Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KIYMETLİ dostlar! Allah Teâlâ da biliyor ya, bazıları “Bu kadar işin gücün, telaşenin arasında, sıcaklarda açlığa, susuzluğa nasıl dayanacağız?” diyerek bir endişeyle girdiler Ramazan ayına. Allah’ın (CC) rahmeti tecelli etti ve Ramazan ayının büyük bir kısmı “Üşüdük” diyebileceğimiz bir havada geçti. Endişeler ortadan kalktı, oruç tutmak hususunda kendine güvenemeyenler dahi “Vaktin nasıl geçtiğini anlamadık” dediler. Allah Teâlâ’nın Ramazan ayında oruç tutanlara ayrı bir kolaylık verdiğini hep beraber tekrar gördük ve yaşadık. Tuttuğumuz oruçlar, kıldığımız teravih namazları, okuduğumuz mukabele ve hatm-i şeriflerle Ramazan ayını ayrı bir güzellikle geçirdik elhamdülillah.

        Ramazan ayı geldi geçti ve işte Ramazan Bayramı’na hep birlikte eriştik. Bayram vesilesiyle “Acaba bu Ramazan ayı benim için nasıl geçti?” diye bir muhasebe yapmamız gerekir. Neden böyle diyoruz? Çünkü Ramazan bir fırsat ayı. Çünkü Ramazan, mü’minlerin inandıkları gibi yaşamanın talimini en dolu dolu yaptıkları mevsim. Çünkü Ramazan, kendimize çekidüzen verdiğimiz, bu ayda terk ettiğimiz kötü huylar ve kazandığımız güzel alışkanlıklarla bir seneyi Allah Teâlâ’nın yolunda dosdoğru geçirmeye çalışacağımız bir hasat ayıydı.

        ‘ŞEKER BAYRAMI DEĞİL FITR BAYRAMI’

        Kıymetli dostlar! Dilimize yerleşen meşhur bir yanlışa değinmeden bayram yazısı yazmak olmaz. Nedir o yanlış? “Şeker Bayramı” tabiri. Şunu açıkça belirtelim ki, Ramazan-ı Şerif’in sonunda yaptığımız bayramın adı asla “Şeker Bayramı” değildir. Belki size acayip gelecek ama bu bayramın adı “Ramazan Bayramı” da değildir. “Ramazan Bayramı” tabiri mübarek Ramazan ayının peşine bu bayram geldiği için kullanılabilir ama “Şeker Bayramı” tabirinin Ramazan ayının manasıyla uzaktan yakından alakası yoktur.

        Bu bayramın asıl adı, Arapça’sı, dini terminolojimizdeki tâbiri “Fıtr Bayramı”dır. Ramazan Bayramı’na “Şeker Bayramı” demek, haşa kutsal kitabımıza, Allah Teâlâ’nın bizlere hitâbı olan kelâmına, “Hikâye Kitabı” demek gibidir. “Ne alâkası var, amma da yaptın Hocam!” demeyin. Elli sene Kur’an-ı Kerim’e “Hikâye Kitabı” deyin, bakın bakalım elli sene sonra insanlar ne niyetle okuyacak onu. İşte aynı bunun gibi, elli sene Ramazan Bayramı’na Şeker Bayramı derseniz, önce bayramın içi boşalır, sonra da diğer ayların, günlerin.

        “Yok Hocam, biz sevincimizi gösteriyoruz Şeker Bayramı diyerek, kötü bir niyetimiz yok, kalbimiz temiz” diyebilir bazıları. Peki, temiz ve aziz kardeşim, niye bayram ettiğini biliyor musun? Madem Ramazan ayı o kadar mübarek, o kadar rahmet yağan bir ay, niye bu ay gitti diye bayram ediyorsun o zaman? Aklından zorun mu var?

        Şeker Bayramı diye diye, sen bir kere bayramın ve dolayısıyla Ramazan-ı Şerif’in mânâsını boşaltmışsın. Niye bayram ettiğini bilmeyen, niye oruç tuttuğunu bilir mi? Bilmez değil mi? Niye oruç tuttuğunu, tutulduğunu bilmeyen oruç tutar mı? Tutmaz değil mi?

