991’de yaratılan ‘anti-kahraman’, X-Men evreninde de kendini yer buluyordu. Bugünlerde ise aslında “X Men Başlangıç: Wolverine”in (“X-Men Origins: Wolverine”, 2009) yan karakterini merkeze yerleştiren bir çeşit ‘yan bölüm’ canlanıyor.

        KENDİ KENDİYLE VE KLİŞELERLE DALGA GEÇEN BİR FİLM

        Açıkçası bu delidolu tipleme, “Zombieland”le (2009) tanınan Fabien Nicienza-Rob Liefeld senarist ikilisine teslim edilmiş. Bu sayede de sözlü esprilerle her şeyi iğneleyen, gore (kan oranı) dozu yüksek bir suç komedisi izliyoruz. ‘Taken’dan ‘Keira Knightley’ye uzanan sinema göndermeleri görülmeye değer. Bunlar ‘nokta atışı’ dururken aslında aralara eklenen klişeleri topa tutma, güçlerle dalga geçme bölümleri de gayet tutarlı.

        Zaten “Deadpool”, başlangıcından itibaren dördüncü duvarı da yıkarak kendiyle dalga geçen bir film ve karakter servis ediyor. Gördüğümüz en zeki açılış jeneriklerinden birinde, film karesinin donmasıyla ‘isimler’i değil motifleri görüyoruz. Kapanış jeneriğindeki sürpriz sahneye de dikkat derim! Karakter ise sanki mizahi anti-kahraman geleneğiyle “Scott Pilgrim Dünyaya Karşı” (“Scott Pilgrim vs. the World”, 2010), “Kick-Ass” (2010), “Yeşil Yaban Arısı” (“The Green Hornet”, 2011) gibilerine ekleniyor.

        Bunlar arasında “Kick-Ass” kadar yaratıcı değil. “Scott Pilgrim Dünyaya Karşı” kadar estetik atılım yapabilecek bir başyapıt da olamaz. Ama sanki bir ‘suç komedisi’ olarak sonuncunun yanına ekleniyor. Sanki bunların formülü “Karanlık Adam” (“Dark Man”, 1990), “The Crow” (1994) gibi filmlerde gördüğümüz hikaye, dramatik yapı ve motivasyonla besleniyor. 90’lar ruhu geri geliyor.

        KÜLT OLACAK KARAKTERLER

        “Deadpool”, çok sert bir intikam çeşitlemesi gibi. Ryan Reynolds’ın paralı asker olarak çalışırken, kansere yakalanması ve birileri tarafından ölüme terk edilmesi sonrası yapmak istedikleri anlatılıyor. “İnfazcı” (“The Punisher”, 2004) kadar net B-tipi motifler yok. Aksine her şeyi ti’ye alan, sinematografik açıdan da hızlıca kaydırılan kamerayı işlevsel kullanan çalışmada bir akıcılık var.

        Ama metalik renkler öne çıksa da çizgi roman estetiği adına bir atılımdan söz edemeyiz. Tüm bunların aksine film, 90’lardan eskimiş hikayeyi ‘anti-kahraman komedisi’ne çevirmesiyle anılmalı. Morena Baccarin, Ed Skrein, Gina Carano “Deadpool”a B-tipi bir hava da katmıyor değil. “Scott Pilgrim Dünyaya Karşı”nın görsel efekt süpervizörü Tim Miller için ‘işçilik’ açısından net bir başarı görmüyoruz. Ama sürekli iğnelenen Colossus ve Negasonic Teenage Warhead tiplemeleri kült olur. Yeteneği tartışmalı Ryan Reynolds’a ise yüzünü kapatmak ve kendini ciddiye almamak yaramış.

        FİLMİN NOTU: 6.1

        Künye:

        Deadpool

        Yönetmen: Tim Miller

        Oyuncular: Ryan Reynolds, Morena Baccarin, Ed Skrein, Karan Soni

        Süre: 108 dk.

        Yapım yılı: 2016

        ‘SOSYAL MEDYA’ HAYATI NE YÖNDE ETKİLİYOR?

        Sinema ekranını Facebook, Twitter, WhatssApp yazışmaları ve akıllı telefon görüntüleriyle donatarak ‘interaktif’ yollar açan bir siber gençlik komedisi… “Hes@pta Aşk”, samimi, iyi yazılmış karakterleri ve interneti merkeze yerleştiren hikaye yapısıyla da oyalıyor. Gönenç Uyanık, belki de bu topraklarda “Sınav”dan bu yana üretilen en oturaklı gençlik komedisine imza atıyor ve sosyal medyanın hayata etkilerini keşfe çıkıyor.

