Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Hanımın şiddetli sancılarından bîzâr olması sebebiyle bu gece mektubumu burada bırakıyorum, birader. İki gün iki gece zavallı hanım feryad etti durdu. Ne uyku uyuyabildik, ne de muntazaman yemek yiyebildik. Sağ elinin baş parmağı bileğine kadar bütün mafsallarda dehşetli bir sancı ve iltihap var. Pek şiddetli bir romatizm artiküler (eklem romatizması) alâmeti zâhir oldu. Beyrut’ta iyi bir doktor dostumuz var. İsmi Doktor Ravze’dir ve hanımı Türk kızıdır. Ona gittik. Burada aldığımız ilaçlardan zerre kadar faide görmedik. Dostumuz olan doktor, on dakika elektrik cereyanına maruz tuttu. Refikamın o tahammül-fersâ ağrısı dindi hamdolsun. Bu gece fasılasız sekiz saat uyudu. Lâkin eli hâlâ iltihaplı ve şiştir. Bugün yine elektrik tedavisi için Beyrut’a gideceğiz ve zannederim beş on defa gitmeğe mecbur olacağız. Şimdilik hanıma sıkı bir perhiz yapıyoruz. Sütten ve yemişten başka bir şey yemeyecektir. Şunu da unutmadan söyleyeyim ki ben de aynı suretle mahkûmum. Tazyik-i şiryani (atar damar tansiyonu) için dün kendimi muayene ettirdim. Tension’un azâmi derecesi 20 ve asgari derecesi 10 olarak tahakkuk etti. Şüphe yok ki sıhhat cihetinden bu bana bir müjdedir. Zira günün birinde fücceten düşüp ölmeğe mahkûm bulunduğumu tebşir ediyor, binaenaleyh âhir ömrümde bu gurbet ellerinde yataklarda kalıp sürünmek ve etrafımdaki insanları bizâr ederek elemlerle def olup gitmekten veyahut gurebâ hastanelerinin birinde kemal-i zevkle bu zevksiz hayata veda etmekten çok iyidir. Ben ölümden değil, zillet ve sefâlet-i pîrîden korkarım…”

        Filozof, şair ve devlet adamı Rıza Tevfik (1869-1949) mektuplarında hastalık tecrübelerine geniş yer ayıran ve bunları yakınlarıyla paylaşan biri. Refi Cevat Ulunay’a (1938, Cünye, Lübnan) karısının hastalığını ve bir hasta ile deneyimini uzun uzun anlatırken hasta olmanın kendisi için ne ifade ettiğini bu satırlarla dile anlatıyor. Rüya Kılıç’ın, Osmanlı modern tıbbında hastalıkla mücadelenin bitmemiş tarihini anlattığı kitabı “Hasta, Doktor ve Devlet”te buna benzer mektuplardan fazlasıyla var.

        HASTA, DOKTOR VE DEVLET (Rüya Kılıç / Kitap Yayınevi)
        HASTA, DOKTOR VE DEVLET (Rüya Kılıç / Kitap Yayınevi)

        BİR ANLAMDA MODERN TIBBIN TARİHİ

        Kitap, yakın dönemde tıp tarihi alanında oluşan yeni yaklaşımların etkisiyle Osmanlı’da modern tıbbın tarihini hasta, doktor ve devlet üzerinden okuyor. Tıp tarih yazımına hâkim olan doktorların başarılarına odaklanan biyografi, hastalık veya kronolojik kurum tarihi alanının dışına çıkarak bireyin deneyimlerine dayalı bir kurguyu esas alıyor, böylece her birinin hastalıkla mücadelesinin derin ama çoğu kez bitmemiş hikâyelerini çok yönlü ilişkiler ağı kapsamında inceliyor. Odaklanılan zaman dilimi ise modern Batı tıbbının Osmanlı topraklarına girdiği, bir başka ifadeyle modernleşme tarihine ve tıbbın derinlemesine değişimine sahne olan 19. yüzyıl. Söz konusu yüzyılda bireyin hayatı kadar devletin toplumla kurduğu ilişki de değişmekteydi. Ama bu yüzyıl keskin bir zaman sınırı biçiminde ele alınmamış, süreklilik veya değişimleri takip ederken imparatorluğun sonuna yani 20. yüzyıla kadar uzatılmış.

        Mektupların yanı sıra arşiv kayıtları, hatırat, roman, gazete ve dergiler gibi farklı kaynaklar da dikkate alınmış kitapta. Zira arşiv kayıtları, hasta-doktor ve siyasi iktidarı bir arada görmeyi sağlayan veriler sunması itibariyle büyük bir öneme haiz. “Kaldı ki bu kayıtlarda sadece siyasi iktidarın değil bireylerin de sesleri duyuluyor. Gerçi bunların öne çıkan özellikleri bir kurum veya imparatorluk idari otoritesi tarafından oluşturulmaları. Fakat bireylerin resmi ifadeler-şablonlar içinde bile kişisel taleplerini dile getirmekte oldukça başarılı ve yaratıcı olduklarını söyleyebiliriz” diyor Rüya Kılıç.

