Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DOSTLAR! İçinde bulunduğumuz günler, hac mevsimi olması münasebetiyle çok önemli günlerdir. Milyonlarca Müslüman akın akın Allah’ın (CC) davetine icabet etmekte. Evet, mevsim olarak hac mevsimidir, fakat kulluk ruhu olarak bakıldığında bu deryanın balığı olanlar için bu hayat daimi bir hayattır.

        Bir insan hacca gitti, orada ota basamıyor, herhangi bir böceği, sineği öldüremiyor, kendi kılını kopartamıyor, hiç kimseye eziyet edemiyor. Peki, Allah Teâlâ’nın harem hudutları orada ilan edilmiştir ama bunu gören bir hacı İstanbul’a geldiğinde otu, bitkiyi sebepsiz yere koparabilir mi? Bir insana karşı herhangi bir kötü muamelede bulunabilir mi?

        Hacda bunu bu boyutuyla yaşayıp oradan döndükten sonraki ahval için hac yapılır. Aynı Ramazan’da bir ay oruçlu olduğumuzdaki güzel hali bütün seneye yaymak gibi, beş vakit Allah’ın (CC) huzuruna durduktan sonraki halimizi yirmi dört saate yaymak gibi... Hac, namaz, oruç bir ilan,bir misal gibidir. O bir ibadettir, onu yapmak tabii ki çok önemlidir, ama o ibadetin bize verdiği şuuru hayatımı- zın tamamına yaymamız, bunu bir ömür yaşatmamız gerekmektedir.

        Haccın bir hususiyeti daha vardır. Arafat sahrasında yüz binlerce hacı toplanmış. Diyelim ki içlerinden birisi en makbulü, Allah’a (CC) yakın, Cenab-ı Hakk’ın bol ikram ettiği kullardan. Allah (CC) bir hal nasip eyledi, bir dua nasip oldu. Onunla beraber olan, o mevsimde bulunan herkes o güzellikten aynı ecri kazanıyor.

        Sadece o değil ki... Kurası çıkmamış, parası yetişmemiş, imkânı olmamış, “Gidemiyorum” diye ağlayanlar var. Siz zannediyor musunuz ki onlar mahrum oluyorlar? Onlar kendilerince hep oraya gitmek istedikleri için, gönülden oraya bağlı oldukları için hacca gitmiş gibi aynı ecri kazanıyorlar.

        Hadis-i şerifle sabittir, oraya gidenler ümmet-i Muhammed’in elçileridir. Bir elçi kendisi için mi pazarlık yapar, sadece kendisi mi kazanır yoksa temsil ettiği yerlerin hepsi mi kazanır? Tabii madalyonun ters tarafı da var. Oraya elçilik vazifesini yapmak üzere giden, edepsizlik yaptığında kendisine mi olur zararı acaba yoksa temsil ettiği bütün halka da bu sirayet eder mi?

        Hac, namaz, ibadet, ahlak ömrün tamamı içindir. Hiçbir insan diyebilir mi ki, “Ben bu yaşıma kadar ahlaklı yaşadım, e yeter artık! Otuzuma kadar terbiyeli yaşadım müsaade buyurun da birkaç sene terbiyesizlik yapayım”. Bir doktor, “Yüz kişiyi kurtardım, ameliyat yaptım, tedavi ettim. Yüzde bir de öldürme şansım olsun!” deyip hastanın şahdamarına vursa neşteri böyle bir doktoru meslekte tutarlar mı?

        Hac güzelliği gösterme mevsimidir. Nasıl kibaharda çiçek açar, ama o çiçeğin geçtiği bir süreç vardır. Bizler beş vakit namaza durmaya gayret ederiz. Ama sadece namazı kılarken kul değiliz. Bütün günümüz ve saatimizin O’nunla (CC) beraber olması gerektiğini idrak ettiğimizi göstermek için O’nun (CC) emrettiklerini yaparız.

        Hac bir mevsimdir, fakat canımızın canana kurban olduğunu ve bizim bedenimizin ancak canan sevgisi varsa, sevgiliye duyulan bir özlem varsa can şeklini alacağını göstermek için hususi bir delildir.

        Hac, yokluğunu ispattır. İnsan bu dünyaya varlığını ispat etmek için gelmez. Kul; “Ya Rabb’i! Benim varlığımı, vehmimi gözümden sil; kendi varlığımı tamamen gözümden kaldır” demek için namazda, oruçta ve hacda kendisini gösterir. “La ilahe illallah” sözü Allah’ı (CC) tasdik değildir. “Allah Teâlâ’nın mülkünde sadece Allah var” demektir. Bu aynı zamanda bizim yokluğumuzun tasdikidir. Ama o yokluğu söylemek için bile, bu yokluğu göstermek için de yine bir meşakkat gerekiyor.

        ************

        KISSA

        ESKİ zamanda bir zât hacca niyetlenmişti. Henüz çok küçük ve mükellef bulunmayan oğlu da babasıyla birlikte gitme arzusunu babasına söyledi. Kendisine bu yolculuğun güç ve çok meşakkatli olduğu, zahmetlerine katlanamayacağı, biraz daha büyüdükten sonra gidebileceği anlatılmak istendiyse de çocuk dinlemedi ve babasıyla birlikte hacca gitmekte ısrar etti.

        Yaşının küçüklüğüne rağmen, ruhen kemâle ermiş bulunan çocuk şöyle diyordu:

        “Ey babacığım, bilirsin ki ben Allah’a (CC) ve onun Resûl’üne (SAS) âşığım. O’nu (CC) bu dünyada görebilmem mümkün değildir. Lütfet, beni de beraberinde götür ki, hiç olmazsa zâtına izâfe edilen beyti ziyâret edeyim.”

        Çaresiz, çocuğu da hazırladılar ve baba-oğul bir kervana katılarak uzun bir yolculuktan sonra Mekke-i Mükerreme’ye vardılar. “Harem-i Şerîf”e girmek üzere Bâbü’s-Selâm’dan içeri geçer geçmez, Kâ’be-i Muazzama’yı karşısında gören genç mü’min “Allah” sayhası ile yere düştü ve “Allah Allah” diyerek âlem-i bekaya göçtü. Babası, gözyaşlarıyla yavrusunun cesedine kapanarak:

        “Vah evladım... Nöbet bende idi, sen daha pek genç, pek körpe idin” diye sızlanırken kendisine bir hitap geldi:

        “Sen beytini arzu ettin, geldin beytini buldun. Oğlun, Allah’ı (CC) arzuladı, Allah’ı (CC) buldu...”

        Diğer Yazılar