Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bradley Cooper'ın, senaryosunu Eric Roth ve Will Fetters'le birlikte yazıp tek başına yönettiği “Bir Yıldız Doğuyor”un, 1937 ve 1954'deki çevrimlerden ziyade 1976 yapımı filmden daha çok yararlandığı söylenebilir. Kesin olan, önceki 3 filmden farklı bir ton tutturduğu ve özellikle seyirciyi duygusal anlamda etkileme açısından 1976 yapımı filmin çok üstüne çıktığı..

        Cooper'ın yorumundaki göze en çok çarpan farklılık ya da yenilik ne derseniz, öncelikle öykünün duygusal yanını, karakterler arasındaki ilişkiyi, sevgiyi gerçekten iyi anlattığını ve şarkıları filmin bütünü içinde harika bir şekilde kullandığını söyleyebilirim. Cooper, açılıştaki ilk konser sahnesinden itibaren ileri ses teknolojisinin avantajlarından maksimum şekilde yararlanıyor. İlk sahnede Jackson Maine (Bradley Cooper) elinde gitar, kulisten sahneye çıktığında kendinizi onun hemen yanında hissediyor, basların titreşimini içinizde duyuyor ve filmin ilk yarısını her anından keyif alarak izliyorsunuz. Ally'nin (Lady Gaga) tecrübeli müzisyen Jackson Maine'in (Bradley Cooper) konserinde tek başına sahneye çıkıp “Always Remember Us This Way” şarkısını seslendirdiği ana kadar, filmin öyle bir duygusal enerjisi ve sinemasal dinamizmi var ki etkilenmemek biraz zor...

        Filmin ilk yarısında vasat hiçbir sahne yok. Maine'nin Ally'yi keşfettiği bar sahnesi mesela... Burada, Bradley Cooper'ın sade oyunculuğu kadar Lady Gaga'nın “La Vie En Rose”a getirdiği tutkulu yorumu da atlamayalım. Aslına bakarsanız, filmi yukarıya taşıyan yönetmenlik kadar her iki oyuncunun performansı. Birisinin ilk yönetmenliği, diğerinin ilk başrolü... Her ikisi de tüm kalplerini koymuşlar filme ve bunu hissediyorsunuz. Filmin bir yerinde söylendiği gibi, yetenek herkeste vardır, önemli olan kalbinizi ortaya koymaktır...

        Ne var ki, filmin ikinci yarısını, yani Jackson Maine'in inişe, Ally'nin yükselişe geçtiği bölümleri aynı duyguyla seyrettiğimi söylemem imkânsız. İkinci yarı ne yazık ki, hikâyenin orijinalinden gelen melodramatik yapıya teslim oluyor. Belirli bir noktadan sonra, her sahnenin filmin gözleri yaşartan bir melodrama dönüşmesi için oraya konulduğu hissediliyor. İlk bölümdeki sahicilik hissi uçup gidiyor ve geriye sadece abartılmış olduğunu düşündüğünüz bir melodram tadı kalıyor.

        Önceki üç filmi tümüyle bir yana bırakan, daha gerçekçi ve iyi yazılmış bir ikinci yarıyla belki her şey daha iyi olabilirdi. Kendi adıma hikâyenin bu haliyle sıradanlaştığını düşünüyorum. Çünkü montaj bir noktadan sonra dağılıyor, sahneler arası geçiş çok hızlanıyor ve dramatik olayların peş peşe gelmesi nedeniyle film, karakterlerin iç dünyasında olup bitenlere, hatta aralarındaki çelişkilere derinlemesine giremiyor.

        Özetle, “Bir Yıldız Doğuyor”u Amerikalı ve İngiliz eleştirmenler kadar çok beğendiğimi söylemem mümkün değil. Sevdiğim kesin ama özellikle ikinci yarısında hikâyenin gidişatını beğenmedim. Sözgelimi, Jackson Maine'in Ally'nin menajeri Rez Gavron (Rafi Gavron) ile yaptığı birkaç dakikalık konuşmanın ardından aniden büyük bir değişim göstermesine hiç ikna olamadım. Grammy Ödül Töreni'nde olup bitenler de açıkçası biraz abartılı geldi. İkinci yarıda bence filmi ayakta tutan senaryo ve hikâyeden ziyade, konser sahnelerinin sahiciliği ve oyuncuların başarısı... Tam da burada Bradley Cooper ve Lady Gaga'nın yanı sıra Sam Elliott'un da adını anmam gerek.

        Öte yandan, ikinci yarısındaki tüm zaaflarına rağmen yine de gönül rahatlığıyla önerebileceğim bir film bu... Ama tadını çıkarmak için sinema salonunda seyredilmesi gerekiyor. O muhteşem “Shallow” düeti ve Lady Gaga'nın “Always Remember Us This Way” performansı bence kesinlikle sinemada izlenmeli.

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar