Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tekirdağ’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Batman’a uzanan bir çocukluk ve bütün bu süreçte hep başka dünya hayalleri ve yazar olmak arzusu var. Bugünden o günlere bakınca ne görüyor Adnan Özer? Oldu mu hepsi yoksa bozuldu mu?

        Babamın ikinci tayini 1969 yazının başında çıktı, şark hizmeti olarak. Sürgün desek yeri; arkası olmayan memurlar alırdı, en uzunundan. Orta ikinci sınıfa geçmiştim, okul ikincisi olarak. Çatalca Lisesi’nde okuyordum, yatılı. Çatalca Lisesi’nin Galatasaray Lisesi ile anlaşması varmış; ilk üçe girenler Galatasaray Lisesi’ne kabul ediliyor. Ertesi yıl yatılı da bedava. Galatasaray’a girmek ya da girmemek! İşte bir dönüm noktası. Anne babam, nur içinde yatsınlar, bunun önemini bilmiyorlar, oğulları yanlarında olsun… Ben de bilmiyordum, derdim eğitim de değildi, Trakya’dan, Trakya’mdan kopuyordum! Nasıl acı verdiğini anlatamam, ah, o yaşta. Çocukluğum, gençliğim hep kopuşlar, ayrılıklar… Zaten önceden bizimkilerin Bulgaristan’daki yurtlarından kopuşları var; bana ilk miras trajik anlatılar. Öfkemden, acımdan dünyanın ta öbür ucuna gitmek istiyordum… Burası böyle; “başka dünya hayali”, bu önemli; o ön entelektüel yarılma, bir bilinç sıçraması, bazı melekeler getiriyor, örneğin alımlama. Sonunda hayal kırıklığı, mutsuzluk var. Ne gerekiyor? Baht güvencesi (securushazar) içinde yazmak. Aziz Agustinus, “Dünya bir kitaptır, gezmeyenler ondan sadece bir sayfa okurlar” demiş. Ben o tek sayfada kalmadım. Yazarlığa gelince; ne mutlu bana yazar deseler. Daha ilk basamağa adım atıyorum. Şairlik, benim “kara bahtım, kem talihim,” o bir yerde dursun.

        Eskiden gelecek hep güzeldir, gelecek olması ihtimalinden belki. Şimdi yaş alınca geçmişe dönmenin sebebi, gelecek ihtimalinin azalması ve hayali bir gelecek kurgulama şansı olmasın?

        Doğru hep öyledir, insanlar yaşlanınca bir döngüsel zaman sendromu yaşarlar. Bundan da bir kültür doğar ama, nice nice anlatılar… Benim kitabın başlığında işaret etmek istediğim, 80’lerin başından itibaren dünya yaşamında başka bir evreye girmiş olduğumuzdur. Şimdi bir sürü düşünür bunu yazıyor zaten.

        ESKİDEN GELECEK GÜZELDİ (Adnan Özer / Doğan)
        ESKİDEN GELECEK GÜZELDİ (Adnan Özer / Doğan)

        İKİNCİ İLAHİYAT AŞK

        Çocukluktan başlayan, ama öznesini sonra bulan bir aşk hikâyesi var kitapta. Bulan ve bulduğu gibi kaybeden. Onu aşk yapan da bu ulaşılmazlık olmasın?

        Benim “ikinci ilahiyat” olarak kavramsallaştırdığım bir şey var, aşk orda. Ya iman edeceğiz ya da sorgulayacağız. Sorgulayınca elimize ne geçecek? Edebiyattan ârî bir şey geçecek. Kavuşma, ayrılma olmadan da aşkı gördüm ben. Yemin mi edeyim.

        Bir Temmuz günü, Türkiye Komünist Partisi vesilesiyle İstanbul’dan Moskova’ya, oradan Havana’ya uzanan bir “sol” yolculuğun getirdikleri ve götürdükleri üzerine kurulu bence kitap. Şu 40 yıl önceki “sol”a bugünden baktığında, getirdikleri mi daha fazla, götürdükleri mi? Ya da ne durumda?

