Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        57’nci Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ulusal yarışmasında gösterilen filmlere genel olarak baktığımda geçmiş yıllara oranla ortak temalar, tekrar eden konular bulmanın çok kolay olmadığını düşünüyorum. Son 1-2 yıldır festival filmlerinde taşra sıkıntısı, büyüme hikâyeleri ve erkeklik hallerinin eleştirileri ağır basıyordu. Bu yıl ise, erkeklik durumları üzerinden şekillenen ‘Gelincik’ ve ‘Kar Kırmızı’yı dışarda bırakırsak benzer eğilimlerden söz etmek biraz zor. Anlatım ve tema açısından birbirlerine pek benzemeyen filmlerden oluşan bir seçki var.

        Hatta, yarışmadaki bazı filmlerin sinemamızdaki belli başlı ana damarlardan beslendiğini söylemek de zor. Sözgelimi, Azra Deniz Okyay’ın ilk uzun metrajlı filmi ‘Hayaletler’, kendine özgü gençlik enerjisiyle öne çıkan bir film… Hareketli el kamerasıyla karakterlerinin peşine düşen Okyay, kentsel dönüşümle ‘köşeye sıkışan’ kenar mahalle insanlarının arasına götürüyor bizi ve kaotik bir günün hikâyesini anlatıyor. Elektrik kesintisi, filmi şekillendiren metaforik karanlığın yansımalarından biri… Güçlü veya dramatik açıdan iyi işleyen bir hikâye örgüsünden söz etmek mümkün değil. Ajitatif yanları da var filmin... Mesela, ‘Yeni Türkiye’yi inşa ettiğini’ söyleyen Raşit dahil bazı karakterler çok abartılı. Azra Deniz Okyay, bütün o kargaşanın içinde galiba kadınların azmine çekmek istiyor dikkatimizi. Kendilerini müzikle, sanatla ifade etmek ve başka insanların hayatında farklılık yaratmak için ellerinden geleni yapan mücadeleci kadınlar bunlar...

        ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’
        ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’

        2014 yapımı ‘Karışık Kaset’ten hatırladığımız Tunç Şahin’in yazıp yönettiği ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’ da sinemamızda daha önce izlemediğimiz türde bir film… Şahin, kişisel deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı senaryoda bankaların kredi borçlarını tahsil eden aracı kuruluş ile mağdur edilen borçlunun öyküsünü anlatıyor. Bankanın yaptığı soruşturmayla başlayan ve geriye dönüşlerle süren ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’, anaakım sinemanın ritmine sahip akıcı kurgusuyla öne çıkıyor. Şahin, aracı kuruluşun aldatmalar ve tehditler üzerinden ilerleyen borç tahsilat sürecini, çalışanların eğitim sürecine kadar inen ayrıntılarla ele alırken sistemin birbirini sevebilecek, arkadaş olabilecek insanları nasıl karşı karşıya getirebildiğini gösteriyor. ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’ Şahin’in aksamayan anlatımı, oyuncuları, alt metinlerde işlenen dayanışma ruhu ve getirdiği sistem eleştirisiyle festivalin en sevdiğim filmlerinden biri oldu.

        ‘Çatlak’
        ‘Çatlak’

        Sevdiğim, beğendiğim bir başka film ise ‘Çatlak’… İlk filmi ‘Sarı Sıcak’la eleştirmenlerin dikkatini çeken Fikret Reyhan, hikâyesini yine bir aile üzerinden kuruyor. ‘Sarı Sıcak’ tarımla uğraşan ve değişen ekonomik koşullara ayak uyduramayan bir aileyi anlatıyordu. ‘Çatlak’ ise büyük şehrin mütevazı mahallesinde nerdeyse ’iktisadi işletme’ye dönüşmüş girişimci bir Türk ailesini mercek altına alıyor. Aile mensupları bakkal, kafe işletiyor; ‘servisçilik’ yapıyorlar. Erkek çocuklar eşleri ve çocuklarıyla, ‘yeni kat çıktıkları’ baba evinde yaşıyorlar… Büyük oğul Fatih’in ödeyemediği borç, aileyi birbirine bağlayan manevi bağları tümüyle ikinci plana atıyor. Bir çeşit ‘iktisadi işletme’ olduklarını düşünmedikleri için elbette bir gelir gider defterleri yok. Ama belli ki herkesin kendi zihninde tuttuğu bir hesap defteri var ve bütün sorun, defterlerdeki verilerin birbirleriyle uyumsuzluğu… Ailenin endişeli reisi baba bütün iktidarına ve otoritesine karşın ortaya çıkan borç konusunda ne yapacağını kestiremiyor. Diğerleri ise çıkarlarını sonuna kadar korumaya çalışıyor… Bir ikindi vakti iki erkek konuğun ziyaretiyle başlayıp akşamki büyük aile buluşmasının son saatlerine kadar süren ‘Çatlak’, ağır ağır açılan hikâyesi, açı karşı/açıdan genellikle uzak duran hareketli kamerası, uzun çekimleri, oyuncu kadrosunun toplu performansı ve en önemlisi çok yönlü okumalara açık alt metinleriyle bence seçkinin en iyi filmlerinden biri…

         ‘Gölgelerin İçinde’
        ‘Gölgelerin İçinde’

