Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Muhalefetin 2023 seçimlerine nasıl bir ittifak yapısıyla gireceği, adayın kim olacağı gibi meseleler tartışılırken geçen hafta 3 liderin, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun bir hafta içinde iki kez buluşması epeyce dikkat çekti.

        Davutoğlu’nun Millet İttifakı’na katılmak, daha doğrusu yeni bir ittifak kurmak için harekete geçtiği iddia edildi.

        3’lü zirvenin amacını ve içeriğini sormak üzere Gelecek Partisi Lideri Davutoğlu’nu telefon ile aradım. Yarım saat kadar konuştuk. Edindiğim izlenim şu; anketlerde muhalefet bloğu önde görünse de Davutoğlu geniş muhafazakar sağ kitlenin Cumhur İttifakı’ndan kopmadığının farkında. Tam da bu nedenle Millet İttifakı’nın mevcut yapısına dışarıdan eklemlenmektense onu dönüştürerek yeni bir kimlik kazandırmak istiyor.

        “Türkiye'de 1950'den bu yana bütün büyük dönüşümler, geniş muhafazakâr kitleler ikna edilebildiği ölçüde başarılı oldu. Şimdi o muhafazakâr kitleler değişimden değil, statükodan yana bir tavra sürükleniyor. Bu tavrı değiştirmenin yolu onlara güven vermek. Yeni bir döneme giriyoruz ve eğer bu yeni dönemin ağır sorumluluklarını hep birlikte göğüslemek gerekiyorsa, bu ittifak yapısının salt bir seçim ittifakı halinde olmayıp, seçim sonrasında da yeni bir Türkiye inşa edebilecek bir yapıya dönüşmesi lazım. İktidar kaybeder, muhalefet ülkeyi yönetemez; bir kaos, bir boşluk doğar, bu daha tehlikeli bir durum. O zaman Türkiye bir daha yeni bir ümit üretemezdiyor.

        Açıkçası dış politika konusundaki soruma kendi geçmiş tecrübesini merkeze alarak yanıt vermesini kitlelerin ikna olması bakımından yeterince kuvvetli bulmasam da Davutoğlu’nun önümüzdeki süreçte muhalefetin millî beka söylemi ve muhafazakarların “manevi değerleri kaybederiz” korkusu üzerine yeni şeyler söylemesi gerektiğine dair tespitinin önemli olduğunu düşünüyorum.

        Sorularım ve Sayın Davutoğlu’nun yanıtları şöyle:

        - Bir hafta içerisinde, hem sayın Akşener'le hem sayın Kılıçdaroğlu'yla iki kez görüştünüz. Şimdi üçlü bir zirve oldu, yeni bir ittifak mı şekilleniyor? Ne konuştunuz?

        Aslında yılbaşı tebrikleşmeleri esnasında, gündemin bu kadar hızlı akması sebebiyle kendilerine “Daha kapsamlı görüşmelere ihtiyacımız var” demiştim. Önce ayrı ayrı görüştük. Sonrasında da önce Meral Hanım'la, ardından da Kemal Bey'le görüştüm. Daha sonra birlikte görüştük. Cuma günü de Gültekin Uysal'la görüştük. Kemal Bey'le görüştükten sonra bir kez daha Meral Hanım'la görüştüm. Salı günü de (bugün) Ali Babacan'la görüşeceğim. Temel Bey covid olduğu için ayağa kalkar kalkmaz onunla da görüşeceğim. Mesele şu: Bir sabah kalktığınızda Türkiye'de erken seçim kararı alınabilir. Öyle bir erken seçim kararına uyanıp, o gün bazı şeyleri konuşmaya başlayıp, bir seçim telaşıyla, yapılandırılmamış, detayları konuşulmamış bir sürece girmektense; muhalefetin şimdiden eksiğiyle gediğiyle, doğrusuyla yanlışıyla, elindeki bütün potansiyeli değerlendirebileceği bir çalışma başlatmak lazım. Sadece iktidara muhalefet etmek değil, kurucu bir irade sergilemek lazım. Millet İttifakı 2018, 2019 seçimlerinde çok başarılı sınavlar verdi ve ülke gündemine derin etkiler yaptı, ona şüphe yok. Ancak yeni bir döneme giriyoruz ve eğer bu yeni dönemin ağır sorumluluklarını hep birlikte göğüslemek gerekiyorsa, bu ittifak yapısının salt bir seçim ittifakı halinde olmayıp, seçim öncesinde hazırlıkların yapıldığı, seçimde işlediği, seçim sonrasında da yeni bir Türkiye inşa edebilecek bir altyapıya kavuşturulduğu bir yapıya dönüşmesi lazım. Sadece sayı olarak değil niteliksel olarak da ittifakın yeni bir yapıya kavuşturulması gerekiyor.

