Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sinema salonlarının açık olduğu günleri özlüyoruz. Eskiden olduğu gibi, her cuma yeni filmlerin gösterime girdiği bir dünyada yaşamaya ne zaman başlayacağımızı da bilmiyoruz.

        Dijital platformların ve streaming servislerin ‘yeni film talebi’ne yetişmesi şimdilik olası görünmüyor. Kaldı ki, yapımcılar sinema salonlarında gösterime girmeyi planladıkları filmleri ellerinde tutmayı sürdürüyorlar. Bunda salon işletmecilerinden gelen büyük tepkilerin de payı var. Ama daha ne kadar dayanabilirler, kestirmek zor… Pandemi süreci uzadıkça dijital platformlarda ‘vizyona girecek’ yeni filmlerin sayısının artacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Önümüzdeki dönemde, BluTV ve BeinConnect, filmlerini gösterime girmek isteyen yapımcılar için giderek daha çekici yerler haline gelebilirler…

        Peki, bütün pazarlama ve tanıtım stratejisini festivaller üzerine kuran yapımcılar ne olacak? Açıkçası, beklemekten başka bir çareleri yok gibi görünüyor. Festivallere hiç uğramadan dijital platformlar ya da streaming servislere gidebilirler ama maddi ve manevi anlamda aradıklarını bulmaları zor.

        REKLAM

        Öte yandan, tüm festivallerin bir süreliğine online olarak düzenlenmesi mümkün. Neden olmasın ki? Filmler online olarak gösterilir, peşinden yönetmenlerle söyleşiler yapılır. Gerekli teknik altyapı kurulursa, sözgelimi ‘Cannes Online’da dünya prömiyerini yapan filmler, dijital platformlarda çok büyük ilgi görebilir. Jüriler filmleri evlerden izleyip, kararlarını online toplantılarda verebilir. Ödül törenleri, yine canlı olarak internet üzerinden gerçekleşebilir. Filmlerin kopyalanıp korsana düşme ihtimali olmasa, tüm bunlar daha ciddi ve kapsamlı olarak düşünülebilir.

        Sonuç olarak, insanlar evdeler ve herhangi bir festivalde dünya prömiyerini yapacak bir filmi seyretme konusunda her zamankinden daha istekliler.

        Aşı bulunana veya küresel anlamda ‘sürü bağışıklığı’ kazanana kadar hayat normale dönmeyecek ve sinema salonları açılmayacaksa eğer, tüm bu çözümler üzerine düşünmek gerekiyor. Mesleki bir dayanışmayla, yeni filmlerin dijital platformlarda kiralanmasından elde edilecek gelirin bir kısmı sinema salonlarına aktarılabilir.

        Tezgâhta bekleyen o kadar film varken, seyircileri dijital platformlar ve streaming servislerin sınırlı yeni içeriklerine mahkûm etmenin çok doğru bir karar olduğundan emin değilim. ‘Black Widow’ ya da ‘No Time to Die’ gibi büyük bütçeli, geniş kitleye seslenen filmlerin gerekirse 1 yıl bekletilmesi herkesin işine gelebilir. Ama özellikle büyük işletmecilerin, hiçbir tanıtım yapmadan küçük salonlarda günde birkaç seans gösterdiği, az sayıda bilet kesilen ‘Oyunbozan’ (System Crasher) gibi düşük bütçeli nitelikli filmlerin, pandemi sonuna kadar bekletilmesi açıkçası bana çok anlamlı gelmiyor.

        Elinizde henüz gösterime girmemiş böyle bir film varsa, eleştirmenlere yapılacak online basın gösterileri, peşinden gelecek eleştiri yazıları ve haberlerle, dijital platformlar üzerinden bir çeşit ‘birinci vizyon’ etkisi yaratmanız mümkün.

        Evet, dijital platformlar ve streaming servislerin arşivlerinde bir sürü dizi ve film bizi bekliyor. O kadar çoklar ki, hepsine yetişmemiz belki mümkün değil. Ama ilk kez gösterime giren film, fırından taze çıkmış akşam pidesi gibidir. Sıcak pidenin olmadığı bir Ramazan düşünülmediği gibi yeni filmlerin olmadığı bir sinema kültürü de düşünülemez…

        Öte yandan, salgın uzadıkça, çekimler sekteye uğradığından sinema salonları açılsa bile, gösterime giren yeni filmlerin sayısı bir noktadan sonra azalacak. Ayrıca, TV kanallarının, streaming servislerinin ellerindeki hazır diziler ve filmlerin tükenmesi ihtimalini de unutmamak gerek. Sonuçta, birçok sektörde olduğu gibi sinema dünyasında da yoğun bir koronasızlık özlemi var…