        O sebeple, özellikle dinî sahada, inanç sahasında, imanla, ibadetle ilgili tabirlere dikkat etmek gerekir. İnsan önce bilmeden kullanır, sonra hiç bilmez hâle gelebilir Allah korusun! Çocuklarınıza Ramazan Bayramı’nın mânâsını hem dilinizle söyleyerek hem de bizzat yaşayarak gösterin lütfen. Sonra âhirette sizden şikâyetçi olmasınlar. Ne siz üzülün, ne onlar üzülsün!

        **********

        ASR-I SAADET’TE BİR BAYRAM GÜNÜ

        BÜTÜN çocuklar bayramlık elbiselerini giymiş, neşe içinde gülüp oynuyorlardı. Bişr, başını ellerinin arasına almış, anne ve babasını düşünerek bir köşede sessiz sessiz ağlıyordu. Üstü başı perişandı. Sabahtan bu yana midesine bir lokma bile girmemişti. Kendi kendine:

        - Şimdi bana kim sahip çıkacak? Kim karnımı doyurup bayramlık elbiseler alacak? diye düşünüyordu.

        Tam o sırada, Efendimiz (SAS) de oradan geçiyordu. Çocukları çok seven Efendimiz (SAS) onları seyrederken Bişr dikkatini çekti. Hemen onun yanına gitti ve sordu:

        - Yavrucuğum! Niçin ağlıyorsun? Nedir derdin? Neden arkadaşların gibi sen de gülüp oynamıyorsun?

        Bişr başını kaldırmadan şöyle dedi:

        - Ben ağlamayayım da kim ağlasın! Bütün çocuklar, bu güzel günde bayramlıklarını giyip anne ve babasıyla bayramlaştılar. Benim babam bir savaşta şehit oldu. Annem ise bir başkasıyla evlendi. Üvey babam yanlarında kalmama izin vermedi. Şimdi yapayalnız kaldım. Arkadaşlarıma bakıyorum, hepsinin ailesi var. Onlar, “Anne-baba” dedikçe benim içim yanıyor. Benim de annem-babam olsaydı, ben de gülüp oynardım.

        Bişr’in bu çaresiz durumu karşısında Efendimiz’in (SAS) mübarek gözleri yaşla doldu. Bişr’in başını okşadıktan sonra şöyle buyurdu:

        - Yavrum. İster misin, ben senin baban olayım? Aişe annen, Ali amcan, Fatıma teyzen, Hasan ve Hüseyin de kardeşlerin olsun?

        Kendisiyle konuşanın Peygamber Efendimiz (SAS) olduğunu anlayan Bişr, büyük bir sevinçle “Tabiî ki Yâ Resulallah!” diyerek O’nun (SAS) mübarek eline sarılıp öptü. Bişr’in mutluluktan içi içine sığmıyordu. Eve geldiklerinde herkes Bişr’e yakın ilgi gösterdi. Onu güzelce giydirip karnını doyurdular. Onunla sohbet ettiler, şakalaştılar. Bir müddet sonra izin alarak tekrar arkadaşlarının yanına gitti. Artık yüzü gülüyor, yaş dolu gözleri neşe saçıyordu. Ondaki bu değişikliği fark eden arkadaşları, merak edip Bişr’e sordular:

        - Ne oldu sana? Daha birkaç saat önce ağlıyordun. Üstünde eskimiş elbiseler, ayağında paramparça olmuş bir ayakkabı vardı. Şimdi ise oldukça güzel elbiseler giymişsin. Üzüntülü hâlin gitmiş, çevrene neşe saçıyorsun. Sendeki bu değişikliğin sebebi nedir?

        Bişr, sevgiyle parlayan gözleriyle arkadaşlarına bakıp gülümseyerek olanları anlattı. Bişr’in çevresini saran çocuklar şöyle dedi:

        - Ah, ne olurdu bizim babalarımız da Peygamber’le savaşırken şehit olsalardı da biz de senin gibi olabilseydik...

        Diğer Yazılar