Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Dünyadaki en önemli sorunlar, doğanın çalışma şekli ile insanların düşünme şekli arasındaki farkın sonuçlarıdır” diyor Gregory Bateson. İnsan doğaya karşı bu kadar hoyrat ve acımasız kalıp onu göz ardı etmeyi sürdürürse bu sorunlar giderek daha çok hayatlarımızı etkileyecek, bu kesin. Ama asıl büyük sorun, ondan uzaklaşmak. Yeni nesilleri felâkete sürükleyecek kadar büyük bir sorun bu hem de…

        58 yaşındaki Kanadalı dinozor paleontoloğu ve arkeolog Scott D. Sampson bu tehlikeye uzunca bir süredir dikkat çeken ve çözüm arayan bir isim. Bu yolda “Dinozorların Destansı Yolculuğu” adlı bir kitabı var, “Dinozor Treni” adlı bir program yapıyor. “Doğa Dostu Çocuk Nasıl Yetiştirilir?” adlı kitap ise onun en yeni çalışması.

        DOĞA DOSTU ÇOCUK NASIL YETİŞTİRİLİR? Scott D. Sampson Alfa Yayınevi Çev: Duygu Argın
        DOĞA DOSTU ÇOCUK NASIL YETİŞTİRİLİR? Scott D. Sampson Alfa Yayınevi Çev: Duygu Argın

        1000 MARKAYI BİLEN, 10 AĞACI BİLMEYEN ÇOCUK

        Sampson’a göre geçen kuşakta çocukluk çok derin ve yakın zamana kadar büyük ölçüde gözden kaçan bir dönüşüm geçirdi. Bir çalışmaya göre ortalama bir Amerikalı erkek veya kız çocuğu, açık havada 4 ila 7 dakika geçiriyor (2016’da yapılan bir araştırmaya göre ise Türkiye’de çocukların yüzde 61’i, bir saatten az sokakta kalıyor. Ama burada söz konusu olan ‘sokak’ın doğa olmadığını hatırlatalım). Buna kıyasla, aynı ortalama Amerikalı çocuklar, günde 7 saatten fazla süreyi ekranlara bakarak, gerçeklik yerine sanal seçenekler koyarak geçiriyor. Erkek çocukların büyük çoğunluğu, 21 yaşına gelmeden 10 bin oyun saatine ulaşmış oluyor. Bu çocuklar bugün binden fazla kurumsal logoyu tanıyabiliyor ama bölgelerinde yetişen bitkiler arasında tanıdıkları 10’dan az. Bu çarpıcı istatistiklerin sonucu; çocuklar ve tabiat arasındaki büyük uçurumla belirginleşen “deneyimin yok olması” olgusu.

        Çocuklarla doğa arasında günümüzde yaşanan bu kopukluk, onların sağlığını ciddi tehdit ediyor. Zira neredeyse tamamen kapalı alanda, teknolojiye gömülü yaşanan bir çocukluk yoksullaşmış bir çocukluktur ve böyle bir çocukluğun büyümeye sayısız olumsuz –fiziksel, ruhsal ve duygusal– etkisi var. Diğer yandan, günümüzde çocukluğun doğasını yok etmeye yönelik bu eğilim, yaşadığımız yerleri ve belki de insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Sampson’a göre “Esaslı değişiklikler yapmak ve kendimizi sürdürülebilir bir yola sokmak için muhtemelen yaklaşık bir neslimiz (bazılarına göre daha az, bazılarına göre biraz daha fazla) kalmış olabilir.” Sonrasında ise “Doğa son vuruşu yapar” derler…