        Geçen sene izlediğimiz Serkan Özarslan imzalı “Kendinol” (2015) görmediğimiz bir melez türü sinemamıza sokmuştu. ‘Siber gerilim filmi’, internetin sosyal hayatla ilişkisinin, bilgisayar ekranının korkutuculuğunu gözler önüne seriyordu. 2016’da ise Gönenç Uyanık, onunla kardeş bir filme, bir ‘siber gençlik komedisi’ne imza atıyor.

        “Hes@pta Aşk”, yılın umut vaat eden tür filmlerinden biri olacak gibi. İki kız arkadaşın, Ezgi ve Didem’in Ankara’dan İstanbul’a yaptığı yolculuğu anlatıyor. Amaç ise ‘Facebook’ta tanışılan bir aşık… Ama işin içine iki erkek, bir kardeş ve annelerle birlikte çeşitli dalavereler giriyor. Erhan Acar’ın dinamik kurgusu, ve aralara iliştirilen zeki görsel efektlerle film günümüzün metropol manzarasını anlamlı hale getiriyor. Görüntü bindirmelerin yaratıcılığına (özellikle kuşbakışı İstanbul görüntüsü çok iyi) paralel kurgu da ekleniyor.

        “Moral Bozukluğu ve 31”in (2009) ortak yönetmeni Uyanık, bu kez biçimci bir işe imza atıyor. Akıllı telefon ekranı, Facebook, Twitter, Whatsapp ve Instagram’da gördüğümüz paylaşımları veya yazıları 2.35:1 formatının çeşitli yerlerine yerleştiriyor. Bu tekniği ilk kullanan bizim bildiğimiz, belirleyici “Lily Chou-Chou Hakkında Her Şey” (“Riri Shishi No Subete”, 2001) ile Shunji Iwai idi. Buradaysa önde akan aksiyon, aşk ve macera dolu koşuşturmaca profesyonel bir ‘siber ambalaj’la sarılınca anlam kazanıyor.

        İNTERNETLE İLİŞKİYİ SAMİMİ DİYALOGLARLA AKTARIYOR

        Dünyada böylesi üslup ve tür denemeleri söz konusu olduğunda özellikle ‘komedi’de başarılı olanlar çok az. Bu sebeple de belki de “Sınav”dan (2006) bu yana en oturak gençlik komedisini takdir etmeliyiz.

        Samimi oyunculukları (belki iki erkek hariç), ebeveynlerin ve farklı kuşakların internete yaklaşımı üzerinden başlayan bir gerçekçilik akıyor perdeden. Özlem Çakar, Caner Özyurtlu en iyi oyuncular. Ama Burhan Öçal’lı final sekansının aceleye getirildiğini es geçemeyiz.

        FİLMİN NOTU: 5.1

        Künye:

        Hes@pta Aşk

        Yönetmen: Gönenç Uyanık

        Oyuncular: Meriç Aral, Derya Şensoy, Özlem Çakar, Kaan Büke, Fırat Altunmeşe, Bennu Gerede, Caner Özyurtlu

        Süre: 95 dk.

        Yapım yılı: 2016

        DÜNYANIN EN AMATÖR YÖNETMENİ OLABİLİR

        Görebileceğimiz en acemi kamera kullanımını, en boyutsuz kurgu tercihlerini, en kirli görsel yapıyı ve en basit diyalogları içeren aşk filmi… “Dünyanın En Güzel Kokusu”, izinsiz olarak 2011 tarihli bir Amerikan bağımsızından çekilip alınan çalıntı fikirle de eleştirilmeye açık. Sektörde ucuz filmleriyle şan yapan Mustafa Uğur Yağcıoğlu’nun projeye tutulması, Rıza Kocaoğlu ile Tuba Ünsal’ın emeklerini baltalamış.

        Bir yönetmenin çöp (trash) komedi/romantik-komedi filmlerinin unutulmaz ismi olmaya doğru giderken hala film çekmesini nasıl yorumlayabiliriz? Elbette ülke sinemasının ayakları üzerine oturmaması ve ucuz üretimin alışkanlık haline gelmesiyle… “Dünyanın En Güzel Kokusu”, kağıt üstünde Ömer Faruk Sorak’ın danışmanlığı, genel yönetmenliği ya da süpervizörlüğüyle bir kalitenin sözünü veriyor.

        TRASH KOMEDİ FİLMLERİNİN UNUTULMAZ YÖNETMENİ OLUR MU?

