'Zerre' kadar değeri yok
12 NİSAN FİLMLERİ
Toplumumuzun alt tabakasından, işçi sınıfından bir bireyin mücadelesini ele alan
“Zerre”, onu hayatın en ufacık parçası, etkisiz bireyi olarak konumlandırıyor. Bunu
yaparken ise metaforik, gerilimli ve hafif postmodern bir evren kurmaya çabalıyor.
Ken Loach’un sosyal gerçekçi sinema geleneğini sinemaskopta berrak renklerin,
dolgun sinematografinin ve ses miksajının üzerine gidilmiş, zamanla ütopik sıfatını
hak eden bir sinemaskop başarısıyla taçlandırıyor. Erdem Tepegöz’ü ise Türk
sinemasının umut vaat eden yönetmenleri arasına yerleştiriyor.
Ucu “Umut”a (1970) kadar götürülebilecek ‘sosyal gerçekçi’ geleneğimiz son yıllarda
farklı bir ivme kazandı. Artık Kürt sineması, bu konuda genelde belgesel-kurmaca
arasından kalan bir yaklaşımla devreye girmeye başladı. Bu da ‘birey hikayeleri’nin
ötesinde ‘politik söylemler’i pazarlayan bir sistemi devreye soktu açıkçası. Bu konu
gerçek anlamda iyi veya ne yaptığını bilen bir eser ürememesi de ‘el-omuz kamerası’nı
çok da lüzumlu hale getirmedi açıkçası bugüne değin.
Erdem Tepegöz ise Marton Miklauzic’in de katkısıyla bu furyayı karşılamayan bir
yönelim belirliyor. Sinemaskop oranında evsizliğine ‘az’ kalmış bir bireyin, bir ‘zerre’nin
hikayesini sinemalaştırıyor. Bunu metaforik, gerilimli ve işitsel açıdan değerli bir süzgece
yerleştiriyor. Ailesini zor bela geçindiren ve haftada 90 TL’ye ‘evet’ diyen Zeynep büyük
oranda dibe vuran bir kişi.
“Zerre”, Ken Loach’un gelenekselciliği veya “Billy the Liar”ın (1959)
gerçeküstücülüğünü kullanmayı seçmiyor. Aksine havada uçuşan toz tanelerinin
konumu, ses miksajının baskın-anlamlı öne çıkışı ve sıçramalı kurgu ile hayat parçalarına
odaklanan sinemasıyla dikkat çekiyor. Volümü düşük müzik tınısının üflemeli çalgılara
benzer kullanımı da bu noktada bir ‘ara atmosfer’e yol açıyor.
Aile tablosuna yıkım nereden geliyor?
Zeynep’in gözünden öznel akan dünya, aktif kamera kullanımının çok yakın plana
kaymadan genelde orta ölçekli objektifleri tercih etmesine ek olarak ‘aile tablosu’nu
veya ‘işçiliğin gerçekleri’ni göstermek için aldığı bir-iki genel planla da standart halini
koruyor. Bunun üzerine ise fabrikanın ses miksajının özellikle ruhsal açıdan etki-tepki
ilişkisini hızlandırarak eklenmesi önem arz ediyor.
Sinemaskop oranında fazla uzun plan kullanmadan kısa planları benimseyen
yönetmenlik, ailenin bireylerinin düşmüşlüğüyle de sarılıyor. Zeynep’in fabrikadan
itibaren ‘zerre’lerle yüzleşmesi büyük oranda diyaframın kısılıp ışığın içeri geçirilmesiyle
canlanıyor. Büyük oranda da havada uçuşan bu parçaçıklar yukarıdan gelen yıkımı
anlatmaya yarıyor.