        Biraz daha somutlaştıralım ve kapalı alanlara yaşanan göçün getirdiği sağlık sorunları üzerinde duralım. O ekran başı maratonları süresince, vücut egzersizi büyük ölçüde başparmak hareketleriyle sınırlı kalıyor. Tabii bekleneceği üzere, çocuklarda kronik fiziksel ve ruhsal sorunlar birden büyük rakamlara fırladı. Bugün 6 yaş ve üzeri çocukların yüzde 18’inde obezite, diyabet, kalp hastalığı ve diğer yaygın ve artmakta olan hastalıklar var. 2011 yılı itibariyle 4-17 yaş arası Amerikalı çocukların yaklaşık yüzde 11’ine dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) tanısı kondu. 2014 yılında ABD’de neredeyse 6 milyon çocuk, yani her sekiz çocuktan biri, çoğunlukla DEHB ile savaşmak için ilaç kullandı. ABD’li bir genel cerraha göre bugünkü jenerasyon, modern çağda yaşam süresi beklentisinin ebeveynlerinden daha az olması beklenen ilk jenerasyon olabilir!

        DOĞA DOSTU ÇOCUK NE DEMEK?

        Bu konuda başka ciddi uyarılar var. İngiltere’deki National Trust yakın zamanlarda, çocukların doğada geçirdikleri sürenin artarak düştüğünü gösteren ve bu eğilimi tersine çevirebilirsek sağlığa ne gibi sayısız yararları olacağını savunan uzun bir rapor yayımladı. Benzer şekilde Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN) 2012’de, çocuklar ve doğa arasında büyüyen kopukluğu ivedi önemde küresel bir sorun olarak göstererek, “Çocukların Doğa ile Bağ Kurma ve Sağlıklı Bir Çevreye Dair Hakları” çözümünü kabul etti.

        Bir çocuk doğayla nasıl dost hale getirilebilir? Kitabımız bu konuda ne söylüyor? “Bu kitapta kullandığım doğa dostu çocuk terimi, tamamen farklı bir şeye –doğayla ve insanlarla derin bağlantılar kuran bir çocuğa– işaret eder” diyor yazar Sampson: “Her iki bağlantı şekli de yetişkinlerden sağlıklı bir akıl hocalığı almadan kelimenin tam anlamıyla imkânsızdır. Bizler sosyal varlıklarız ve göreceğimiz gibi tabiata olan bağlar, bir gencin birden fazla akıl hocası olduğunda çok daha güçlü olur. Tabiat bağı, insan bağıyla birlikte serpilip budaklanır.”

        Bu kitapla üç şey hedeflemiş Sampson.

        İlki, bir uyarı çanı çalarak ivedi bir sorunun –insanlığın doğadan kopmuş olmasının– bilinirliğini artırmak.

        İkincisi, tabiat bağı sürecini incelemek. Bu yolda bazı sorular soruyor: Tabiat bağları oluşturmak konusunda genetik bir eğilimimiz var mı? Doğayı sevmek konusunda en etkin bilgi türleri neler? Dijital teknolojilerin rolü ne? Her geçen gün daha da küçülen dikkat sürelerini göz önüne alarak, çocukları doğanın ağır temposuna nasıl dahil edebiliriz? Kentteki çocuklar için tabiat bağlarını nasıl derinleştirebiliriz? Ebeveynlerin çocuklarını okul sonrası sokağa gönderme günleri geride kaldığına göre, ebeveynleri en azından şimdilik açık havada çocuklarına katılmaya nasıl ikna edebiliriz?

        “Son olarak bu kitabın büyük çoğunluğunu oluşturan üçüncü ve ana hedefim ebeveynlerin, eğitimcilerin ve diğerlerinin, yaşamlarındaki çocuklar için tabiat konusunda birer akıl hocası haline gelmelerine yardımcı olmak” diyor Sampson.

