Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Menderes döneminde iki günde bir gazete kapanırdı. Ben Dünya gazetesindeydim. İşte o ara gazeteyi çok satmaya başladık, şöyle oldu: Gece yasak kararı gelir, düzeltmeye olanak yok, gazetede o yasaklı yeri kazıyacaksınız. Ertesi gün gazetenin şurası beyaz, şurası kara. O beyaz gazeteler kapışılmaya başladı. Bu dönem ilginçtir, hangi gazete beyazsa kapışılıyordu ve telefon yağıyordu, ‘Abi orada ne vardı, neyi kazıdınız’ diye soruyorlar. Üç ay kadar sürdü beyaz gazete. Tam, gece gazeteyi baskıya vermişim, artık gazeteden ayrılacağım, bakıyorum ki yasak kararı var. Karar çıkınca gazete yola çıkmış bile olsa alıkoyuyorlar, bir tane bile satılmadan elinde kalıyor. Bu yüzden hemen sayfayı kazıyoruz ve baskıyı öyle sürdürüyoruz.”

        Basın tarihinin ayrılmaz parçası sansürü ve bunun genelde bir işe yaramayacağını özetleyen güzel bir anı bu. Anlatan, Sami Karaören. Gazetecilik serüvenine Türk basınının iki önemli gazetesinden Dünya’da başlayıp ardından uzun yıllar Cumhuriyet’te çalışmış. Burada önemli bir konum da üstlenmiş, 30 yıldan uzun süre yazı işleri müdürü olarak görev almış. Bu zaman zarfında devrinin önemli yazar, şair, siyasetçi ve sanatçılarıyla derin teşrik-i mesaisi olmuş. Basın ve cumhuriyet tarihinin önemli olaylarına bizzat tanıklık etmiş. Türk Dil Kurumu ödülü almış ve 18 yıl bu kurumda mesai harcamış.

        Şimdi 94 yaşında, İstanbul Göztepe’de akşamları bir iki kadeh atıyor, dostlarını ağırlıyor. O dostlardan üçü, bu ayaklı tarihin anılarının boşa gitmesini istememiş, kayda almayı planlamışlar: Şükran Sabanuç, Mukadder ve Ömer Özgeç. “Dört yıl süren bu görüşmelerimiz sırasında Sami Bey’in sevgiyle söz ettiği dostlarından sekizini yitirdik” diyorlar…

           GÜZEL GÜNLERİMİZ OLDU (Sami Karaören-İş Bankası Yayınları)
        GÜZEL GÜNLERİMİZ OLDU (Sami Karaören-İş Bankası Yayınları)

        BEDİİ FAİK’LE TANIŞMA VE 27 MAYIS

        1924 doğumlu Karaören, Fethiye’nin Keçililer köyünde doğdu. O zamanlar anaokulu okuyan şanslı isimlerden. Hatta anaokulu öğretmeni de Halikarnas Balıkçısı yani Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın eşi Hamdiye Vecihi. Babası tarımla uğraşıyor, Kuvayımilliye’ye er olarak katılıyor ve Milli Mücadele bitince Fethiye’de jandarma kumandanı oluyor.

        Ortaokulu ilçelerde olmadığı için Muğla’da okuyor. Lise içinse istikamet bu kez Antalya. Antalya Lisesi’nde felsefe ve sosyoloji öğretmeni, yıllar sonra bir suikaste kurban giden Cavit Orhan Tütengil. Edebiyat öğretmeni ise bir başka ünlü isim, şair Cahit Külebi. Külebi’nin solcu olduğu anlaşılmasın diye okula Cahit Erencan adıyla geldiğini aktarıyor Karaören.

        Lisenin 10. sınıfında daha sonra evleneceği Mehcure Hanım’la tanışıyor. Mehcure “hicret eden,” “göçen” demek. Liseden sonra Sami Bey üniversite için İstanbul’a, Mehcure Hanım ise Ankara’ya göçüyor.

        1945 Ekimi’nde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndedir Sami Bey. Okul bittiğinde komünist olarak damgalanmıştır artık. 1950’de Mehcure Hanım’la evleniyor. Memleketten de para gelmediği için bir sigorta şirketinde işe başlıyor. Anadolu gezilerinde iyi sigorta satınca İstanbul’a merkeze alıyorlar onu. Sigorta şirketinin bulunduğu Cağaloğlu’nda yürürken bir gün Adnan Benk’le karşılaşıyor. Benk onu, o dönemde esprili yazılarıyla kırıp geçiren Bedii Faik’e götürüyor.

