Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Eminönü Halkevi Başkanı Agâh Sırrı Levend, Halid Ziya Uşaklıgil’in sanat hayatının elli beşinci yılı dolayısıyla bir “jübile” yaparak, büyük romancıyı edebiyat ve sanat çevreleriyle buluşturmak ister. 5 Mayıs 1937 akşamı gerçekleşecek toplantı için İstanbul sanat ve edebiyat çevrelerine giden davet basına yansıyınca, Cumhuriyet’in röportaj yazarı Feridun Kandemir, hiç düşünmeden edebiyatımızın yarım asırlık romancısı Halid Ziya’nın Yeşilköy’deki evine koşar. Ona “yarım asrı geçen edebi hayatındaki en canlı hatırayı” sorar. Halid Ziya şu cevabı verir:

        “Bir gün Anadolu’dan büyük bir seyahatten dönen Hüseyin Suat bana dedi ki: ‘Sen hiç fütur getirme. Anadolu’nun neresine uğradıysam orada Mai ve Siyah’tan bir nüsha buldum. Senin bu kitabını ummayacağın yerlerde okuyorlar, seviyorlar. Sen kendini bahtiyar bir muharrir sayabilirsin!’ Sustum. Niçin sustum? Galiba heyecanımdan söz söylemeye, cevap vermeye kudret bulamadım. Mai ve Siyah, bütün diğer kitaplarım gibi bana para getirmiş değildir. Bugün hâlâ yazılarımdan para alan adam değilim. Şöhretlerini, servetlerini işittiğimiz Batı’nın meşhur yazarları, eserleriyle şatolar alırlar; otomobiller, gemiler alırlar. Mai ve Siyah bana bir elbise parası bile vermemiştir. Fakat Hüseyin Suat’ın bu sözü, beni o saydığım şeylerden ziyade doyurdu. İşte, sanat hayatımın en büyük kazançlarından, heyecanlarından birini o zaman hissettiğime hükmedebilirim.”

        JÜBİLE (Selçuk Karakılıç / Kapı Yayınları)
        JÜBİLE (Selçuk Karakılıç / Kapı Yayınları)

        UNUTMADIK, UNUTULMADINIZ…

        Aşk-ı Memnu’nun yazarına daha büyük bir heyecan verecek şey, bir süre sonra, 5 Mayıs 1937’de yaşanacaktır. Edebiyat dünyamızda çok ses getirecek “ilk jübile” ona yapılacaktır.

        Bugün “jübile,” sadece sporcuların takımlarına veda ettiği son gün olarak biliniyor. Oysa bundan yarım asır öncesine kadar ilim, sanat ve edebiyat otoriteleri için yapılan ve seçkin davetli grubunun renk kattığı nezih toplantılardı. Bir zamanlar ilim, sanat ve edebiyat dünyasında “köşesine çekilen” her büyük isme jübileler düzenlenirdi. Halid Ziya Uşaklıgil’den Tarık Buğra’ya, Necip Fazıl Kısakürek’ten Fuad Köprülü’ye, İbnülemin Mahmud Kemal’den Muhsin Ertuğrul’a geniş bir yelpazede pek çok ilim ve kültür adamı için, sevenleri tarafından düzenlendi bu geceler.

        “Unutmadık, unutulmadınız demenin içten sunulmuş bir söz buketiydi bunlar sanatçıya” diyor Selçuk Karakılıç. Kendisi, bu incelemeyi yapan ve edebiyatımızın büyük isimlerini tekrar anmamızı sağlayan kitabın yazarı; adı üstünde, “Jübile.” Biraz Karakılıç anlatsın şimdi:

        “Gazete koleksiyonlarını inceledikçe umduğumdan çok daha fazlasıyla karşılaşmış, hatta şaşırmıştım. Meğer Cumhuriyet’in ilk yıllarında inanılmaz bir jübile furyası başlamış, sanat ve edebiyat dünyasının otorite isimlerine özel törenler düzenlenmişti. Kimler yoktu ki jübile törenlerinde alkışlanan... Türk romanının babası sayılan Halid Ziya, Sorbonne Üniversitesi’ne Türk bayrağı çektiren Fuat Köprülü, İstanbul’un sekizinci tepesi Yahya Kemal, Şairler Sultanı Necip Fazıl, monşer şair Abdülhak Hamid, Bergsoncu filozof Mustafa Şekip, Şıpsevdi’nin unutulmaz yazarı Hüseyin Rahmi, kavgacı Hüseyin Cahit Yalçın, Türklüğün havarisi Mehmet Emin, koğuştaki romancı Orhan Kemal, Anadolu’nun ulu çınarı Aşık Veysel, Türk musikisine frak giydiren Allah’ın sazı Münir Nurettin Selçuk, Tanburi Cemil Bey’in oğlu Mesut Cemil, Muhsin Ertuğrul… Ve daha niceleri…”

        REKLAM

        “İKİNCİ SÜRAHİYİ DE DİNLEYECEĞİZ”

        Halid Ziya’nın jübilesi için özel bir davet alan Peyami Safa, bu toplantının aslında en az 30 sene gecikmiş olduğunu belirtip Cumhuriyet’te şöyle yazdı: “Dostoyevski ‘Biz hepimiz Gogol’un paltosunun altından çıktık’ demişti. Bu sözü, Türk romanı da Halid Ziya için tekrar etmelidir. Aldığı ilk tesirlerin çoğunu ona borçlu olmayan bir romancımız var mıdır, bilmiyorum. Fakat varsa o meslektaş eserlerinin noksanını bu nasipsizliğinde aramalıdır.”