        HASTANE VE HAPİSHANE DENEYİ

        Peki çocuklar doğayla dost olunca ne olacak? Uzmanların basit cevapları var. Bir kere iç alanlara kapatılmış çocuklara kıyasla doğada düzenli oynayan çocuklar, daha ileri seviyede, denge, koordinasyon ve çeviklik de içeren motor kontrol becerileri sergiliyor. Hayal gücüne dayanan ve yaratıcı oyunlarla daha çok vakit geçirmeye eğilimli oluyorlar; bu da bir merak duygusuyla beraber dil, soyut mantık kurma ve problem çözme yeteneklerini besliyor. Doğada oynanan oyunlar bir benlik duygusu ve mekân duygusu sağlayarak, çocukların hem özgürlüklerini hem de çevrelerine olan bağımlılıklarını fark etmelerini sağlıyor. Açık hava ortamlarında oyun, bilişsel, duygusal ve ahlâki gelişimi beslemesi açısından da kapalı alanlardaki seçeneklerin önüne geçiyor. Çocukluklarında açık havada bol vakit geçiren bireylerin, mekânla güçlü bağı olan ve çevresel etiği olan yetişkinler olmaları daha mümkün. Zira çocukluk dönemlerine dair en anlamlı çevre sorulduğunda, yetişkinlerin yüzde 96’sı bir açık hava ortamından bahsediyor.

        Başka deneyler de var. Sadece doğal peyzajların bulunduğu ortamlarda bulunmak bile stresi azaltma ve rahatlatma eğilimi gösteriyor. Bu tip deneyimler zihinsel yorgunluğu azaltıyor; iş performansı ve iyileşmeyi geliştirirken zihinsel netliği güçlendiriyor. Mesela bir çalışmada, hastane odalarında doğaya bakan bir pencere olan ameliyat hastalarının daha hızlı iyileştikleri ve daha az ağrı kesiciye ihtiyaç duydukları görüldü. Bir diğer çalışmada, benzer etkilere hapishane sakinlerinde rastlandı: Pencereleri uzanan çiftlik alanlarına ve ağaçlara bakan mahkûmlar, pencereleri hapishane içindeki boş avluya bakan diğer mahkûmlardan yüzde 24 daha az hasta ziyareti aldı. Bir başka araştırmacı, kent içi gezilerin tersine, doğada geçirilen kısa bir sürenin bile, dikkat verme ve çalışan bellek kabiliyetlerimizi onardığını gördü.

        Japonlar, 1980’lerden beri “Shinrin-yoku” (orman banyosu) adını verdikleri, dinlenmek ve vakit geçirmek için bir ormana yolculuk yapma geleneğini sürdürüyorlar. Oradayken yürüyor, derin nefes alıyor ve tüm algılarını açıp zamanlarının çoğunu sessizlik içerisinde geçiriyorlar. Yeni bir araştırma, Japonların bu uygulamasına bilimsel destek sağladı. Shinrin-yoku uygulayanların stres hormonu kortizolde yüzde 16 veya daha fazla oranda düşüş yaşadıkları görüldü. Ormanda kan basıncı da düşüş gösterirken, bağışıklık sistemi büyük destek kazanarak akyuvarların ve anti-kanser proteinlerin görülmesini artırdı. Bu etkilerin en azından bir kısmı, görünüşe göre bitkilerin yaydıkları kimyasallardan kaynaklanıyor.

        Hayvanlar, insan-dışı doğanın sağlık ve iyilik sağlama kapasitesine sahip bir diğer formu. Akvaryumlardaki balıklardan kuşlara, kedilere ve köpeklere kadar, çok sayıda çalışma, kan basıncı, kolesterol ve stres seviyelerindeki düşüşler dahil, evcil hayvanların ölçülebilir yararlarını belgeledi. Çeşitli psikiyatrik rahatsızlıklar, hayvan yardımı kullanılarak yapılan terapilerle etkin şekilde tedavi edildi ve bugün pek çok hastanede, hastaların iyileşmesini sağlamak için köpek kullanılıyor. İnsan-hayvan ilişkisine dair yapılan araştırmalar, en çok olumlu etkinin evcil hayvanları olan insanlarda görüldüğünü belirtiyor. Bu durumda, Amerikalıların ev hayvanlarına yılda 50 milyar dolar harcamalarına şaşırmamalı.

