Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "İki hafta önce, sabaha karşı yine kitaplarla oynuyordum. Jung’a bakılırsa bir ruh temizliği bu. Öyle ya, aklı başında biri geceyi kütüphanesini düzenlemeye, toz almaya, bir zamandır dokunmadığı kitapları karıştırıp yeniden tasnif etmeye ayırmaz. Hele bu birinin evinin neredeyse tüm duvarlarını kitaplar işgal etmişse…

        O gece kütüphanemin bir kısmı üstüme devrilmeye yeltenmese işgal kelimesinin yerini daha sevecen bir başkası alacaktı elbette. Şöyle oldu:

        Bir süre önce Hüseyin Usta’ya yaptırdığım kütüphanenin taksitleri daha yeni bitmiş, gözümü Ankara’dan beri yaklaşık 15 yıldır bana eşlik eden demir kenarlı, ahşap raflı portatif kitaplığıma dikmiştim. Acısını anlıyordum; o kadar kitabı bana yükleseler isyan edecek gücü bile bulamazdım kendimde. Tam buna bir çözüm bulmak gerek diye düşünür ve onun yükünü birkaç kitap eksiltmeye yeltenirken hamle sırası ona geçti. Elime aldığım kitabı yeni yerine koymaya fırsat bulamadan demir ayak gözlerimin önünde matrix oldu. Demir, maddenin katı halinden sıvı haline evrilirken 160 X 200 santimlik bir gövde de üstündeki kitaplarla birlikte bana koştu. O sırada pencereden beni görenler, muhtemelen bir adamın kütüphaneyle dans edişine ilk kez tanık oluyorlardı. Kitaplar, ben ağırlık merkezini ayarlamaya çalışırken bir bir üstüme düşüyor, ilk defa ölümle bu kadar ciddi karşı karşıya gelen ben, ecel terleri döküyordum.

        Sonraki dört saati anlatmam zor. Bir mikado oyunundaki gibi diğerlerinin dengesini bozmayacak kitapları bir bir alıp sağlam bir yere fırlatıyor, boşalan rafları da tek tek yerlerinden sökmeye çalışıyordum. Üç demir parçası, 16 rafla yaptığım dansın sonunda galip gelmiştim belki ama yeni bir dansı yüreğimin kaldırmayacağını da anlamıştım. Mesai başlamadan Hüseyin Usta’yı aradım ve yeni taksitlere açık olduğumu bildirdim."

        2006 başında Akşam’ın kitap ekini hazırlarken bunları yazmışım editör köşesine.

        Boşuna alıntılamadım bu uzun parçayı. O kâbus geceyi dün gibi hatırlıyorum; kitaplar beni öldürmek istemişti. O günden beri de kitapların yaşayan varlıklar olduğuna inanıyorum. Kitaplıklar veya kütüphaneler ise onların evleri oluyor. İkisinden de vazgeçemiyorum.

        Lydia Pyne
        Lydia Pyne

        “RUHSUZ BİR BEDEN GİBİ…”

        Tarihçi Lydia Pyne, bu ikisinden vazgeçemeyenler için yazmış “Kitaplık”ı. Kütüphanelerin ve kitaplıkların tarihsel ve biçimsel gelişimini, farklı kültürlerde insanların hangi saiklerle kitaplarını istiflediklerini, özetle kitaplıkların yaşamını ve geleceğini anlatıyor kitabında.

        “Kitapsız bir oda, ruhsuz bir bedene benzer” diyor Romalı şair Cicero. Zaten her şey kitaplarla hayatımıza ruh katma arzumuzla başlıyor. Kendisi, M.Ö. 1. yüzyılda yaşayan bir kitap koleksiyoncusu ve kapsamlı bir kütüphane sahibi. Bedenine ilk ruh katanlardan…

        Pyne’e göre binlerce yıldır insanlar kitaplarını saklamanın çeşitli yollarını buldu ve hatta bugün “kitap” diye görmeyebileceğimiz metinler bile sistemli olarak toplanıp saklandı: “İnka quipu’larının düğümlü iplikleri gibi bazı tarihsel kayıtlar, sicimlerin belli modellere göre düğümlenmesiyle tutuluyordu. Antik Tibet Budist dua çarkında, çarkın içine dikkatle yerleştirilip mühürlenen küçük parşömen tomarları vardı. Ninova Kralı Asurbanipal’in Irak’taki kütüphanesi 20 bini aşkın çiviyazısı tablet koleksiyonuna sahip olmakla övünüyordu. M.Ö. 5. yüzyıldan kalma Güneydoğu Asya elyazmaları dumanla işlem görmüş palmiye yaprakları üzerine yazılmış ve bir araya getirilerek dikilmişti, böylece daha ziyade günümüz panjurlarına benzeyen ve farklı sayfaları yelpaze gibi açılarak okunan bir metin halini almıştı.”