        Kitabın bir ayağı da o. 40 yıl önceki “sol”a bugünden bakmak istemem. Bu kitabın ardından yapmam bunu. Analiz vesilesi yapmak istemem bu anlatıyı. Fakat durum da ortada. Varılan nokta: Kriminal muhalefet.

        Moskova ve Küba senin için neydi o zamanlar? Ve şimdi ne?

        Romantize ediyorduk tabii oraları. Moskova, dünya halklarının kalesi idi. Küba, dünyada vadedilen cennetin has bahçesi idi (ikisi de cennet oluyor ya). Şimdi… Moskova’ya saygı duyuyorum. Küba’ya hâlâ aşığım, ilk göz ağrımı nasıl kalbimden atarım.

        HÜZÜN İÇİNDE ŞENLİK

        Sen şimdi bunu romanlaştırdın ama ben üç aşağı beş yukarı gerçek olduğunu biliyorum. Âşıklar uydurur da bazen. Bu aşkın ne kadarını sen uydursun, ne kadarı gerçekten var?

        Uydurmaya kalksaydım başka bir kitap olurdu. Bir uydurma varsa şayet 13 yaşımda uydurduğumdur, ya da şöyle diyelim: “çağırdığım.” Her şey o halle başlıyor zira. Batman yıllarından arkadaşlarıma sorulabilir, lisedeyken anlatıyordum (1972-74 yılları) Küba’ya gideceğim diye.

        Bir günlük aşk, sonraki 30 yıl boyunca senin hayatını baştan aşağı etkilemiş ve değiştirmiş. Okumalarını, öğrenmelerini, ruh durumunu hep o belirlemiş sanki. Hastalık gibi. Nasıl başladı, neden bu kadar sürdü ve etkiledi sence?

        Aşk böyledir. (Bir günlük de değil yahu, on beş gün var.) Havana bana masal diyarı gibi gelmişti, üstüne de onunla tanışınca… Latin Amerika edebiyatı, öğretileri geldi sonradan. Birçok öğesi var bu hastalığın. Hüzün içinde şenlik. Anadolu ve Trakya’ya yabancı mı, hayır. Benzer yönler çok. Velhasıl hepsinden bir manevi sfer yaptım. İman ettim. Sizi de davet ederim.

        O ilk güne döndüğünde tam ne hatırlıyorsun?

        Mahalleyi, evlerini, düzenlenen eğlenceyi, omzuma dokunuşunu, sıra sıra masalardaki yiyecek ve içecekleri (muz yaprağında tamalesleri, yemeğe kalktım da.., yaprakla yenmezmiş, bir çeşit sarma zannetmiştim), babasını, annesini…

        30 yıl sonra tekrar ne bulmaya gittin Havana’ya?

        Zor bir karardı. Sadece göreyim istedim, onu bir daha görmeden ölmek istemiyordum.

        Sizi ayıran 12 Eylül 1980, senin hayatına da farklı bir darbe vurmuş sanki…

        12 Eylül beni öldürdü. Kuşağımı da. O kadarını söyleyeyim.

        Tekrar kavuşunca ne oluyor?

        İşte o kısım anlatılamaz. Öyle bir duygu karmaşası ki… Ağlasan delirinceye ağlarsın.

        REKLAM

        *

        İKİ TAVSİYE

        1928’de Nobel alan yazarın çağını aşan ilk kitabı ilk kez Türkçe’ye çevriliyor. Marta’nın genç kızlık, evlilik ve evlilik sonrası dönemlerinde heyecanla pişmanlık el ele. Diğeri Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan bir kitap. İnsanoğluna ışık tutan, Mevlâna, Akşemseddin, Ahmed Yesevi gibi, doğudan gelen aydınlanmanın sembol isimlerinin hikâyeleri bunlar…

        Marta Oulie (Sigrid Undset / Dedalus)
        Marta Oulie (Sigrid Undset / Dedalus)
        Çerağ (Güven Ada / Kapı)
        Çerağ (Güven Ada / Kapı)

        Diğer Yazılar