        Daha önce bu köşede “İntiharın Tarihi” adlı kitabını da konu ettiğim bir isim o. Hacettepe Üniversitesi’nde, çalışmalarını psikiyatri ve psikoloji tarihine odaklanarak sürdürüyor. Şimdi bahsettiğim “İntiharın Tarihi: Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyette İstemli Ölüm Halleri” dışında “Osmanlı Devleti’nde Seyyidler ve Şerifler,” “Deliller ve Doktorları: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Delilik” adlı kitaplara da imza attı. Bunlar önemli çalışmalar, tebrik etmek lazım.

        “KALBİNİ ŞEN TUT, VÜCUDUNU HASTALANDIRMA”

        Hasta mektuplarına dönersek… Bu mektuplarda hastalık veya keyifsizlik haberleri iyi dileklere eşlik eden üzüntü ve dualarla karşılık buluyor. Abdülhak Hâmid, Namık Kemal’in sıtma olduğunu öğrendiğinde (15 Eylül 1875) “Elimizden ne gelir, sana duadan gayri” sözleriyle üzüntüsünü dile getiriyor. Sürgün gibi zorunlu ayrılıklar sağlık haberlerine daha çok ihtiyaç duyulduğu anlar. Geride kalanlar kadar ayrılanlar için öncelik, iyi olunduğunu öğrenmek. Ziya Gökalp Limni ve Malta’da iken ailesine gönderdiği mektuplarda (1919) kendi sağlık haberlerini verirken asıl endişesi eşi ve çocuklarının nasıl olduğuna dair haber almaktır. Zira onların “âfiyette ve istirahatte bulunduklarını haber aldıkça, hiçbir kedere mağlup olmayacaktır.” Vecihe Hanım’dan isteği kendi sağlığına dikkat etmesidir. “Kalbini şen tutarak vücudunu hastalandırmamalıdır.” Zira onun ufak bir rahatsızlığı çocukları da hasta eder, o da orada kederinden hastalanır. Kısaca sinirlerine hâkim olarak sıhhatine ve çocukların sıhhatine iyi bakmalıdır. Ondan beklediği en büyük lütuf budur.

        “Hasta, Doktor, Devlet” dedik. Elbette doktor-hasta ilişkisi kapsamında Osmanlı kadın ve erkeklerinin hastalıkla baş etme çabaları, hasta rolü ve hastalık stratejilerini konu ediyor kitap. Ama söz konusu dönemde, tıpkı bugün olduğu gibi, insanlar hastalıkları sırasında karşılaştıkları sorunları çözümlemede doktorlar kadar, siyasi iktidar temsilcileriyle de ilişkilerini düzenlemekteydi. Yöneticilerse iktidar stratejileri doğrultusunda hastalara karşı sergiledikleri hayırseverlik, iş verimliliği, ekonomik çıkarların gözetilmesi ve bunların güç- statü kazanımına odaklanabiliyordu. Öte taraftan doktorlar da, yeni dönemde sadece hastalıkla değil cehaletle de mücadele rolünü üstlenirken meslek etiği ve uygulamadaki güçlüklerle baş etmenin yollarını arıyorlardı.

        “Hasta, Doktor ve Devlet,” bütün bu çok yönlü ilişkiler ağını farklı kaynaklar kullanarak merhamet, itibar, minnet, hak ediş, sorumluluk ve meşruiyet gibi şimdiye kadar üzerinde durulmamış bir alana taşıyor.

        REKLAM

        **

        İKİ TAVSİYE

        30 yıldır acilde çalışan Erk, başta koronavirüs olmak üzere enfeksiyonlar, diyabet, kanser, kalp-damar ve nörolojik hastalıklara karşı nasıl beslenilmesi gerektiğini yazmış. Bağışıklığınızı artıracaktır. Muhammed Ali ise ırkçılığa karşı bağışıklığınızı kuvvetlendiriyor. Sonradan Müslüman olan boksun devi Afro-Amerikalı, 1966’da askere çağrıldığında dini ve vicdani nedenlerle orduya katılmayı reddetmiş ve ülkesi ABD’ye karşı bir “savaş” başlatmıştı. Onun hikâyesi.

        Bağışıklık Diyeti (Prof. Dr. Osman Erk / Sözcü)
        Bağışıklık Diyeti (Prof. Dr. Osman Erk / Sözcü)
        Muhammed Ali (Leigh Montville / Çev: Tevfabil Alkaç / Alfa)
        Muhammed Ali (Leigh Montville / Çev: Tevfabil Alkaç / Alfa)

        Diğer Yazılar