Umut dolu hikaye, solgun renkler ve zerrenin durumu
Böylece kapitalizmin yarattığı uçurum ya da en köşeye ittiği bireylerin çıkış
arayışı bir bireysellikle sarılıyor. Umut dolu hikaye ise tansiyonu da yükseltip son
bölümdeki ‘evren’e de yansıyan bir kaybolmuşlukla dolduruluyor. Özellikle bütün
dünyayı kapsayan bir ‘zerre’ye dönüşme durumunun hikaye dışı seslerin/müziklerin
de keskin rol oynamasıyla birlikte arka plan/sinematografi dolgunluğunu doyurduğu
söylenebilir.
Zeynep’in hikayede eşik üzerine eşik atlayarak mücadelesini verirken, arka plandaki
solgun renk tutarlılığın da bir derinlik getirdiği çok açık. Kameranın onu sürekli
yalnızlaştırıp amors ya da arkadan planlara çok başvurmadan ilerlemesi önemli. Bu
sayede bir donukluğu berrak renk paletinin üzerinden canlanırken Dardenne Kardeşler’e
birazcık yaklaşan ama kendi tanımını kendi koyan bir noktaya ulaşıyor.
Mücadele, ütopik mi?
Hayatın en küçük parçasını temsil eden bir ‘molekül’ kıvamındaki karakterimiz, bir
şekilde ‘pislik’ ya da ışıktaki ‘toz’, ‘tüy’ gibi köşeye sıkıştırılmış durumda. Jale Arıkan’ın
bütün doğallığıyla buna destek vermesi de aslında değerli. Orta ölçekli objektifler büyük
oranda karşımıza bir doğallık, gerçekçi ve samimiyet çıkarıyor. Mücadeleyi fitillemekten
öte ayağa kaldırmaya yarıyor. Her şeyin ne kadar gereksiz olabileceğini, çıkışsızlığın çok
baskın hale geldiğini vurguluyor.
Böylece aslında ucu açık final ve ‘melodram-ütopya’ arasındaki gelişmeler de anlam
kazanıyor. Alan derinliğinin ötesinde bir uçuşma hali öznel ruh hali adına değerli hale
geliyor. Yılmaz Güney’in Türk Yeni Dalgası akımına biraz daha postmodern bir dokunuş
canlanıyor. “Zerre” de bu açıdan hatırlanası bir konuma yerleşiyor. Genelde süresini
uzatarak ne yapacağını bilmeyen yerli filmlerin arttığı günümüzde 80 dakikanın üzerine
geçmeyen süresiyle de derslik bir bütün oluşturuyor.
FİLMİN NOTU: 5.6
Künye:
Zerre
Yönetmen: Erdem Tepegöz
Oyuncular: Jale Arıkan, Rüçhan Çalışkur, Özay Fecht, Remzi Pamukçu
Süre: 76 dk.
Yapım yılı: 2012
VAHŞİ DÜRTÜLERİNİZİ AÇIĞA ÇIKARMA ZAMANI
Oscarlı Lee Daniels, halüsinatif tarafı da olan özgürlükçü, biçimci ve eklektik
yönetmenlik geleneğini çok yakışan bir döneme 60’ların ikinci yarısına taşıyor.
“Gazeteci Çocuk” da o damardan eşcinsellik, cinsel fantezi, şiddet ve daha nicesi
üzerine cesaret dozajı anbean yükselirken Amerika’nın muhafazakar tabanına
tutunan bir ırkçılık hikayesi sunuyor. Adalet sistemini, ırkçılığı ve gazetecilik
ahlakını sorgulayan eser, camp öğeler taşıyan gerilimli bir ‘cinayet araştırma
southern gothici’ ya da ‘southern gothic gazetecilik filmi’ olarak anılabilir.
Genelde Afro-Amerikan yönetmenlerin ‘siyahi hikayeleri’ anlatmasına alışığızdır. Lee
Daniels da büyük oranda Spike Lee ile John Singleton’ın ‘öncü kuvvet’ etkisinin izinde
canlanmış, 2000’lerde ortaya çıkan ikinci kuşak isimlerden. İlk filmi “Shadowboxer”da
(2005) siyahi bir kiralık katil ile onun üvey annesi arasındaki ensest ilişkiyi anlatan
yönetmenin, “Acı Bir Hayat Hikayesi”nde (“Precious”, 2009) karşımıza iri yarı Afro-
Amerikan kızın aile içi şiddetle imtihanını çıkardığını görmüştük. Genelde toplumsal
çarpıklıkların ciddiyetini, masalsı ve halüsinatif sıfatlarıyla yoğrulmuş bir evrene transfer
etmesiyle de değer arz eden bir isim kendisi.