        - “Yeni bir yapıya kavuşturulması lazım” derken kastınız, siyasi kimliği bakımından da yenilenecek bir ittifak mı? İsminin değişeceği bir ittifak mı?

        Üçlü masada, isim konusu da dahil her şeyi konuştuk.

        - Sayın Akşener ve Sayın Kılıçdaroğlu nasıl yaklaştı?

        Gayet olumlu. Öncelikle birbirimize güvenmek önemli; beraber bir yol yürünecekse, onun karşılıklı güven ilişkisi içinde ve ciddi, iddialı bir şekilde yürünmesi lazım. Bazı şeylerin tesadüflere, ani kararlara bırakılmaması lazım. Türkiye'de Tanzimat'tan bu yana hâkim olan ana damarları temsil ediyoruz. Modernleşmeyi Batılılaşma olarak gören ve yukarıdan aşağıya bir modernleşme stratejisi takip eden ve sonra sol düşünceyle birleşen bir akım var. Bir taraftan, modernleşmeyi Batılılaşma olarak değil, bir tarihi akış olarak görüp muhafazakâr değerlerle de modernleşilebileceğini ve bunun sentezinin yapılabileceğini ifade eden, çok geniş bir kitleyi dönüştürerek yol alan bir muhafazakâr çizgi var. Bu çizgide Menderes, Demirel, Özal, Erbakan ve nihayet Erdoğan çevreden merkeze gelen geniş kitlelerin sözcüsü oldular. Bir de ulus-devlet kimliğinin etrafında modern bir milliyetçilik akımı var. Tabii bunlarla değişik yerlerde kesişen, çok ana damar gibi seyretmemiş ama muhafazakârlıkla da, solla da değişik ölçülerde birleşmiş bir liberal çizgi de var. Şimdi bunların hepsi bu ittifak masanın etrafında birleşecek. Biz o kitleleri temsil ediyorsak, bu seçimde hiçbir kitlenin yenilgi psikolojisine girmemesi lazım.

        ‘GENİŞ MUHAFAZAKAR KİTLE DEĞİŞİMDEN DEĞİL STATÜKODAN YANA’

        - “Yenilgi psikolojisi” derken, “Cumhur İttifakı giderse kazanımlarımızı kaybederiz” diyen endişeli muhafazakârlardan mı bahsediyorsunuz?

        İşte ona da cevap oluşturmak lazım. Endişeli laikler de var ama Türkiye'de 1950'den bu yana bütün büyük dönüşümler, o geniş muhafazakâr kitleler ikna edilebildiği ölçüde başarılı oldu. Ellili yıllarda Demokrat Parti, altmışlı yıllarda Adalet Partisi, seksenli yıllarda Özal, doksanlı yıllarda ve 2000'lere doğru giderken Erbakan-Erdoğan çizgisi. Hep bu geniş muhafazakâr kitleler değişim istediler ve oldu. Şimdi o muhafazakâr kitleler değişimden değil, statükodan yana bir tavra sürükleniyor. O statükocu tavrı değiştirmenin yolu onlara güven vermek.