        Ancak bu vaadi Mustafa Uğur Yağcıoğlu ile yerine getirmek mümkün değil. “Sizi Seviyorum” (2009) gibi fantastik romantik-komedi, “Şov Bizınıs” (2010) ve “En Güzeli” (2015) gibi komedi filmlerinin ‘çöp’ eğilimiyle bilinen yönetmeni duruyor karşımızda. Bu sebeple de Cihan Gedik-Metin Dağ ikilisinden oluşan, biri TV’ci, diğeri belgeselci ‘görüntü yönetmeni ekibi’ gerçek bir faciaya yol açıyor.

        Bunların çaylak rejisörle birliktelikleri ondan alışık olduğumuz ‘kafaların kaçırıldığı çerçeveler’, ‘kolay üretimi hissettirmeye çalışan zorlama geniş açılar’, ‘sallapati çalışmanın ürünü uzun planlar’ ve ‘çamur gibi renkler’ getiriyor. ‘Kurtarma yazılısı’na hazırlanmış bir öğrencinin işi gibi duran kurguya hiç girmeyelim.

        HİKAYE “MÜKEMMEL PLAN”DAN ALINMIŞ

        Kocaoğlu-Ünsal ikilisinin Amsterdam’daki ‘dergi çekimi’nin montaj sekansla karıştırılması bardağı taşıran son damlalardan. Açıkçası diyaloglar da hiç başarılı değil. Yağcıoğlu senaryo konusunda da tökezliyor bir kez daha. ‘Karaktersiz’ yola çıkan Kocaoğlu ile Ünsal’ın doğaçlama yaptığını, ya da ‘rol kes!’ emriyle hareket ettiğini görüyoruz.

        Tüm bu teknik acemilikler sayesinde “Dünyanın En Güzel Kokusu”nun Jennifer Westfeldt’in “Mükemmel Plan”ından (“Friends with Kids”, 2011) alınan yan hikaye yoluyla beliren ‘yasal olmayan yarı-yeniden çevrim’ çabasını umursamayacak hale geliyoruz. Orada yıllardır arkadaş olan Westfeldt (Julie) ile Adam Scott’ın (Jason) bebek sahibi olma kararları ‘çok hikayeli bir romantik-komedi’nin bir parçasını oluşturuyordu. Burada ise iki karakterin üzerine giden bir ‘duygusal-dram’ var. Filmografisinde ‘çöp film arşivi’ yapmayı kafaya koyan Yağcıoğlu’nun halen üretmeyi sürdürmesi ise dehşet verici…

        FİLMİN NOTU: 0.9

        Künye:

        Dünyanın En Güzel Kokusu

        Yönetmen: Mustafa Uğur Yağcıoğlu

        Oyuncular: Rıza Kocaoğlu, Tuba Ünsal, Burak Altay, Esra Ruşan, Açelya Akkoyun

        Süre: 85 dk.

        Yapım yılı: 2016

        GÜZEL DOĞA VE SEVİMLİ KÖPEKLER EŞLİĞİNDE ROMANTİZM

        Popüler bir romancının 11. sinema uyarlaması, ağlak bir aşk filminin ötesi değil. “Aşkın Seçimi”, didaktik diyaloglara, mest eden doğaya, sevimli köpeklere, yarı çıplak erkek vücuduna başvurarak prim yapma peşinde. Bunu becerirken, fena olmayan rejisi ve iyi kadın başrol performansıyla birazcık tatmin edebiliyor. En azından geçen sene izlediğimiz Sparks uyarlaması “Seninle Bir Ömür”ün bir tık üzerinde.

        Açıkçası daha ziyade ergenlerin arasında geçen duygusal etkileşimler onun kalemi oluyor. 2016’daki adres ise 2007’de çıkan romanın uyarlaması: “Aşkın Seçimi” (“The Choice”). Diyaloglara, senaryoya baktığımızda, gençlere ders veren didaktik mesajlar havada uçuşuyor. Dramatik yapıdaki bu kolaycı tutum, ‘gözyaşı’ etkisi yaratacak dönüşlerle de klişe bir formül üzerine kurulmuş.

        İMRENİLECEK AŞK İÇİN WILMINGTON SEYAHATİ

        Ama ilk filmiyle 2009’da Sundance’te yarışan Ross Katz, yalın mumblecore denemesi ve sıra dışı üçlü ilişki komedisi “Yetişkin Çaylaklar” (“Adult Beginners”, 2014) ile de ‘yönetmenlik sanatı’ üzerine düşündüğünü göstermişti. Kameranın nereye yerleşeceğini, kurgunun hangi anda filmi hızlandıracağını iyi biliyor. Seyircinin hikayeyle, karakterlerle ilişkisini baltalamıyor. Elbette nehir kenarındaki müstakil evde güzel doğa manzaraları, sevimli köpekler de ‘imrenilecek aşk’ tanımına çok şey katıyor. North Carolina’nın liman şehri Wilmington ziyaret edilme arzusu yaratıyor.