        30 yıl gecikmiş olsa da, Cumhuriyet’in ilk jübilesi Eminönü Halkevi’nde gerçekleşti. Halid Ziya’nın dostları, hayranları, edebiyat ve sanat hayatının tanınmış bir çok siması bir araya geldi. Halkevine sığmayan gençler sokak kapısında onu alkışladı, şairler ve muharrirler ellerini öptü. Konuklar arasında Yahya Kemal, Peyami Safa, Hüseyin Cahit, Hüseyin Siret, Şükûfe Nihal ve İzzet Melih de vardı.

        İstanbul Radyosu’nun canlı verdiği programda, önce davet sahibi Agâh Sırrı Levend kürsüye çıktı. Fakat 1.5 saati geçen konuşması kinayeli esprilere sebep oldu. Bu uzun konuşması sırasında devamlı su içen ve önündeki sürahiyi bitiren Agâh Sırrı’ya bir yenisini daha getirdikleri zaman, Peyami Safa “Eyvah” dedi, “İkinci sürahiyi de dinleyeceğiz!” Bu esnada bitişikteki salona bir buket çiçek gelir ve Mithat Cemal de odaya yönelir. Halid Ziya’ya verilen ve kürsüye çıkarken bıraktığı çiçeklere bakan Mithat Cemal, “Bari” der, “Şu solmadan verebilsek…”

        Levend’in uzun açış konuşması bitince Halkevi orkestrasının dört kişilik müzisyen heyetinin konseri başladı. Viyolonselist Cemil ve Hancıyan, çellocu Cafer ve Piyanist Renan; Mozart ve Schubert’ten parçalar çaldı. İzzet Melih, Halid Ziya’nın şahsiyetini anlattı; Ali Kami ise Mai ve Siyah yazarının saray hatıralarından bahsetti. Jübile gecenin bir buçuğuna kadar sürdü. Sonunda, heyecanına ve yaşlılığına rağmen saat 20.30’dan beri koltuğunda kıpırdamadan oturan Halid Ziya sahneye davet edildi. Mütevazı bir şekilde “bu geceye lâyık olmadığını” belirterek konuşmasına başlayan yazar, sözlerini şöyle bitirdi:

        “İşte şu köşeden, karanlığın içinden bir gölge koşup bana geliyor; galiba bir mektep çocuğu. On beş, on altı yaşında bir çocuk… Onu tanıyor gibiyim; bana benziyor, bugünün gençliğinin timsali olarak bana geliyor. Bir elinde bir kâse var; öteki elinde çiçeklerden bir çelenk tutuyor. Diyor ki: ‘Beni tanımadınız mı? Ben mektep çocuğu Halid Ziya’yım… 50 sene mi çalıştınız? Sizi pek yorgun görüyorum; size serin bir şerbet getirdim, bunu içiniz, yorgunluğunuzu alır… Koşularda, mücadelelerde yorulanların ve üstün gelenlerin başına taç koyarlar; size böyle bir taç getirdim.’ Gençliğin bana sunduğu o serin şerbeti içtim, bu çiçeklerden tacı alıyorum; artık bundan sonra yatabilirim, mesudane gözlerimi kapayıp uyumak için…”

        KİMİ UZATTI, KİMİ SUSTU

        Halid Ziya, sanat hayatının elli beşinci yılında muhteşem bir hitabetle seçkin davetli grubuna böyle seslenmişti ancak Küçük Ağa’nın yazarı Tarık Buğra kürsüde konuşamamış, “Bana Türkçe’yi en iyi bilen yazar diyorlar. Halbuki ben ‘mutluluk’ kelimesinin anlamını bugün öğrendim. Mutlu oldum, teşekkür ederim” diyerek hüzünle kürsüden inmişti. Aynı şekilde, Necip Fazıl da alabildiğine uzun ve etkileyici bir “nutuk” vermiş, Yahya Kemal, Tarık Buğra, Mustafa Şekip ise aynı oranda sükut etmişlerdi.

        Selçuk Karakılıç, Halid Ziya ile başlayan ve özellikle 1930-1970 arasında esen jübile rüzgarının matbuat âlemindeki yansımaları arasında dolaştırıyor bizi. Çarpıcı haberler içinden devşirdiği ilginç anekdotlarla bir dönemin önemli geleneğine ışık tutuyor. Edebiyat dünyamızın geçmişiyle alâkalı, özgün ve sürpriz dolu bir okuma vaat ediyor kitap.

        ***

        İKİ TAVSİYE

        1920-22 arasında Yunan işgali altında kalan Kırklareli’nin, dönemin Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelerinin mektuplaşmaları ve Genelkurmay raporlarından yola çıkılarak hazırlanan hikâyesi… Diğeri bir ilk roman. Yazar Mert Zamangil bir sabah köhne bir motel odasında uyanır ve oraya neden geldiğini hatırlayamamaktadır…

        Milli Mücadele Yıllarında Kırklareli (V. Türkan Doğruöz / İş Kültür)
        Milli Mücadele Yıllarında Kırklareli (V. Türkan Doğruöz / İş Kültür)
         İmkânsız Bir Liste (Derya Erkenci / Doğan)
        İmkânsız Bir Liste (Derya Erkenci / Doğan)

        Diğer Yazılar