        Antalya’da jürinin kararlarını tahmin etmek kolay değildir. Eleştirmenlerin ve festival konuklarının hiç düşünmedikleri, akıllarının köşelerinden dahi geçirmediği ödüller çıkabilir. Kendi adıma konuşursam, ‘Çatlak’ın, film kategorisinin en güçlü adayı olduğunu düşünüyorum. Erdem Tepegöz’ün ‘Gölgelerin İçinde’sini film, yönetmen ve görüntü yönetimi dallarında şanslı buluyorum. Tepegöz ve Hayk Kirakosyan görsel atmosfer kurma konusunda gerçekten etkileyici bir iş çıkarıyorlar. ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’ ise senaryo dahil farklı kategorilerde ödüle ulaşabilecek, ödülsüz kalmasına üzüleceğim bir film… En iyi ilk film ödülü için ‘Kumbara’ sağlam dramatik yapısıyla öne çıkabilir. Ama bu kategoride ‘Hayaletler’in de güçlü bir aday olacağını tahmin etmek zor değil.

        Oyuncu ödüllerini tahmin etmek çok daha zor. Yer aldığım jürilerde önce oyuncuları dinlemeyi tercih eder, oyumu önyargılarımdan arınarak kullanmaya çalışırım. Bu yıl gerçekten her iki kategoride de güçlü adaylar var. Ama filme verdikleri dramatik katkılar üzerinden gidersem, ‘Kumbara’da Murat Kılıç’ı ve ‘Dirlik Düzenlik’te Asiye Dinçsoy’u biraz daha şanslı bulduğumu söyleyebilirim. Öte yandan, özellikle ‘Çatlak’ ve ‘İnsanlar İkiye Ayrılır’da yabana atılamayacak çok iyi oyuncu performansları olduğu kesin…

         ‘Dersaadet Aparmanı’
        ‘Dersaadet Aparmanı’

        Diğer filmlerle ilgili kısa notlarım ise şöyle: Tankut Kılınç’ın ilk uzun metrajlı filmi ‘Dersaadet Aparmanı’ kentsel dönüşüm, bina yenileme gibi kavramların uzantısı olan rantçı zihniyete, şehri baştan başa kaplayan inşaat hamlesine karşı gösterilen duygusal bir tepkinin ürünü… Filmin uzun süren meşakkatli bir yapım sürecinin sunucunda seyirciyle buluşmasına sevindim ama iyilerle kötülerin birbirinden net şekilde ayrıldığı bir film olması itibarıyla dramatik yapısını şematik bulduğumu söylemek zorundayım.

        Yasin Çetin ve Barış Gördağ’ın yönettiği ‘Koku’nun dramatik anlamda neyi hedeflediğini, nereye varmak istediğini görebiliyorsunuz. Nergis Öztürk, sevgisiz büyümüş, sevmeyi bilmeyen ruhu yaralı ama bir o kadar da duyarsız bir ana karakteri canlandırıyor. Çocuk sahibi olmak için anlaştığı öğrencisinin ailesinin köy evinde bir değişim yaşıyor. Sonuçta fikir iyi. Dramatik çatışmalar ve öngörülen karakter değişimine de itirazım yok. Ama hikâye ve senaryonun iyi geliştirilemediğini düşünüyorum. Bu sorun, bence oyunculukları ve yönetmenliği olumsuz yönde etkiliyor.

        REKLAM

        Sürprizli hikâye örgüsü ve karanlık atmosferiyle ‘Gelincik’ tecrübeli elden çıkmış, sinema dili sorunsuz bir tür filmi. Hatta oyunculuk dahil farklı kategorilerde ödüle ulaşma şansı olduğu söylenebilir ama anaakım filmleriyle tanıdığımız Orçun Benli’nin suç dramı türüne yeni bir yorum getirdiğini pek düşünmüyorum. Faili meçhul cinayetler dönemini bir polis ana karakter üzerinden anlatmanın getirdiği dramatik risklerin tümüyle bertaraf edildiğini söylemek de biraz zor.

        ‘Flaşbellek’
        ‘Flaşbellek’

        Derviş Zaim’in sinemasal denemelerini seven ve önemseyen biri olarak ‘Flaşbellek’in beni biraz şaşırttığını söyleyebilirim. Zaim’in bir misyon adına yola çıktığı ve Esed rejiminin Suriye halkına yaşattığı zulmü anlatmayı hedeflediği kesin. Ama bunu yaparken anaakım sinemanın kodlarını kullanması biraz şaşırtıcı. Film aksiyon ve gerilim sahneleriyle akıp gidiyor. Sonuçta seyirci dostu bir film. Hedefine ulaşıyor, derdini anlatıyor. Pandemi dönemine denk gelmeseydi iyi bir tanıtımla belki gişelerde de şansı olabilirdi. Ama açıkçası Derviş Zaim’den beklediğim türde bir film olmadığını söyleyebilirim.

        Antalya’da ödüller bu akşam sahiplerini bulacak. Ama bu yıl sonuçlardan daha önemli olan, festivalin yapılmasıydı… Ankara ve Adana’dan sonra Antalya’nın, üstelik açık hava sinemalarındaki gösterimlerle gerçekleştirilmesinin tüm sinemacılar için moral verici bir gelişme olduğunu düşünüyorum.

        Diğer Yazılar