        - Statükodan yana duran, sağ muhafazakâr kitlenin Cumhur İttifakı'na desteğini devam ettirmesinin temelinde yatan önemli faktörlerden biri dış politikada millî beka söylemi. Yerli ve millî savunma sanayi, Doğu Akdeniz, Azerbaycan gibi konularda atılan adımlar yani... Buna karşılık muhalefet dış politikada daha Atlantikçi olmakla, Batı yanlısı durmakla eleştiriliyor. Önümüzdeki seçimlerde millîlik-Atlantikçilik ayrımı olur mu ya da bu konularda yeni kurulacak ittifak bir dış politika perspektifi geliştirecek mi?

        Öyle bir millîlik varsa herhalde o millîliğin inşacısı benim. Türkiye'de dış politikayı böylesine bağımsız ve millî bir çizgide inşa eden, dış politika paradigmasını kuran benim. Herkes de bunu biliyor. Bu konuda mütevazı değilim. Savunma sanayii dahil olmak üzere, birçok alanda başlangıç düzeyinde de olsa katkım var. O millîlik konusunda Türkiye'de benden daha fazla söz sahibi olabilecek kimse yok. Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesi ve Rusya'yla stratejik ortaklık işbirliği konseyinin kurulması da dışişleri bakanlığı dönemimde benim imzamla oldu.

        - Fakat benim bahsettiğim güvenlikçi söylem daha ziyade 2016 sonrasında güç kazandı...

        Aksine 2016'dan sonra dış politika edilgen oldu: Trump'tan “Ahmak olma” mektubu almak, Putin'in kapısında dakikalarca bekletilmek... Son 5 yılda bu dış politika yıprandı, millîlikten uzaklaştı. Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, bir devlet başkanına hitaben “Ahmak olma” diye bir mektup alınmadı. Benim dönemde de alınamazdı. Bana getiren adamı, dışişleri bakanını ve mektubu ona veren büyükelçiyi görevden alırdım; Amerikan büyükelçisine geri gönderir ve o günlerde ziyarete gelen Amerikan başkan yardımcısına da “Gezini ertele” derdim. Millilik öyle lafla olmaz. Bunlarınki hamaset, millilik falan değil; Atlantikçiliğin karşı çizgisi falan da değil. Bunlar yarın Amerika'dan biraz para geleceğini bilseler veya Amerika'da mal varlıkları korkusu olmasa başka bir çizgiye giderler. Yani edilgen bir dış politika. Sahaya çıktığınızda bu konuda AK Parti kitlesi bilir ki; Mavi Marmara'da Birleşmiş Milletler konuşması yapan da benim, İran'la nükleer anlaşma imzalayan da benim ama bugün Avrupa Birliği'nin olması gerektiğini söyleyen de benim. Avrupa Birliği ile vize serbestisi anlaşması yapan da benim. O konuda onların konuşacağı hiçbir şey yok. Benim oluşturduğum çizgiyi bozarak, tahrip ederek edilgen bir yere getirdiler.

        - CHP'nin kimi kurmaylarının dış politikadaki Batı merkezci çizgisi çok eleştiriliyor. İttifak kurarsanız muhalefet bloku millî beka söyleminin karşısında ortaya ne koyacak?

        Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Akşener ile buluşmamızda, iktidarın millî beka söylemi ve “manevi değerleri kaybederiz” korkusu yayması üzerine ne yapabileceğimizi de konuştuk. Bu iki konuda da önemli adımlar atacağız. Millî bekayı bunlar temsil etmiyor; millî beka söylemi bugün iktidarlarının sürmesi için kullanılan bir araçtan ibaret. Bugün öyle bir millî beka sorunu varsa, bu sorunun sebebi iktidarın kendisi. Türkiye'yi bu hale getirdiler. Birleşik Arap Emirlikleri altı ay önce millî beka sorunuydu, şimdi en yakın dost. Amerika, Trump dosttu; bugün Biden “Buyurun, Washington'a gelin” dese, iktidarın tüm Atlantikçi politikaları biter, Amerika en yakın dost olur. Dolayısıyla bunlara karşı ne yapılacağını konuştuk. Millî beka ve manevi kazanımları kaybederiz konusunda da çok net bir tutumumuz olacak.