        “Aşkın Seçimi”nde “Sıcak Kalpler”den (“Warm Bodies”, 2013) bildiğimiz sarışın Teresa Palmer performans olarak bir kalite getiriyor, Tom Wilkinson da. Ama “Vampir Avcısı: Abraham Lincoln”ün (“Abraham Lincoln: The Vampire Hunter”, 2012) Benjamin Walker’ının yakışıklılığın, güzel bedenin ve poz vermenin ötesine geçtiği söylenemez. Boş mesajlar, kaslı vücudu gözümüze sokulan romantik erkek sevgili ve içimizi ferahlatan doğanın ‘ağlatmama’ şansı çok düşük.

        FİLMİN NOTU: 3.5

        Künye:

        Aşkın Seçimi (The Choice)

        Yönetmen: Ross Katz

        Oyuncular: Teresa Palmer, Benjamin Walker, Tom Wilkinson, Maggie Grace

        Süre: 112 dk.

        Yapım yılı: 2016

        HAFTANIN EN İYİSİ ‘SESSİZ ÇIĞLIK’I DÜN YAZMIŞTIM

        Bir ölüm üzerinden ABD’nin Ortadoğu politikalarını eleştirmeye kalkışırken araya da alışık olduğumuz temalar, formüller ilave eden, her izleyişte farklı anlamlarla okunabilecek bağımsız bir film… “Sessiz Çığlık”, savaş fotoğrafçılığından işlevsiz aileye bağlanırken enfes bir kurgudan beslenen yaratıcı bir sinema dilinin peşinde. Yabancılaştırıcı yan öğelerle sarılı Amerikan ailesinin acılarının, Irak Savaşı’ndaki ölümlerden daha gürültülü ve bunalımlı olduğuna dikkat çekip, ‘dışarıya değil, içinize bakın!’ uyarısı yapıyor.

        “Sessiz Çığlık”ı (“Louder than Bombs”) dün kaleme almıştım:

        FİLMİN NOTU: 7.2

        Künye:

        Sessiz Çığlık (Louder Than Bombs)

        Yönetmen: Joachim Trier

        Oyuncular: Gabriel Byrne, Jesse Eisenberg, Isabelle Huppert, Devin Druid, David Strathairn, Rachel Brosnahan

        Süre: 109 dk.

        Yapım yılı: 2015

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Alvin ve Sincaplar: Yol Macerası (Alvin and the Chipmunks: The Road Chip): 3.7

        Baskın: Karabasan: 7.7

        Bizans Oyunları: Geym of Bizans: 3

        Buz ve Gökyüzü (La Glace et Le Ciel): 4.5

        Büyük Açık (The Big Short): 4.5

        Dedemin Fişi: 3

        Carol: 7.5

        Creed: Efsanenin Doğuşu (Creed): 5.4

        Çılgın İhtiyar (Dirty Grandpa): 5.5

        Dedemin Fişi: 3

        Delibal: 3

        Denizin Ortasında (In The Heart of the Sea): 5.8

        Diren! (Suffragette): 3.5

        Diriliş (The Revenant): 6.2

        Düğün Dernek 2: Sünnet: 2.2

        Ertuğrul 1890: 3.5

        Gençlik (Youth): 3.8

        Hep Yek: 4.1

        Her Şey Aşktan: 4.5

        İftarlık Gazoz: 5.5

        İyi Bir Dinozor (The Good Dinosaur): 3

        Joy: 6.5

        Kardeşim Benim: 4.4

        Kocan Kadar Konuş: Diriliş: 4.6

        Köstebekgiller 2: Gölge’nin Tılsımı: 3.2

        Kötü Kedi Şerafettin: 7

        Point Break: 5.3

        Son Efsane (The Program): 5.4

        Spotlight: 2.5

        Star Wars: Güç Uyanıyor (Star Wars: The Force Awakens): 3.6

        Steve Jobs: 5.5

        Şevkat Yerimdar 2: Burada Sakat Çok: 3

        The Club (El Club): 7.8

        The Hateful Eight: 6.5

        The Lobster: 6.5

        Yalan Labirenti (Im Labyrinth des Schweigens): 3.1

        Zor Saatler (The Finest Hours): 2.6

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar