Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde “Yahudi hain vezir hikâyesi” vardır. Bu beyitlerde özetle şunlar anlatılır:

        Dünyayı kasıp kavuran zalim, Yahudi bir padişah vardır. Yahudilerin haricinde hiç kimseye hayat hakkı tanımaz. Bu padişahın alçak veziri, şeytanca bir kumpas kurarak kötülükte zalim hükümdarı bile geçer.

        Hain vezir, ihanet planını padişahına şöyle açıklar:

        “Padişahım, sen beni düşmanın olarak ilan et. Diğer dinin mensubu gibi göster. Tam beni idam edecekken, birisi tarafından kurtarılıp da sürgüne gönderildiğim haberini bütün âleme yay. Ben böylece diğer dindarların arasına rahatlıkla girebilirim, onlar tarafından itibar görürüm.

        Bundan sonra da artık herkes sözlerime inanacak ve onlar beni önder olarak göreceklerdir. Sen bunları yakalayıp öldürmekle bitiremezsin. Ama benim yaptığım plan sayesinde aralarındaki düşmanlık ve yanlış inançları onları kendi kendilerini yiyip bitirmeye kâfi gelecektir. Seneler geçse de ben buna muvaffak olacağım. Ömrüm bu yolda bitse de bu planı gerçekleştireceğim.

        Bu tuzağın işleyebilmesi için gizlilik en önemli unsurumuzdur. Senle ben bu dünyadan çekilip gitsek de fitneyle geride bıraktığımız şüphe ve düşmanlık; bu gizlilik sayesinde hep devam edecektir.”

        Padişah, vezirin bu sözlerine hayran kalır, kararlaştırılmış planı aynen uygular. Hıristiyanlar (yani o günün Yahudileri karşısında bulunan inanç topluluğu) bu veziri bağırlarına basar. Hain vezirin sevgisini gönüllerine koyarlar. O kadar ki tavrıyla, tarzıyla, hitabetiyle ve bilgisiyle bu alçak vezir, Hıristiyanlar tarafından zamanın Hazret-i İsa’sı gibi muamele görür.

        Aylar, seneler böyle geçerken hiç kimsenin bilmediği şekilde vezir hicret ve uzlete çekilme kararı alarak cemaatinden yani kavminden uzaklaşır. Halk ne kadar dil dökse de vezir girdiği delikten çıkmaz ve hain planını adım adım uygulamaktan da geri durmaz.

        Vezirin etrafında toplanan bu halk o gün için 12 ayrı beylikten oluşmaktadır. Bir ara 12 ayrı topluluğun önderi ve imamı konumunda olan kişileri teker teker yanına çağırarak özel görüşmeler yapar.

        Her birine ayrı ayrı vasiyet ve telkinde bulunur, Hazret-i İsa’nın emaneti olduğunu söylediği metinleri görüşmelerinin sonunda beylere teslim eder. Böylece her bir imamın kendisini çok özel hissetmesini sağlayarak onların ego ve enaniyetlerini iyice şişirir.

        En acayibiyse bu 12 vasiyet metninin hepsinin birbirinden farklı, hatta birbirine taban tabana zıt olmasıdır. Bu kumpasın en korkunç safhası da herkese ayrı ayrı gizlice yaptığı son vasiyetidir. Hain vezir her bir imama, “Ben ölürsem vekilim sensin! Liderlik hususunda itiraz görürsen asla küçük, büyük, çocuk, ihtiyar, dinli, dinsiz demeden acımaya kalkma, seni tanımayanları tereddüt etmeden kılıçtan geçir!” diyerek vasiyet eder.

        Artık tezgâh tamamen kurulmuştur. Geriye sadece tek bir şey kalmıştır, o da bu kumpasın çalışması için düğmeye basmak. Hain vezir hayatı pahasına bunu da gerçekleştirecektir. Fakat bunu da usturuplu yapması gerekmektedir. Bunun için halka, “İsa Peygamber beni yanına çağırıyor! Hakkınızı helal edin ey âşıklar, ey gönüllüler, ey bahtlı insanlar” diyerek yaşamış olduğu inine girer ve kendisini öldürür.

        İnsanlar üzüntülerinden ve mübarek gördükleri bu insanın muhteşem tavrından dolayı üzüntü ve hasretten çılgına dönerler. Bir müddet ah u figan eder, dövünürler. Ama sonrasında her bir imam hain vezirin kendilerine bıraktığı din ve liderlik programıyla halkın karşısına çıkar. Her bir kafadan ayrı ses çıkmaktadır. Birbirlerini hıyanetle suçlarlar; kılıçlarına, silahlarına davranarak bu 12 güruh birbirlerini öldürüp kırar, katleder. Mesnevi-i Manevi (321-732. Beyitler)

        ALLAH (CC) YOLU İSTİSMAR EDİLDİ

        Hazret-i Mevlânâ ve Mesnevî’si bugün yaşadığınız bütün kumpas, hile ve hurdaları deşifre etmiş, mânâdan uzak fakat mânâ cengâverliği yapmaya kalkanların nasıl suiistimal edildiğini bu kıssayla özetlemiştir. Öyle detaylarla anlatmıştır ki sanki günümüzdeki hâdiseleri görmüş, hikâye tarzında insanlara anlatmak için bir edebi metin uyarlamıştır. Bire bir aynıdır yaşadıklarımızla...

        Son yüz elli yıldır hep doğruyu kâim kılmak, hizmet etmek niyetiyle orta yere çıkılıp ümmeti birbirine kırdırmadılar mı? Hikmetten ve kalbi derinlikten mahrum olan kişiler Sultan II. Abdülhamid zamanında “Şeriat isterüz” diyerek koca padişahın başını yediler. Osmanlı birçok cephede “Din elden gidiyor” diyerek sözüm ona davayı kurtarmaya çalışan fakat aslında kâfirlerin oyuncağı ve kuklası olan güruhlar tarafından kan kaybetmek ve koca devletin elden gitmesine seyirci kalmak mecburiyetinde kaldı.

        Ezanı, Kur’ân’ı kaldıranlar, “Dini ihya ediyoruz!” kisvesiyle bunu yaptılar. Yozlaşmış olan gelenek ve örfü bahane bilerek geçmişteki mübarek ve muhterem birikimleri bir kalemde atıp kâfirden daha büyük ihanet içinde bulundular.

        Yetmedi, senelerce bu millet din ve dindarlık kullanılarak birçok hizip ve güruhun çekişmeleri arasında gençliğini, birikimini, mukaddesatını kaybetti. Allah (CC) yolu istismar edildi.

        Müslüman Müslüman’ı aldattı. Dünya, makam ve mevkileriyle müminlerin gözünü bağladı. “Mal mülk kazanmamız lazım, çok kuvvetli olmamız icab ediyor, yoksa başka türlü muvaffak olamayız” sloganlarıyla yola çıktılar ama sonra kendileri de heva ve heveslerinin kurbanı oldular.

        Yâ Rabbi! Hakkı hakk olarak görüp hakka tâbi olmakla bizi nasiplendir. Yâ Rabbi! Bâtılı yani senin katında hiçbir değeri olmayan şeyleri de değersiz ve bâtıl olarak görüp ondan uzak durmaya bizi muvaffak eyle. Dualarımızı lütfen ve keremen kabul eyle. Âmin.

        Diğer Yazılar