        (Bu arada bir parantez açalım. Dünya Gazetesi 1952’den 1979’a dek yayımlanmış, o dönemde Demokrat Parti’ye ciddi muhalefet edebilen bir gazetedir. Falih Rıfkı Atay’ın kurup daha sonra Bedii Faik’e bıraktığı gazetede önemli kişiler yazdı. Adnan Benk, Nurullah Ataç, Çetin Altan, Oktay Ekşi, Orhan Birgit, Cavit Orhan Tütengil gibi yazarlar dönemin haksızlıklarını, yolsuzluklarını dile getirdiler. Bu yüzden birçoğu sorguya çekildi, tutuklandı.)

        Bedii Faik onu 500 TL maaşla işe başlatıyor. Adnan Benk sayesinde işi öğrenen Karaören, kısa süre sonra yazı işleri müdürlüğüne terfi ediyor. Sonra 27 Mayıs 1960 darbesi gelip çatıyor. Karaören, solcu olması hasebiyle 27 Mayıs’ı o dönem savunan isimlerden. “İyi” olduğunu, özgürlükçü bir anayasaya yol açtığını düşünüyor. Oysa o sıralarda CHP’nin değişme girişimleri, Falih Rıfkı’nın CHP’den ayrılışı gibi nedenlere bağlı olarak Dünya Gazetesi’nde 27 Mayıs’ı benimsemeyen bir yayın politikası izlenmeye başlamıştır. Sami Karaören bu yeni durumdan tedirgindir ve kısa süre sonra gazeteden ayrılır.

        Şöyle anlatıyor: “27 Mayıs’tan sonra Dünya Gazetesi en önemli gazete oldu. Ne yazık ki Bedii Faik ‘devrimi ben yarattım’ havasına girdi. İstiyor ki 27 Mayıs’ı yapanlar Bedii Faik’ten emir alsınlar. Derken 27 Mayıs karşıtı yazı yazmaya başladı. ‘Bedii bey, ben yazı işleri müdürüyüm, nasıl koyarım bu yazıyı gazeteye’ diyorum. Kısa bir süre içinde 1961 Anayasası çıktı ve bu anayasa gölgesinde sol da nefes aldı. Dünya Gazetesi’nde Atatürk’ün başyazarı Falih Rıfkı da 27 Mayıs karşıtı yazı yazınca gazeteden ayrılmak zorunda olduğumu söyledim…”

        “SEVGİLİ BİR AİLE GİBİYDİK”

        İşsizliği bir ay sürer. Önce Kemal Ilıcak’tan teklif gelir Tercüman için. İstemez. Sonra Yaşar Kemal arar. “Cumhuriyet’ten Nadir Nadi’nin beklediğini” söyler. Böylece 32 yıllık macera başlar. “Cumhuriyet’te önce Melih Cevdet Anday benim odama gelir, ardından Necati Cumalı… Nadir Bey böyle şair şuara ile birlikte olmaktan hoşlanır… Cumhuriyet Gazetesi her dönem aydınlar için önemli olmuştur. Ara sıra kızsa bile ilişkiyi sürdürdü çoğu okur. Biz çalışanlar bir aile gibiydik. Nadir Bey’in anlayışı, birbirimizi desteklememiz, Oktay Akbal, İlhan Selçuk, Ali Sirmen gibi köşe yazarları… Gerçekten de sevgili bir aile gibiydik” diye anlatıyor o yılları.

        Uzun süre yazı işleri müdürü olarak görev aldığı Cumhuriyet’te birçok tanınmış gazetecinin, bilim insanının ilk yazısını yayımladı Karaören. Ama elbette bir gün ayrılık vakti geldi:

        “Gazete Mecidiyeköy’e taşınmıştı. Gidip gelmek benim için zorlaştı. Artık yeter, dedim kendime. Gazetenin hissedarlarıyla da anlaşmazlık çıktı. Cağaloğlu’ndayken gazete evim gibiydi. İki odam vardı, bir çalıştığım bir de konuklarımı kabul ettiğim. Benim yetiştirdiğim gazetecilerden birinin adı yazı işleri müdürü olarak geçmeye başladı. Uzun yıllar yalnızca ikinci sayfayı evden yönettim. 7-8 makaleyi hazırlıyorum, gönderiyorum. Yani aktif yazı işleri müdürlüğünden gazete Mecidiyeköy’e taşındıktan altı ay sonra ayrılmış oldum. Cumhuriyet’ten ayrılma kararı alınca bir tören yapmak istediler ama ‘Gerek yok’ dedim.”