60’ların özgürlükçü Amerika’sında adalet sisteminin dehlizlerine yolculuk
“Gazeteci Çocuk” (“The Paperboy”, 2012) ise 1969 yılında geçen gerçek bir hikayeye,
roman uyarlaması kaynağından odaklanıyor. Afro-Amerikan özgürlüğünün tartışıldığı bir
dönemde, tutucu bir bölgede, ırkçı bir polisi öldüren Hilary Van Vetter’ın (John Cusack)
suçlu olup olmadığını adalet sistemini sorgulayarak ele alan eser, bir ‘cinayet araştırma’
omurgasına açılıyor. Ancak bunu alışılmışın dışında bir örgüye oturtuyor. Yönetmen,
içindeki biçimci ruhu yine açığa çıkarıp kimliğini hissettirmeyi ihmal etmiyor.
Böylece 60’ların sonunda ve 70’lerin başında devreye giren özgürlükçü filmlerin görsel
yapılarından birini daha deneyimliyoruz. “The Trip” (1967), “Psych-out” (1968) gibi
eserleri izler gibi oluyoruz. Grenli bir 16 mm pelikül ile çekilen yapıtın, yakın planları
öne çıkarırken odak kaydırma, ekran bölme, görüntü bindirme gibi tekniklerin üzerine
gittiği görülebiliyor. O zamanların hakim zoom objektifini fazlaca kullanması da büyük
oranda serbest kamera hareketlenmelerine alan açıyor.
Tartışmalı sahneler, serbest görsel yapıya yakışıyor
Film de bu özgürlükçü ruhtan garip ilişki sahneleri, cinsel etkileşim planları ve
daha nicesini çıkarıyor. Nicole Kidman’ın hafifmeşrep, hayat kadını görünümlü
Charlotte tiplemesinin Hilary Van Wetter ile hapishanenin görüşme salonunda
girdiği ‘mastürbasyonlu’ ve dokunmasız seks sahnesi özellikle görülmeye değer.
Bunun ardına Zac Efron’un üzerine küçük tuvaletini yaptığı sekansı da tatlı niyetine
ekleyebiliriz.
Daniels belli ki 60’lardan bir ‘southern gothic’ (ABD’nin güneyinde geçen, aksan
farkıyla dikkat çeken bir formül) atmosferini camp (bilinçli bayağılık estetiği) bir
estetikle donatırken, fazlasıyla sinemaskop formatının içindeki vahşi dürtüleri açığa
çıkarıyor. Bir cinayetin araştırılmasını ırkçı önyargılar, gazetecilik ahlakı ve adalet
sistemi üzerinden ele alıyor. Karakterlerini Kidman, McConaughey ve Cusack’ın
katkısıyla yükselen performanslar eşliğinde dışa dönük bir yaklaşımla temsil ediyor.
“Shadowboxer” kadar iyi olmasa da Daniels’ın ruhunu yansıtıyor
Böylece karşımıza eşcinsellik, cinayet, şiddet ve cinsel fanteziler ile sarılı, vahşi dürtüleri
açığa çıkaracak bir Florida bataklığı görünümü çıkıyor. Onun balta girmemiş halinin
içinde bulundurdukları ise garip hareketleriyle bu duruma eşlik ediyorlar. Fazlasıyla
evrensellik şansını yakalarken, 60’lar ABD’sine anlamlı bir şekilde bakan eserin, tepki
çekecek bölümleri olsa da bunlar cüret adına önem arz ediyor.