        Tarihin en ilginç ve gizemli kitaplıkları herhalde zincirli kitaplıklar. Kitabın kapağının ön yüzüne eklenen bir metal parçasıyla fonksiyonel hale getirilen zincirli kitaplıkların en eskisi, İngiltere’deki Hereford Katedrali’nde. Burada, bazısı bin yılı aşkın geçmişe sahip yüzlerce kitap bulunuyor. Düşünsenize, “Gülün Adı”na düşmüşsünüz gibi… Zincirli kitaplıkların biçim bakımından birkaç evrimsel aşamadan geçtiğini söylüyor yazar: “Zincirleme işi ilk olarak tek bir kitabın masaya (veya kürsüye) bağlanmasıyla başladı, sonra birden fazla kitap (iki raflı) bir tezgâha bağlandı ve nihayet kitap dolaplarına fazladan en, boy ve imkân sunan çoklu raflar piyasaya çıktı. Kürsü sisteminde, mevcut yerler vardı ve sadece seçilmiş birkaç kitap kürsüye zincirlenmiş duruyordu. Kitapları korumak amacıyla kürsülerin ucuna bazen yaklaşık 13 santimetreyi bulan uzun demir menteşeli asma kilitler vurulurdu, ama onları kürsüden ayırma imkânı da bırakılırdı. 1480 dolaylarında, tezgâh sistemi, kürsü ile duvardaki gömme dolabı birleştirdi. 1590’a gelindiğinde, kürsü sisteminde üç raf olması yaygınlaşmış ve duvar sistemi olarak bilinir hale gelmişti.” Kitapların kütüphanelerde zincirle bağlanmasının sebebi, hukuk ve din metinleri gibi malzemeleri hırsızlığa karşı güvence altına almaktı.

        “BEYNİN GRAMINA GÖRE KİTAP SEÇİN”

        Kitaplığa konulan şeyler de önemli. Yazar, farklı dönemlerde yapılan bu tercihleri de anlatıyor. 1907’de, Londra’da bir ilçe kütüphanecisi olan James Brown, “Küçük Kütüphane: Kitap Toplama ve Bakım Merkezi” adlı bir kitap yazdı. Bu kitapta, kitap tasnifleri arasında bir ayrım yapıyor, kitap toplamaya ilişkin farklı yolların kitapların bakımında ve raflara dizilmesinde farklı gereklilikler dayattığını ileri sürüyordu.

        Brown aynı kitapta, bugün bizim çocuk kitaplarında çok tartıştığımız bir konuya da parmak basıyor; kitapları bir çocuğun yaşına göre sınıflandırmanın yanlış olduğunu söylüyordu. Ona göre kitaplar ve kitaplıklar, bir çocuğun beyninin hacmine göre belirlenmeliydi: 90 gramlık beyne sahip bir çocuk sanatsal, mekanik veya genel kitapları okuma yetisine sahipken, 120 gramlık beyne sahip biri din gibi konularla başa çıkabilirdi. Ayrıca ona göre sadece kitaplar kitaplığa konmalı ve sadece uygun kitaplar raflara dizilmeliydi. Ne fotoğraflar, ne hediyelik eşyalar ne de ıvır zıvır o raflarda olmalıydı.

        Kitaplık (Lydia Pyne - İthaki Yayınları)
        Kitaplık (Lydia Pyne - İthaki Yayınları)

        HAREKET EDEN KİTAPLIKLAR, YERİNE BAĞLI

        Zincirli kitaplıkları gören dünya, zamanla hareket eden kitaplıklara da tanık oldu. Bunu hem bir bütün olarak hem de raf sistemi kapsamında söyleyebiliriz.

