Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İddialı, büyük bütçeli süper kahraman dizilerinin ardı arkası kesilmiyor. Mark Millar ve Frank Quitely’nin 2013’de yayımlanan aynı adlı resimli roman serisinden uyarlanan ‘Jupiter’s Legacy’ de onlardan biri…

        Amazon Prime Video, ‘The Boys’ dizisiyle süper kahraman janrına Marvel ve DC Comics ekollerinin dışında farklı bir yaklaşım getirmiş, aksiyon - macera – fantezi konseptinin hafifliğinden özellikle uzak durmuştu.

        Steven S. DeKnight tarafından geliştirilen Netflix yapımı ‘Jupiter’s Legacy’nin hedefi de çok farklı değil. Hatta ‘The Boys’a göre daha ciddi, ağırbaşlı bir ‘dramatik malzeme’ye sahip olduğu söylenebilir. Bölümler ilerledikçe eski usul Shakespeare trajedileri dahi geliyor akla.

        Büyük Buhran döneminde geçen sahneler itibarıyla 1930’lu, 1940’lı yılların sinemasını ve aynı dönemde geçen modern Hollywood filmlerini hatırlamak mümkün. Ne var ki, hedef eğlenceli göndermeler yapmak veya o filmlerle paslaşmak değil. Sadece sahnelerin görsel dünyasını kurarken model alınan filmler bunlar. 1929’daki şirket sahnelerinde ‘The Hudsucker Proxy’ (1994), gazete çekimlerinde ‘His Girl Friday’ (1940), Büyük Buhran döneminin tozlu topraklı Amerikan taşrasına çıktığımızda ise daha fazla film geliyor akla. Esrarengiz adaya yapılan yolculuk görüntüleri ‘Kutsal Hazine Avcıları’ (1981) kadar fantazi sinemasından da esinleniyor.

        REKLAM

        Günümüzde geçen sahnelerde, çağdaş suç filmlerinin karanlık dünyası ile ilki 1978’de çekilen Superman serisinin birleştiği söylenebilir. Kuşkusuz, modern süper kahraman filmleri çağını başlatan ilk ‘Superman’ serisi, ‘Jupiter’s Legacy’ kadar ağırbaşlı değildir. Tam tersine, basit temalara yönelen hafif eğlence sinemasının ürünüdür. Ne var ki, ‘Jupiter’s Legacy’ ile Superman arasında, temaların ve görselliğin ötesinde daha derin bir ‘akraba’lık var. Dizideki ilk kuşak süper kahramanlar Superman’i akla getiren güçlere sahipler. Giysileri, özellikle pelerinleri aynı ‘demode’ ekolden geliyor. Özellikle Ütopyalı, karşımıza çıktığı ilk sahnede direkt olarak Superman’i düşündürüyor. Asıl önemli nokta ise ilk Superman resimli romanının yayınlandığı tarihle daha sonra Ütopyalı olarak anılacak Sheldon’un (Josh Duhamel) süper güçlerini kazanma sürecini başlatan olayların birbirine çok uzak olmaması…

        1930’larda ABD’nin tarihte yaşadığı en büyük ekonomik kriz beraberinde yoksulluğu ve çaresizliği getirmişti. Adalet duygusu sarsılmış; devlete, ekonomik sisteme olan güven yıkılmış; her tür suç artmıştı. Böyle bir dönemin sonlarına doğru, Superman 1939’da insanların hayallerindeki Amerikan kahramanı olarak bir resimli roman dergisinde doğdu.

        Bugün Superman deyince aklımıza kahramanlık yaparken maddi beklentisi olmayan, kötüleri ve suçluları adalete teslim eden biri gelir. Sahip olduğu güce rağmen dünyayı yönetmek istemez, insanların işine karışmaz. Superman olarak sahneye çıkmadığı zamanlarda ise sıradan bir gazeteci olmayı tercih eder.

        Sheldon’un ısrarla savunduğu süper kahramanlık Kuralları’nın, Superman’in sürekli uyguladığı ilkelerden aslında pek farkı yok: Siyasete müdahale edip dünyayı yönetmeyecek ve kimseyi öldürmeyeceksin.

        Peki, aynı kurallarla çağdaş dünyada süper kahramanlık yapmaya devam etmek mümkün mü? Özellikle de Ütopyalı’nın lideri olduğu Birlik’in dışında kalan yeni kuşak kötü süper kahramanların etkinliklerini artırdığı bir dönemde… ‘Jupiter’s Legacy’nin öyküsü tam da bu soru üzerinden şekilleniyor. Ütopyalı, Kurallar’a bağlılığı her şeyin üstüne koymak istiyor. Yakın çevresinde ilk kurala karşı çıkan yok gibi görünüyor. Ama her koşulda öldürmeye karşı çıkması, başta öz oğlu Brandon (Andrew Horton) olmak üzere özellikle yeni kuşak Birlik üyeleri arasında sorgulanıyor. Çünkü karşılarındaki süper kötülerin benzer bir kuralı yok.