        FEVRİ, UNUTKAN, NARSİST…

        İnsanlık olarak hızla tekno-bağımlılar haline geldik; akıllı telefonlar ve tabletler, dizüstü bilgisayarlar ve televizyonlar arasında takıntılı bir şekilde gidip geliyoruz. “Dijital yerli” adı verilen gençlerin çoğu her gün ekranlara bakarak 7-10 saat arası vakit geçiriyorlar. Çoğu çocuk anaokuluna başlayana kadar 5.000 saati aşkın televizyon izlemiş oluyor –ki bu, bir kolej diploması almaya yetecek kadar süre demek. 35 yaş üzeri “dijital göçmenler”e gelirsek… İş yerindeki bilgisayar kullanıcıları üzerinde yapılan bir çalışma, insanların bir saat içinde yaklaşık 37 kez pencere değiştirdiğini veya e-posta kontrol ettiğini gösterdi! “Dijital bilgi denizine sürüklenmiş bir şekilde bu her yere yayılmış teknofilinin kendimiz, çocuklarımız ve toplumlarımız üzerindeki etkilerini durup düşünmüyoruz” diyor Sampson. Ama ekran başında çılgınca geçirilen sürenin beyinlerimiz üzerinde ciddi bir etkisi var. Bilgi teknolojilerinin yüksek miktarlarda tüketimi dikkat sürelerini azaltıyor ve dikkatimizin daha kolay dağılmasına yol açıyor. Düzenli kesintiler (örneğin e-posta veya cep telefonu mesajları) stresi artırıp kısa süreli hafızayı azaltarak basit işleri bile öğrenmeyi veya yapmayı daha zor hale getiriyor. Beyin araştırmacıları ekran başında geçirilen aşırı uzun sürelerin bizi daha sabırsız, fevri, unutkan ve hatta narsist yaptığına inanıyor.

        Peki dijital teknolojilerin özellikle çocuklar üzerindeki etkileri? Elektronik mecra kullanımı ile çocukların sağlığındaki azalma arasında ilişki büyük. Örneğin bir çalışma, kız çocuklarının duygusal sorunlar yaşama riskinin, dijital mecra tüketilen ek her saatle iki katı arttığı sonucuna vardı. Buna karşın erkek çocukları artırılmış TV ve elektronik oyun kullanımı sonucu daha yüksek akran sorunları riski sergilediler. Bir başka araştırma, elektronik oyun oynamaları ebeveynleri tarafından kontrol altına alınmayan çocukların 7 yaşına geldiklerinde daha fazla yetişkin gözlemi altındaki çocuklara oranla önemli derecede daha yüksek vücut kitle indeksi olduğunu ortaya koydu.

        AMA ÖNCE DOĞA DOSTU BÜYÜK LAZIM

        İşte bunun için, acil olarak “doğa dostu” çocuklara ihtiyacımız var. Tabii bunun için de, önce doğa dostu büyüklere… Düğüm de burada maalesef.

        Habertürk Gazetesi’nde ısrarla büyük kentlerdeki “aktif yeşil alan” azlığını vurguladık; bunun yaratacağı büyük tehlikelere dikkat çektik. Özellikle İstanbul’da bu konu bir dramdır. Zira yasal sınır olan “kişi başı 15 metrekare yeşil alanı” bu kentte mumla ararsınız. Resmi rakamlara göre kentte bu alan 8 metrekarenin de altında ki bu, İstanbul’u dünyanın 50 büyük kenti sıralamasında sonunculuğa oturtuyor. Ayrıca bahsettiğimiz bu yeşil alanın “doğa” olmadığını da ekleyelim...