Daniels’ın ise Zac Efron’un zihninde dolaştığı anlardaki ‘parlak renk’ skalasıyla birlikte
bir başka sanrısal tasvire tabi tutulduğu söylenebilir. Ancak bu kez durum daha farklı.
Zira yüzde yüz öznel bir evrenden ziyade fazlaca karakterin oluşturduğu bir gerçek
hikaye zemini var. Bu da aşırılıkların ve arıza durumların adeta bir şelale niyetine ait
olduğu tutucu damardan fışkırmasına sebep oluyor.
Bütün karakterlerin yozlaşmış, hafifmeşrep halleri hayat kadınlığı fark etmeden bir dile
dönüşüyor adeta. Her Daniels filminde olduğu gibi bu havayı soluyoruz. Ancak yine
“Shadowboxer” kadar kalıcı bir eserle yüzleşemiyoruz. Sadece bir 60’lar tanımıyla o
dönemin çıkışa geçen biçimcilerini andıran bir süreç izliyoruz. ‘Gazetecilik filmleri’ne
alışılmışı çok yansıtmayan bir yorumla bakış atıyoruz.
FİLMİN NOTU: 6.5
Künye:
Gazeteci Çocuk (The Paperboy)
Yönetmen: Lee Daniels
Oyuncular: Zac Efron, Nicole Kidman, John Cusack, Matthew McConaughey, David
Oyelowo
Süre: 110 dk.
Yapım yılı: 2012
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU
Acı (Pieta): 3.1
Anna Karenina: 9.9
Aşk Kırmızı: 3.5
Aşk Seansları (The Sessions): 6.5
Aşk, Şimdi! (Now is Good): 4
Aşkın İzleri (To the Wonder): 8.3
Çanakkale: Yolun Sonu: 5.5
Çatlak Film (Movie 43): 5.7
Dev Avcısı Jack (Jack the Giant Slayer): 5.9
Eve Dönüş: Sarıkamış 1915: 4.6
G.I. Joe: Misilleme (G.I. Joe: Retaliation): 4.6
Gelmeyen Bahar: 2.5
Göçebe (The Host): 7.5
Hansel ve Gretel: Cadı Avcıları (Hansel & Gretel: Witch Hunters): 6.5
Hayat Avcısı (The Imposter): 5
Hazine Avcısının Maceraları (Los Aventuras de Tadeo Jones): 5
Hitchcock: 5.5
Hititya: Madalyonun Sırrı: 4.6
Hükümet Kadın: 1.4
Jin: 7.5
Kadınlar (Elles): 7.5
Kelebeğin Rüyası: 5.5
Koleksiyoncu 2 (The Collection): 1.7
Lanet (Sinister): 7.7
Lincoln: 4.1
Mahmut ile Meryem: 3.8
Mama: 6.1
Muhteşem ve Kudretli Oz (Oz: The Great and Powerful): 6.9
Muhteşem Yaratıkları (Beautiful Creatures): 5.5
Mutlu Aile Defteri: 6.2
Mutluluk (Glück / Bliss): 4.2
No: 3
Oyunbozan Ralph (Wreck-It Ralph): 8.6
Parker: 3
Romantik Komedi 2: Bekarlığa Veda: 3.5
Sabit Kanca: 1.7
Sefiller (Les Misérables): 6
Suç Çetesi (Gangster Squad): 4
Şeytanın Ormanı (The Barrens): 1.7
Taş Mektep: 2.1
Tepelerin Ardında (Dupa Dealuri / Beyond the Hills): 6.8
Timothy Green’in Sıradışı Yaşamı (The Odd Life of Timothy Green): 3.5
Yalnız Gezegen (The Loneliest Planet): 5.5
Yedi Psikopat (Seven Pyschopaths): 6.2
Yolda (On the Road): 4
Zero Dark Thirty: 5.5
Zincirsiz (Django Unchained): 5.5
Zor Ölüm: Ölmek için Güzel Bir Gün (A Good Day to Die Hard): 3.7
Zürafa (Zarafa): 3.5
Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.