        Yazar Pyne, 1845-46 kışında, Franklin Seferi’nin iki gemisi Terror ve Erebus’un Kuzey Kutbu buzlarına saplanıp kaldığını aktarıyor. Bu sefere çıkmış 24 subay ve 114 kişilik mürettebat o kışı gemilerin kitaplıklarında bulunan 2900 kitapla geçirmek zorunda kaldı. Kaçını okudular bilmiyoruz ama hepsinin soğuk ve çeşitli hastalıkların karışımı yüzünden öldüğünü biliyoruz. Dramatik bir son ama kitaplar işin içine girince acı biraz yumuşuyor değil mi?

        18. ve 19. yüzyılın bilimsel seferlerinde geniş çaplı kütüphaneler çok yaygındı. Sonraki dönemde ise raflar hareket etmeye başladı. Bu sistemler korumayı ve kapasiteyi maksimuma çıkarmış ve ABD’de Kongre Kütüphanesi, New York Halk Kütüphanesi veya üniversite kütüphaneleri gibi dev kütüphanelerin oluşumuna da imkân sağlamıştı. Servet, dünyanın her yerinde adil paylaşılmıyor tabii. Afrika’daki hareketli kütüphanelerin eşekler tarafından çekildiğini ve binlerce çocuğa gelecek ve umut olduğunu hatırlatalım.

        e-KİTAPLAR KİTAPLARI YENECEK Mİ?

        Pyne, “Gülün Adı,” “Fahrenheit 451” gibi içinden kütüphaneler geçen kitaplardan da bahsediyor, hayatımızı değiştiren IKEA türü kitaplıklardan da. Elbette bir de dijital kitaplar meselesi var… Yoksa onlar, kütüphanelerin sonunu mu getirecek? Ona göre hayır:

        “Bir ankete göre, e-kitap okuyucularının neredeyse yüzde 90’ı fiziksel kitap okumayı sürdürüyor. Britanya’daki 2015 yılına ait kitap satış trendleri, basılı kitapların 21. yüzyıldaki kitap dünyasında yeniden önem kazanırken, dijital kitapların ve e-okuyucuların popülerliğinin aslında düştüğüne işaret ediyor ve yapılan çalışmalar üniversite öğrencilerinin, dijital dünyanın içinde dünyaya gözlerini açmış milenyum neslinin bile elektronik yerine basılı kitapları tercih ettiklerini gösteriyor.”

        Kitapların ve kitaplıkların canlı olduklarını söylemiştim zaten. Pyne’in kitabından, yaşamlarını sürdüreceklerini de öğrenmiş olduk.

        KİTAPLAR VE KİTAPLIKLAR HATA KALDIRMAZ

        REKLAM

        Fakat madalyonun diğer yüzü de var. Pyne, böyle verimli ve çekici bir konuyu fazla girift anlatıyor; biraz daha edebiyat yapmasında, dile yüklenmesinde fayda vardı. Bu konu, daha leziz ve akıcı okumayı hak ediyordu.

        Bu algımın bir nedeni de çeviri olabilir. Açık söyleyeyim, çok çok daha iyi olabilirdi. Zira Türkçeleştirmek başka, çevirmek başka. Ayrıca yine konusu “Kitaplık” olan bir kitaba yakışmayan tashihler mevcut. Özellikle 30. sayfa baştan sona tekrar okunmalı: Düşmüş harfler, anlamsız tekrarlar…

        Bir de Patricia meselesi var. Benim bildiğim Cromwell soyadlı bir yazar Patricia yok. Hem belli ki polisiye/gerilimci Patricia’dan bahsediyoruz ve onun soyadı kesinlikle Cornwell. Eğer bu kitabından orijinalinde de böyleyse, daha vahim…

        İşte böyle değerli kitap ve Kitaplık okurları…

        ***

        İKİ TAVSİYE

        Türklerin tarihini İslamiyet öncesi ve sonrası olarak ele alan iki ciltlik dev eserin yeni baskısını, elinizde yoksa kaçırmayın. Hasan Gören ise “Zan”ın ardından yine bir suç hikâyesiyle okurun karşısına çıkıyor.

         Umumi Türk Tarihine Giriş (Zeki Velidi Togan - İş Kültür)
        Umumi Türk Tarihine Giriş (Zeki Velidi Togan - İş Kültür)
         Altı Yaprak Üstü Bulut (Hasan Gören - YKY)
        Altı Yaprak Üstü Bulut (Hasan Gören - YKY)

        Diğer Yazılar