        2 TEMMUZ 1993 SİVAS TANIĞI

        Sami Karaören, 37 kişinin can verdiği Madımak Oteli katliamının da tanığı: Kitapta, o iki gün boyunca neler yaşandığını anlatıyor. Ayrıca Milli Mücadele’de önemli görevleri başarıyla yerine getiren ve Atatürk adına gizli servisi yöneten Ekrem Baydar’la nasıl bir araya geldiğini, onun notlarını nasıl metne dönüştürdüğünü de bir bölümde anlatıyor.

        Sonra “Portreler”e geçiyoruz. Karaören gazetecilik yaşamı boyunca tanıdığı, tanıştığı, dost olduğu önemli şahsiyetleri kendi gözünden anlatıyor. Kimler yok ki aralarında. Orhan Veli, Behçet Necatigil, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yahya Kemal Beyatlı, Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsmet ve Erdal İnönü, Peyami Safa, Muhsin Ertuğrul… Birkaçıyla ilgili kısa anılarını aktararak yazımızı bitirelim.

        Melih Cevdet Anday: “Melih bellek küpü, yani üstün biri. Bir yandan da her şeye öfkeli, her şeye düşman, herkesle yumruk yumruğa… ‘Sami bey bu yüzden ben ne dayaklar yedim’ diyordu. Bir düşünür kişiliği vardı, yazıları da çok okunuyordu. Önce birlikte akşamüstü içkisine çıkmaya başladık…”

        Orhan Veli Kanık: “Orhan’ın inceliği başka türlüydü. Anadan doğma asalet… Asalet taslamayı aklının ucundan bile geçirmeyen biri, öyle doğmuş. Mükemmel bir Fransızca, aşık olmayı, sevdalanmayı, sevdalandığı insanı yüceltmeyi, onu şiirine geçirmeyi bilen biri. Bir de Lambo’nun küçücük meyhanesi vardı Nevizâde’de. Oraya giderlerdi bu üçlü. Üçlü dediğim Melih Cevdet, Oktay Rifat ve Orhan Veli…”

        Yahya Kemal Beyatlı: “O gün Emirgân’da Çınaraltı’na altı kişi gittik. Yahya Kemal’i çok endişeli gördüm. Acaba gençlik beni tanıyor mu, okuyorlar mı endişesi. Orhan Velilerin, Oktay Rifatların çok ünlendiklerini görüyor, kendisinin adının geçmediğini de görüyor. Tıkız bir şair, iki yılda bir şiir yazıyor kendisi. Çok iyi bir şair ama şairliğinden önce ciddi bir tarih bilgisi var.”

        İlhan Selçuk: “İlhan Cumhuriyet’te sabahları odama gelir ama çok oturmazdı, çünkü o öğleye kadar gazeteleri okur, öğleden sonra ne yazacağını kararlaştırır. Gündüz 2.30’a doğru odasına geçer, sabahtan beri düşüncesinde oluşturduğu yazıyı 45 dakika içinde yazar getirirdi. Ben de ona saygısızlık olmasın diye okumadan dizgiye gönderirdim hemen.”

        Attila İlhan: “Attila İlhan’ın şiirlerini önceleri çok severdim. Kendisi de şiirlerini güzel okurdu ama biraz ‘artistliğe’ meraklıydı bence. İyi bir romancıydı, iyi bir şairdi ama benim insanım değildi. İnsan olarak kusurları şairliğine engel değil elbette.”

        REKLAM

        ***

        İKİ TAVSİYE

        10 yıldan fazla süre Açık Radyo’da devam eden Açık Yeşil programındaki konuşmalar kitap oldu. Buna, teorisi ve pratiği ile bir ekoloji rehberi diyoruz. Prof. Baş ise kitabında sindirim sisteminin ne kadar önemli olduğunu, onun aslında “arkadaşımız” olduğunu anlatıyor.

        Açık Yeşil (Ömer Madra-Ümit Şahin / Açık Radyo)
        Açık Yeşil (Ömer Madra-Ümit Şahin / Açık Radyo)
         Yaşam Dediğin 9 Metre (Murat Baş-Destek)
        Yaşam Dediğin 9 Metre (Murat Baş-Destek)

        Diğer Yazılar