Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Martin Scorsese’nin 70’lerde “Arka Sokaklar” ile renkli sinemaya soktuğu stilize gangster filmi geleneğinin Türkiye şubesi. Yani “Baba”nın ‘yönetmen gözlü’ rakibinin ülkemize uyarlanmış versiyonu diyebiliriz. Yönetmen Erhan Kozan’ın, henüz ilk filmi “Çakal” ile içimizden birinin suç eğilimi göstermesini ele alırken yalnızlık, toplumsal açıklar ve sosyal dayatmaların üzerine giderek de gangster filminin gereklerini yerine getirdiği söylenebilir. Snorricam adlı kamerayı Türk sinemasına sokan, bunun yanında vinç, dolly gibi kameraları ve iç ses, sıçramalı kurgu, açı çeşitleri gibi anlatı tekniklerini çok iyi kullanan bir eser var karşımızda. “Kabadayı”, “Kara Köpekler Havlarken”, “Hoşgeldin Hayat” gibi başarısız tür örneklerimiz arasından sıyrılmakta sıkıntı çekmeyen bir yapıt “Çakal”. Bu doğrultuda da ‘Türk sineması için aranan gangster filmi sonunda bulundu’ yorumunu yapmak mümkün.

        Takvimlerimiz 1973’ü gösteriyordu. “Baba” (“The Godfather”, 1972) çekileli bir sene olmuştu. Ancak Yeni Hollywood’un Godard’ı olarak bildiğimiz Martin Scorsese gerçek anlamda ilk gangster filmini işte o sene verdi. Robert De Niro ile Harvey Keitel’i buluşturan “Arka Sokaklar”ın (“Mean Streets”) hedefi klasik dönemin suç filmlerinin estetiğini renkli hale getirerek stilize bir dünya yaratıp dönemin ‘dönüşüm’ amacına ayak uydurmaktı. Bunun için de dilsel numaralardan hafif biçimci bir evren çıkarıyordu karşımıza.

        “Arka Sokaklar”ın Türkiye şubesi

        Kırmızı filtreli bar portrelemesinden snorricamin (oyuncuya bağlanan kamera tipi) ilk kez sinemaya sokulmasına kadar sayısız öğesiyle hala akıllardan çıkmayan bu eser şimdilerin Guy Ritchie sinemasında kara komediye dönüştü. Ancak etkisini bağımsız ruhlu projelerde ve kimi yönetmenlerde sürdürmeye devam ediyor. İşte Erhan Kozan da Scorsese’nin Coppola’nın “Baba”sının epik gangster filmi eğilimine karşı stilize gangster filmi formülünü rekabete sokan filmi “Arka Sokaklar”dan esinlenen yönetmenler arasına katılıyor bu ilk filmiyle.

        Belki “Çakal” için ‘Biraz geç kalmadı mı?’ yorumu yapılabilir. Ancak bunun da sebebi Türk sinemasının ancak son beş senede böylesi hevesli ve sinemasever yönetmenlerin yolunu açacak bir endüstriye kavuşması. Öyle ki burada gangster filmi alanına hakim, kara film estetiğini bilen bir yönetmenin işini izliyoruz. Uzun lafın kısası, Scorsese’nin “Arka Sokaklar”ını türün çok önemli bir mihenk taşı olarak gören bir yönetmenin denemesiyle yüzleşiyoruz.

        Ulusal tür örneklerinin arasından sıyrılmakta sıkıntı çekmiyor

        Bütün dilsel numaralarıyla bir bütün oluşturmasının yanında soğukkanlılığını her daim koruyan bağımsız ruhlu bir gangster filmi bu. Erhan Kozan’ın da sinefil yönetmenlerimiz arasına adını altın harflerle yazdırmasını sağlıyor. Bunu yaparken ‘kültürel’ anlamda herhangi bir sıkıntı çekmemesi de becerisine beceri katıyor.

        Belki 90’ların milyonlu paralarını kullanıp arka plana son Rambo filminin afişini yerleştirmesi gibi zamansal devamlılık sorunları veya bazı bölümlerde sarkan oyunculuklar mevcut. Ancak genel anlamda bakınca “Çakal”ın adını, “Hoşgeldin Hayat” (2004), “Kara Köpekler Havlarken” (2009), “Kabadayı” (2008) gibi türe ait örneklerin verildiği ülkemizde bu alanın kaymak tabakasına yazmak mümkün.

