Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        FİLMİN NOTU: 6.5

        En iyi film, uyarlama senaryo ve kadın oyuncu dallarında Oscar’a aday olan “Brooklyn” gösterime girdi. Saoirse Ronan’ın gösterişsiz ama güçlü bir oyunculuk sergilediği film, 1950’li yıllarda ABD’ye göç eden İrlandalı bir genç kızın öyküsünü anlatıyor.

        İrlandalı yazar Colm Toibin, 2009’da yayımlanan romanı “Brooklyn” de daha öncekilere pek benzemeyen bir göçmen hikâyesiyle çıkmıştı okurların karşısına. 1950’li yıllarda geçen roman, alışageldiğimiz göçmen öykülerinde olduğu gibi genç Eilis’in ABD’de yeni bir hayat kurmasından ziyade ruhunun iki dünya arasındaki parçalanmışlığına odaklanıyordu. Sadece İrlanda ve ABD değil, taşra ile büyük şehir, iki farklı erkek ve iki yaşam tarzı arasında kalıyordu Eilis. Senaryosunu Nick Hornby’nin yazdığı film, tüm bu kararsızlıklarla ilgilense de daha çok Eilis’in (Saoirse Ronan) olgunlaşma sürecine ve yaptığı seçimlere odaklanıyor.

        TAŞRANIN SIKINTISI

        Film, özellikle ilk dakikalarında romandan çok uzaklaşıyor. Roman, ilk bölümünde kasabanın genç bir kız için ifade ettiği kasvet ve çıkışsızlığı incelikle yansıtırken taşrada sadece iş ve eş bulmanın değil, büyümenin, hayata tutunmanın da hiç kolay olmadığını vurguluyor. Filmde ise bütün bu taşra sıkıntısı, Eilis’in dans salonunda tek başına umutsuzca etrafına bakması gibi birkaç ana indirgeniyor. Eilis ile Jim Farrell’in ilk karşılaşması ise tümden pas geçiliyor. Ama Amerika’ya yolculukla birlikte romana daha sadık bir akış başlıyor.

        SADE BİR PERFORMANS

        Filmin romana oranla en güçlü yanı, Saoirse Ronan’ın oyunculuğu. Ronan, Eilis’in saflığını, içini derinden yakan sıla özlemini, New York’a alışma ve değişim sürecini sade, duyarlı bir yorumla getiriyor karşımıza. Romanda olduğu gibi aşk, filmde de sıla özleminin en büyük ilacı. Eilis’i Amerika’ya asıl olarak İtalyan kökenli tesisatçı Tony’nin (Emory Cohen) sevgisi bağlıyor. Ama ziyaret için döndüğü İrlanda’da onu yeni fırsatlar; zengin ve kibar Jim’in (Domhnall Gleeson) cömert ilgisi bekliyor. Filmdeki rolüyle Oscar’a da aday olan Ronan, Eilis’in iç dünyasındaki karmaşayı baştan sona inandırıcı hale getirmeyi başarıyor.

        ROMANDAN AYRILIYOR

        “Brooklyn” romanın ruhundan koptuğu bölümlerde zayıflıyor. Final de bunlardan biri. Nick Hornby, olay örgüsünü hiç değiştirmeden finale farklı bir yorum getiriyor. Amacı belli ki seyircinin kafasında soru bırakmamak. Oysa soru işaretleriyle ilerleyen romanın hoş yanlarından biri, Eilis üzerinden hepimizi hayatımızın kırılma anlarında yaptığımız zorunlu seçimlerle yüzleştirmesi. Film özellikle finalde Eilis’in çelişkilerini ve kafa karışıklığını göstermiyor. “Brooklyn”de yönetmen John Crowley, 50’li yıllar sinemasının havasını yakın plan ağırlıklı çerçeveleri, hiçbir zaman çok hızlanmayan sakin kurgusu ve görüntü yönetmeni Yves Belanger’nin canlı ama hafif soluk renkleriyle yakalıyor. Kostümler ve sanat yönetimi de dikkat çekici.

        İNCELİKLİ BİR FİLM

        Romana sadık bir uyarlama olmasa da “Brooklyn” in inceliklere sahip, hoş bir film olduğunu düşünüyorum. Filmin göçmenlerin kurduğu bir ülke olan ABD için özel bir anlam ifade ettiğini akılda tutmak gerekiyor. Özellikle Katolik Kilisesi’nin göçmenlerin hayatındaki önemi dikkat çekici. Peder Flood’un (Jim Broadbent) düzenlediği o hüzünlü Noel yemekleri ve dans partileri gibi ayrıntılar filme gerçekçi bir derinlik katıyor.

        Diğer Yazılar