        - Bir de ekonomi meselesi var. Ekonomi konusunda da hiçbir ankette, “Bu işi muhalefet çözer” sonucu çıkmıyor. Bu konuda ne yapacaksınız?

        “İktidar çözer” çıkıyor mu?

        - Düşüyor fakat hâlâ muhalefetin üzerinde çıkıyor.

        Benim gördüğüm hiçbir ankette, ekonomiyi iktidarın çözeceğine dair bir sonuç çıkmıyor. İktidarın ekonomisine güven yüzde 30 bile yok. Buna karşılık bizim en iddialı olduğumuz konulardan biri ekonomi. İbrahim Turhan'dan, Serkan Özcan'dan Kerim Rota'ya, Tuncay Dinç'ten Mustafa Mente'ye, Gelecek Partisi'nin ekonomi kadrosu şu anda Türkiye'nin en kaliteli kadrosudur. Bunu yalnızca ben söylemiyorum, kamuoyu da görüyor. Hepsi hem bürokraside hem de piyasada çok etkili olmuş arkadaşlar. İki sene önce böyle bir kadro yoktu ve ekonomi konusunda da muhalefet arasında toplantılar başladı.

        - Parlamenter sistem konusunda bir çalışma yürüyor. Benzer bir çalışma ekonomi konusunda neden yürütülmüyor?

        Altı parti ekonomi konusunda da aynı komisyon çalışmasını yapmaya karar verdi, teklif edildi; Deva ile Saadet katılmadı. Şu anda dört parti arasında bu komisyon var. Bizden Kerim Rota, CHP’den Faik Öztrak, İYİ Parti Grup Başkanvekili Erhan Usta ve Demokrat Parti Ekonomik İşler Başkanı Bülent Şahinalp bir ay içinde bu konuda üçüncü veya dördüncü toplantıyı yaptılar. Tabii bunun daha da yapılandırılması lazım. Muhalefetin en kolay anlaşabileceği iki konunun dış politika ve ekonomi olduğu kanaatindeyim. Dış politika uzmanlarımızın hepsi birbirini tanıyan büyükelçiler. Bir araya geldiğimizde, Suriye gibi bazı konularda aramızda ufak tefek görüş ayrılıkları olabilir ama bir sıkıntı yaşamayız. Ekonomide de yaşamayız, ne yapılacağı büyük ölçüde belli. Orada da nüanslar olur; Deva Partisi ekonomi toplantısına gelmedi ama geldiğinde daha liberal bir çizgi takip edebilir, biz biraz daha sosyal adalete ağırlık veririz, CHP biraz daha sosyal demokrasiye ağırlık verir ama bir yol bulunur. Başarılı olup olmaması pratikte görülecek bir şey fakat fikir birliği var.

        ‘İLK TURDA ALABİLMEK İÇİN TEK ADAY LAZIM’

        - Liderler kabinesinde, tüm liderlerin birlikte vitrine çıkacağı ve parlamenter sisteme dönüşe kadar geçiş süreci hükümetinde birlikte rol alacağı bir model mi düşünülüyor?

        Hayır. Seçim kararı alınana kadar, Cumhurbaşkanlığı tartışmasını sürdürmenin muhalefete bir katkı yapmadığını, iktidara ise büyük avantaj sağladığını düşünüyorum. Şu anda bizim meselemiz, bir kişinin gidip başka bir kişinin gelmesi değil; bir sistem meselesi. Çok zor aşılabilecek bir konu olduğunu zannetmiyorum. Farklı modeller konuştuk, konuşuyoruz; bunların hepsi olabilir.

        - Peki, sizin “Birden çok aday çıkabilir” dediğinize dair bir kulis yansıdı, bu doğru muydu?