        İstanbul’un sosyal yapısı içindeki çıkışsızlığı suç meselesiyle perdeye taşımış

        Bu noktada da aslında İstanbul’un insanı yiyip bitiren yeraltı dünyasını mafyanın arasına giren yalnız bir bireyin üzerinden anlatma konusunda başarısı ortaya çıkıyor. İsmail Hacıoğlu’nun annesinin ölmesiyle beraber bir anda ‘kendisine dayatılan dini baskı’nın dışına çıkıp içindeki katili keşfeden karakteri; sosyolojik anlamda yabancılaşma yoluyla gelen şiddeti ve sistem eleştirisini de beraberinde getiriyor.

        Öyle ki “Çakal”da Erhan Kozan üst açı, alt açı ve chiaruscuro ışık oyunları gibi özellikle siyah-beyaz dönemin kara film tekniklerini de kullanarak bir bakıma İstanbul’daki dayatmalara ve çıkışsızlığa dil uzatma olanağı yakalıyor. Filmin belli anlarını bu ‘Çakal dersen vururum’ mantıklı karakterin gözünden gördüğümüzü dahi düşünüyoruz. Onun ruh haline göre şekillenen bir de görsel yapı var.

        Kamera kullanımı Scorsese stilini oturtma isteğinin ana malzemesi haline gelmiş

        Scorsese’nin sinemaya soktuğu snorricami Türkiye’de bizim bildiğimiz ilk kez kullanan, uzun kaydırmaları destekleyen vinç ve dolly’yi harekete geçiren, bunlara destek veren netlik-netsizlik arasında gidip gelme tekniklerini hakim kılan, baskın iç sesi sinema dilinin merkezine yerleştiren ve elbette sıçramalı kurgu gibi kurgu tekniklerini de ‘stilize’ dünyanın parçası yapan bir oluşuma sahip “Çakal”.

        Özellikle de sonlara doğru bu eski marangoz karakterin ilk işverenini arka planda netsiz ve siyah ekrana hapsolmuş gördüğü stil numarası dikkat çekici. Hem de kaybolup yeraltı dünyasına geçen bir hayatın doğuşunu tasvir etmesiyle de filmin dramatik yapısının işlevine destek veriyor. Tabii Uğur Polat’ın mafya babası tiplemesinin ofisinin, aynasından en ufak detayına kadar klasik kara film döneminden izler taşıyan ‘minimalize’ bir hale sokulma becerisini unutmamak lazım. Yani kuırgu ve görüntü yönetimindeki detaycı bakışın sanat yönetimine de aşılandığını söyleyebiliriz.

        “Çakal”ın siyahın tonlarının izini süren karanlık evrenini en az şu sıralar üretilen Fransız gangster filmleri kadar iyi betimlemesi de (Bkz. “Ölümsüz”, “Ölümcül İçgüdü”) aslında bir bakıma 2000’lerde ‘sanat filmi’ olarak görülen alana doğru kaymasına yol açıyor. Bu da filmi nihilist mesajların sosyopolitik temsilcisi yapıyor. Tabii Alain Corneau’nun “İkinci Nefes”i (“Le Deuxieme Souffle”, 2007) kadar devrimci takılmaktan ziyade mesafeli olanı seçtiğini de unutmayalım.

        Sosyopolitik anlamda derin noktalara gitmeyi beceriyor

        Anlayacağınız Erhan Kozan sinemaya girişini, Scorsese’nin ilk dönemindeki ‘bozucu’ dünyasını Türkiye’ye taşıyan stilize bir gangster filmi ile yapmış. Belki çok uç noktaya gitmiyor ama 70’lerin bu alanda verilmiş soğukkanlı örneklerini hatırlatan bir evrenle karşımıza çıkmayı beceriyor. Akvaryumda sıkışmışlık metaforunu yüklediği karakterinin yolunda bir yalnızlık depolaması yaparken, toplumsal anlamda derinlikli noktalara uzanması da başarı virajını daha keskin bir şekilde almasını sağlıyor.

        Lafın özü Türkiye’nin “Arka Sokaklar”ı diyebiliriz “Çakal” için. Kozan’ın kariyerinin ilerleyen bölümü için de bir ışık niteliğinde. Zira eldeki eser, en az “Gölge” (2008), “Münferit” (2007) gibi ilk film olmasıyla sıkıntı çekse de kara film alanına hakimiyetiyle dikkat çeken eserler kadar bir tür bilinci aşılıyor. Hayatın bizi ittiği arka sokaklarında ya da İstanbul’un yeraltı dünyasına suçsal ve anti-kahramanlı bir yolculuk olarak anılabilir.

        FİLMİN NOTU: 6

        Künye:

        Çakal

        Yönetmen: Erhan Kozan

        Oyuncular: İsmail Hacıoğlu, Uğur Polat, Erkan Can, Naci Taşdöğen, Damla Sönmez, Deniz Karaoğlu, Çetin Atay

        Süre: 90 dk.

        Yıl: 2010

        keremakca@haberturk.com

        Diğer Yazılar