        Evet, Türkiye’de doğa dostu büyükler olmadığı için doğa dostu çocuk yetiştirmek daha zor. Ama, “Bir tırtılda size bir kelebek olacağını gösteren hiçbir şey yoktur” diyor R. Buckminster Fuller. Yani, unuttuğumuz ve yok ettiğimiz doğa, aklınıza bile gelmeyecek büyük mucizelere gebe. Buna inanarak, siz de el atın şu işe lütfen…

        *

        YAZARININ AĞZINDAN DOĞA DOSTU ÇOCUK YETİŞTİRMENİN 10 SIRRI

        1) Doğayla derin bir bağ oluşturmanın yolu, milli parklara ve diğer el değmemiş tabiata sadece düzenli gezilerden geçmez. Bu tip geziler derin etkiler bıraksa da genellikle eve yakın olan vahşi veya yarı-vahşi alanlarda bolca deneyim edinmek daha da önemli.

        2) Çocuklar sizin değer verdiğiniz şeylere değer verme eğilimindedirler, o yüzden her gün etrafınızdaki insan-olmayan dünyanın biraz daha farkında olabilmek için birkaç dakika ayırarak bizzat kendiniz de doğayı fark etmeye başlayın.

        3) Çocukların doğayla olan etkileşimlerine yakından dikkat edin ve onların liderliğinde ilerleyin. Deneyimleri ve soruları çocukların özel ilgi alanlarına göre ayarlamak, tabiata tutkuyla bağlanmasına giden en iyi yoldur.

        4) Her şeyin (bizler de dahil) diğer her şeyle birbirine örülü olduğu ana fikriyle başlayın. Sonra bu içgörüyle düzenli olarak merak alevini besleyecek fırsatlar kollayın. Bizler doğanın parçasıyız ve doğa da bizim parçamız!

        5) Etrafımızdaki her şey hem enerji ve maddenin ekolojik akışıyla hem de zaman içerisindeki ilişkiler akışıyla birbirine bağlıdır. Hepimiz büyük, bitmemiş bir hikâyede iç içe geçmiş akrabalarla çevriliyiz. Bu hikâyeyi anlamak ve tecrübe etmek, derin tabiat bağı oluşturmaya yardımcı olabilir.

        6) Erken çocukluk çağlarındaki bir çocuğa tabiat akıl hocası olmanın belki de en büyük sırrı, aynı anda hem en kolay hem de en zor olanı yapmaktır. Sadece çocukları dışarı çıkartıp yollarından çekilmek ve oynamalarına izin vermektir!

        7) Orta çocukluk çağındaki çocuklara bolca keşif, otonomi ve yeterlik göstergeleri içeren tabiat deneyimleri yaşatarak, içlerindeki arzulara dokunun.

        8) Ergenlerin birbirleriyle zorlayıcı, macera dolu aktiviteler yaşayabileceği vahşi doğada düzenli aralıklarla vakit geçirebilme fırsatları yaratın.

        9) Yaşamınızdaki çocuklara hem teknolojiyi hem de doğayı benimsemeleri, yüksek teknolojiyle birlikte doğa dostu olmanın artarak norm olduğu bir denge kurmaları yönünde akıl hocalığı edin.

        10) Bilgi ve uzmanlık paylaşmak yerine bir tabiat akıl hocası olarak ana hedefiniz doğaya dair derin bir arzu uyandırmaya yardımcı olmaktır.

        *

        İKİ TAVSİYE

        Osmanlı’nın son dönemini, II. Abdülhamid’in hüküm sürdüğü karışık ve zor yılları bu kez bir Osmanlı hekiminin, Hristo Stambolski’nin anılarından okuyoruz. Melda Davran ise ortak noktaları yaşam sevinci, kararlılık, tutku ve cesaret olan, “Türkiye’den ışık tutan” 40 kadını anlatıyor.

         İmparatorluğun Zor Yılları Hristo Stambolski (Kitap Yayınevi)
        İmparatorluğun Zor Yılları Hristo Stambolski (Kitap Yayınevi)
        Kız Gücü Hikâyeleri Melda Davran (Mona)
        Kız Gücü Hikâyeleri Melda Davran (Mona)

        Diğer Yazılar