        Yok, şöyle bir şey söyledim: “Doğru olan tek adaydır, bunun çalışması yapılır. Ama şartlar birden çok aday çıkartırsa da, hangi aday çıkarsa çıksın, ikinci turda yine kazanma şansı en yüksek olan muhalefetin adayıdır. İki-üç aday çıkarsa dünyanın sonu değil.” Ama tabii ilk turda alabilmek için tek aday lazım. Orada da hangi model uygulanırsa uygulansın iktidarın kaybedeceğini kastettim. İktidarın kaybetmesi kolaycılığına bırakamayız. İktidar kaybeder, muhalefet ülkeyi yönetemez; bir kaos, bir boşluk doğar, bu daha tehlikeli bir durum. O zaman Türkiye bir daha yeni bir ümit üretemez.

        - Son dönemde Sayın Kılıçdaroğlu'nun adaylığı çok öne çıkıyor. Konuşmanızın başında, geniş muhafazakâr sağ kitlenin hep Türkiye'de iktidarları belirlediğinden bahsettiniz. O geniş sağ-muhafazakâr kitlenin Kılıçdaroğlu'na mesafeli olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bu açıdan onun adaylığına nasıl yaklaşıyorsunuz?

        Bunu Sayın Kılıçdaroğlu'yla konuşmadık, hiçbir şahsın adı geçmedi. Bunu konuşmayı etik de bulmam, politik de bulmam. Bu konunun gündeme gelmesi için erkendir. Hiçbir kişi için olur ya da olmaz demeyi doğru bulmam.

        - Anladığım kadarıyla sizin üçlü görüşmeden amacınız; ideolojik çizgisi veya ne söylediği belli olan, Millet İttifakı'nın boş bıraktığı alanlarda da söz söyleyecek yeni bir ittifak yapısı kurmak. Doğru özetledim mi?

        Evet, buna yakın. Daha kapsayıcı ama sadece dört partiden altı partiye çıkan kapsayıcılık değil; söylem olarak daha kapsayıcı, içerik olarak daha dolu, mekanizmaları daha oturmuş bir ittifak. Bu, Millet İttifakı'nın başarısız olduğu anlamına gelmiyor. Esnek bir yapıyla İstanbul seçimleri gerçekleştirildi ama şimdi önümüzde, seçim kazanmakla birlikte ülke yönetmek gibi çok daha ağır bir sorumluluk var. Öncelikle bu ağır sorumluluğu birlikte taşıma iradesini sergilemek lazım. Küçük ihtilaflar hep olacak. Biz bir parti değiliz, altı partiyiz. Ama o ihtilafları aşmanın da yöntemini, mekanizmalarını kurabilirsiniz.

        - Geçiş süreci protokolü yazmak gibi bir hedefiniz var mı? “360 yakalanamazsa ne olacak?” gibi soruların yanıtları somutlaşacak mı?

        O senaryoların hepsi çalışılır. Bu ve benzeri şeyleri ben çok yaşadım. Lübnan'da 2008'de Cumhurbaşkanlığı krizi yaşandığında gidip o krizi taraflarla çözüp Cumhurbaşkanlığının yolunu açan biz olduk. Olabilecek krizler ve bu krizleri aşma yöntemleriyle ilgili tecrübe ve birikimimiz var. En önemli şey güven hissi. Bu görüşmelerden en fazla ümitlendiğim husus üç siyasi liderin, tam anlamıyla birbirimize güven duyduğumuz bir psikoloji içinde konuşmamız oldu. Ali Bey'in ve Temel Bey'in de farklı olacağını düşünmüyorum. Bu güven ilişkisiyle birçok şey açık yüreklilikle konuşulabilir. Önümüzdeki günlerde çok daha somut konuları göreceksiniz. Bunun üzerinde çalışacağız.

        - “Çok somut konular” derken ekonomi, dış politika gibi konu başlıklarını mı kastediyorsunuz?

        Bunu söylemem doğru olmaz. Demin söylediğiniz çizgide, ittifakın zihni altyapısı da dahil önerilebileceği politikaları da içine alacak hususlar, ortak ilkeler daha fazla öne çıkacak.

        Diğer Yazılar