        'Dangerous Lies': Ahlakçı bir gerilim

        Netflix gibi ‘streaming’ servislerinin özellikle ‘yeni film’ konusunda pandemiye hazırlıklı olduğu söylenemez. Başrolünde Chris Hemsworth’un oynadığı ‘Extraction’, beğenmesem de prodüksiyon kalitesi açısından sinema salonlarında gösterime giren aksiyonları aratmıyordu. Pandeminin ilk günlerinde karşımıza gelen İspanyol yapımı ‘Platform’ tatmin edici bir distopya denemesiydi. Önceki yazımda ele aldığım ‘Bir Bilsen’ (The Half Of It) ise Sundance Film Festivali’nden gelmiş Amerikan bağımsızlarının havasını taşıyordu. Ama ‘Dangerous Lies’ ne yazık ki tam bir hayal kırıklığı oldu…

        Gerçi daha en başından öyle çok iddialı bir film olarak tasarlandığı söylenemez. Eski usul ‘TV filmi’ geleneğine uygun bir iş ‘Dangerous Lies’… Olayların nereye bağlanacağını merak ettiğiniz için sonuna kadar seyredeceğiniz, sonra da unutup gideceğiniz filmlerden…

        Başroldeki iki oyuncusu itibarıyla özellikle genç seyircilere hitap ettiği kesin. Son dönemin popüler gençlik dizilerinden ‘Riverdale’in yıldızlarından Camila Mendes filmde Katie rolünü canlandırıyor. Onun üniversite öğrencisi eşi Adam rolünde ise ‘The Shaft’ (2019) filminde izlediğimiz Jessie T. Usher var…

        REKLAM

        Bir kafede geçen açılış sahnesinde, Adam’ın bir silahlı soygun sırasında Katie’nin gözleri önünde hayatını tehlikeye attığını görüyoruz. İkinci sahnede 4 ay sonrasına geçiyoruz. Yaşlı ve bakıma muhtaç Leonard’ın (Elliott Gould) evinde yardımcı olarak çalışmaya başlayan Katie, o gece yüzünden Adam’a hâlâ öfkeli ve çiftin maddi durumu hiç iyi değil… Leonard onlara yardımcı olmak için Katie’nin bağlı olduğu ajansın kurallarına aykırı olarak Adam’ı bahçıvan olarak işe alıyor…

        ‘Dangerous Lies’da olaylar gerilim, gizem unsurlarını barındıran bir suç öyküsü olarak gelişiyor. Ne var ki, senaryoyu yazan David Golden ile yönetmen Michael M. Scott’un tam olarak ne tür bir film yaptıklarına karar veremediklerini hissediyoruz. Hikâyeden bir Hitchcock gerilimi çıkabilirmiş ama nedense oradan ilerlememişler. Bazı açılardan, 1990’lı yılların sürprizlerle ilerleyen karanlık gerilim filmlerini andırdığı söylenebilir ama onlar kadar şaşırtıcı ya da marazi olmadığı kesin.

        ‘Dangerous Lies’ merak öğesini sonuna kadar ayakta tutan dram ağırlıklı bir suç filmi olmaya gayret ediyor. Genç çift belirli bir noktadan sonra sürekli ahlaki ikilemlerle karşı karşıya geliyor. Ahlaken doğru olanı yapmakla maddi sorunlarını çözmek arasında kalmaları itibarıyla 1940’lı yılların kara filmlerini hatırlatan bir yanı da var. Hatta yönetmen Scott’un daha çok bu ahlakçı damardan ilerlemek istediği söylenebilir. Belirli bir noktadan sonra olayları sadece tek karakterin bakış açısından vererek, çift arasında yaşanan güven ve samimiyet krizini büyütüyor; ahlaki anlaşmazlığı öne çıkarıyor.

        REKLAM

        Sonuçta seyrediliyor ama hiçbir anında derinleşip etkili olamıyor. En ciddi sorun, Katie ve Adam’ın iyi işlenmiş, ilgiye değer karakterler olamaması… Oyunculuk performansı olarak etkileyici bir film değil. Bıçkın polis olarak olaylara dahil olan Detektif Chesler (Sasha Alexander) başta umut verse de daha sonra filme önemli bir katkıda bulunamıyor.

        Filmin en iyi performansı, Leonard rolündeki 82’lik Elliott Gould’dan geliyor. 1960’lar ve 1970’lerdeki yenilikçi Amerikan bağımsız sinemasının simge oyuncularından biri olan Gould, performansıyla karakterine derinlik getirmeyi başarıyor. Ama onun da rolü çok kısa. Özetle ‘Dangerous Lies’, Netflix’in son dönemdeki en zayıf filmlerinden biri…

        4.5/10

        Diğer Yazılar