Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KIYMETLİ dostlar! Miraç Kandili’nde sizlerle sohbetimizde beraberiz elhamdülillah.

        “Miraç” denildiğinde maalesef bazıları; rüya âleminde zuhur eden miraç sırrıyla alakalı hadis-i şerifler ile “Miraç Kandili” olarak bildiğimiz gece gerçekleşen miraç sırrını birbirine karıştırmak temayülündedirler. Miraç ile alakalı ayet-i kerimede “bi abdihi” buyurulmaktadır. “Abd”, ruh ve ceset beraber olan kişiye denir, ama bu kimseler bazı hadis-i şeriflerde, bizim bildiğimiz Receb’in 27. gecesi zuhur eden mucize-i Nebî’den bahis olunduğunu düşünerek farklı yorumlar yaparlar. Halbuki Efendimiz’in (SAS) Receb’in 27. gecesi gerçekleşen miraç hadisesi; tek miracı değildir.

        Peki diğer peygamberler? Evet dostlar, bütün peygamberler miraç etmişlerdir. Hazret-i Nuh gemide, Hazret-i Yunus balığın karnında, Hazret-i Yusuf kuyuda miraç etmiştir. Miraç; sadece yükselmek, göklere çıkmak değildir. Efendimiz (SAS) o gece “Ol” emrinin bulunduğu dairenin ötesindeki âleme, “Sidret-ül Münteha”ya kabul edilmiştir ancak bu; Efendimiz’in (SAS) şanıyla, hususiyetiyle alakalıdır.

        Miraç hadisesinden bir süre önce Efendimiz’in (SAS) mübârek eşi ve mü’minlerin annesi Hazret-i Hatice (RA) ile amcası Hazret-i Ebu Talip âlem-i âhirete göçmüştür. O sene o kadar zor bir sene olmuştur ki “Hüzün Senesi” olarak tarihteki yerini almıştır. Müşriklerin tazyikinin artmasıyla; Efendimiz (SAS) tebdil-i mekân için Taif’e gitmiş, orada da son derece elim bir taşlanma vakası gerçekleşmiştir.

        Receb’in 27. gecesi gerçekleşen miraç hadisesinde, Ümmü Hânî’nin evinde iken Cebrail Aleyhisselam gelmiş, “Burak” denilen bir bineğe binerek Efendimiz (SAS) Mescid-i Aksa’ya gitmiş, oradan da Cenab-ı Hakk’ın haremine çıkarılmıştır. Miraç gecesinden de bizlere 3 hediyeyle dönmüştür:

        Ümmet-i Muhammed’den (SAS) şirk koşmadan ölen kimsenin günahlarının bağışlanması, Bakara Suresi’nin son kısmı ve mü’minin miracı namaz.

        NAMAZ; MÜ’MİNİN HAYATİYET ALAMETİDİR

        Evet dostlar! Namaz; kişinin mü’min, Müslüman olduğunun en bariz alametidir. Öyle ki, Müslüman bir beldede, kimliği bilinmeyen birinin cesedi bulunsa, o cesedin dizlerine ve ayaklarına bakılır. Namaz izi varsa İslâmi usullere göre defnedilir. Yoksa, sûreta insan oluşuna hürmeten, bir yere gömülür.

        Namaz; mü’minin hayatiyet alametidir. Bir kişi denizin ortasında olsa, tek koluyla tutunabilecek bir tahta parçası bulsa, yani namazın şeklini îfa edecek bir eli, kolu boşta kalsa vakit girdiğinde o kişiye namaz farz olur. Kısacası; kılsak da kılmasak da, öncelikli olarak kabul edeceğimiz şey, namazın şart olduğudur. Namazı layıkıyla kılma gayretinde olan kişi, kendiliğinden günahlardan uzaklaşır, diğer ibadetleri hem kolay hem de güzel görmeye başlar. Hatta diğer ibadetlerin tadını, güzelliğini dahi namazla alır.

        Dostlar, namazda öyle bir sır, öyle bir hâl vardır ki, layıkıyla mı eda edildi, yoksa “Emri yerine getireyim” diyerek gelişigüzel mi kılındı, hemen kendini belli eder. Kişinin namazdan önceki hâli ile sonraki hâli arasında bir fark yoksa o namaz eksik bir namazdır. Çünkü namaz; layıkıyla kılma gayretiyle eda edilse, kılanın derecesini yükseltir. Doğal olarak derecesi yükselen insanın anlayışı da, algısı da, hadiselere, insanlara tepkisi de değişir.

        İşte namaz, kılanda bu etkiyi yapmıyorsa, Allah Teâlâ’nın razı olacağı bir kul olmanın yollarını aklettirmiyorsa, diğer ibadet taatleri sevdirmiyorsa, aratıp buldurmuyorsa o namaz eksik kılınmıştır. Cenâb-ı Allah’ın bizim namazdaki hareketlerimizi taklit eden melekleri vardır. Bir grubu sadece rükû eder, bir grubu sadece secde eder, bir grubu sadece kıyamdadır, bir grubu sadece tesbihattadır... Fakat hiçbiri bütün olarak bir namazı kılmaz. Namaz kılma şerefi insana verilmiştir.

        Efendimiz (SAS) namazı “gözünün nuru” olarak zikretmiştir. Namaz sadece dinimizde değil, Allah tarafından peygamberleri aracılığıyla kullarına bildirdiği tüm dinlerde olan bir emirdir. Yani, Allah Teâlâ kendisine ibadet etmenin yegâne şekli olan namazı tüm peygamberlere ve ümmetlerine de farz kılmıştır.

        Namaz Allah katında öylesine kıymetlidir ki Efendimiz (SAS) “Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet, namazdır. Namazı düzgün ise, diğer amelleri kabul edilir. Namazı düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez” buyurmaktadır.

        Ölen bir kimsenin ardından Kur’ân okumak, kelime-i tevhid, salât ü selâm biriktirip hediye etmek, cami, okul, hastane, kurs yaptırmak, sadaka vermek, yetim doyurmak muhakkak güzeldir ve bu hediyeler o kimsenin ruhuna iletilecektir fakat bunların hiçbirisi o kişinin hayattayken kıldığı iki rekat farz namazının yerini tutamaz.

        Kim Rabb’i olan Allah Teâlâ ile karşılıklı görüşmeyi, derdini, hâcetini, isteğini, sorusunu, sıkıntısını ve dahi şükrünü bizzat Rabb’ine arz etmek istemez ki! Namaz bize bu fırsatı günde 5 kere sunan bir nimettir. Kaldı ki, bu nimetten kendini, ruhunu, nefsini mahrum etmenin bir cezası vardır. Cenâb-ı Hakk bizleri böyle bir nimete nankörlük etmenin, namaz kılmamanın cezasından muhafaza buyursun. Âmin.

        Diğer Yazılar