        ‘Kısasa kısas’ ilkesini ısrarla reddeden Ütopyalı günümüzde geçen sahnelerde esneklikten uzak, yaşlı ve huysuz bir karakter olarak geliyor karşımıza. Geçmişte ise gördüğü vizyonların peşinde koşan yarı deli bir gençten farksız… Onu süper kahramanlık yaparken, sorun çözerken, dünyayı kurtarırken gördüğümüz sahnelerin sayısı çok değil. Başta ailesi olmak üzere yakın çevresindeki herkese Kurallar’ı hatırlatan gergin ve rahatsız bir adam. Süper kahramanların kötüleri öldürmesinin kamuoyunda yüzde 78 oranında desteklendiğini öğrenmesi, onun için her şeyi daha da zor hale getiriyor.

        Aslına bakarsanız, cezaevinde sakince kitap okuyan süper kötü Karayıldız’ı (Tyler Mane) saymazsak ‘Jupiter’s Legacy’de bunalımda olmayan bir karakter pek yok gibi… Bunalımların, sıkıntıların nedenlerine geldiğimizde, dizinin asıl teması çıkıyor karşımıza. Babalar ve evlatları arasındaki ilişkiler… İki süper kahraman kuşağı arasında başta giysiler olmak üzere farklılıklar var. İlk kuşak, daha önce de altını çizdiğimiz gibi her şeyiyle Superman nesli… Yeni kuşak ise çağımızın süper kahramanlarından farksız. Yorgun ve yaşlı Ütopyalı’nın bu yeni kuşağı yakalaması, onlara liderlik etmesi zor görünüyor. Dolayısıyla, en az onun kadar güçlü olan oğlu Brandon’ın tavrı kritik önem kazanıyor.

        Brandon babasıyla sorunlar yaşasa da büyüklerine karşı hürmetkâr bir genç. Ütopyalı’nın kızı Chloe (Elena Kampouris) ise tam bir isyankâr. Sadece babası ve annesini (Leslie Bibb) değil Kurallar’ı da takmıyor. Birlik’le bağı yok. Süper güçlerini sadece canı istediğinde kullanıyor ve hayatını fotomodellik yaparak kazanıyor. Öte yandan, 1930’larda geçen sahnelerde Sheldon ve abisi Walt’ın (Ben Daniels) da ciddi bir baba sorunu olduğunu görüyoruz.

        Hayatını dünyayı kurtarmaya adamış Ütopyalı’nın kendi ailesini kurtaramaması, kızı ve oğluyla olan sorunları dizinin öne çıkan noktalarından biri. Ütopyalı bir işkolikten ziyade fedakârlığı, sorumluluk duygusu ve süper kahramanlığı yaşam biçimi haline getirmiş biri. Çocuklarının da aynı kendisi gibi olmasını istiyor; mükemmeliyetçilikten vazgeçemiyor. Neden böyle biri olduğunun yanıtı ise geçmişte yatıyor.

        REKLAM

        1929’da Büyük Bunalım döneminin hemen başında yaşadığı travma sırasında Sheldon’ın o güne kadar hayatının temelleri olarak benimsediği her şey yıkılıyor. Öncelikle kapitalizme olan inancı sarsılıyor. Adalet ve ahlak duygusu yerle bir oluyor. En önemlisi, manevi rehberi babasını ve hayat pusulasını yitiriyor. Ruhundaki boşluğu, gördüğü vizyonların peşinden giderek doldurmaya çalışıyor. Dolayısıyla, süper kahramanlığın onun için 1929 bunalımından sonra bir tür yeni doğum gibi olacağını tahmin etmek zor değil… Bu arada, kızının da tıpkı babasının gençliği gibi ruhundaki boşlukla savaştığını belirtelim.

        ‘Jupiter’s Legacy’ dizisi iki koldan ilerliyor. 1930’lu yıllarda Sheldon, abisi Walt ile yakın arkadaşı George’u (Matt Lanter) ikna ederek, esrarengiz ve tehlikeli bir gemi yolculuğuna çıkıyor. Sonradan eşi olacağını bildiğimiz işsiz gazeteci Grace de onlara katılıyor. Henüz hiçbirinin süper güçlerini kazanmadığı bir dönem bu… Anladığımız kadarıyla o yıllarda dünyada henüz süper kahramanlar da yok.

        Ütopyalı günümüzde Karayıldız sorununu çözmek için uğraşırken Birlik’i ayakta tutmaya ve çocuklarını kontrol etmeye çalışıyor. Bu arada, ailesinden ayrı yaşayan ve babasına katlanamayan Chloe de hikâyede ayrı bir odak olarak çıkıyor karşımıza.

        Son bölümlerden birinde Sheldon / Ütopyalı, ‘Kayıplar armağanla gelir’ diyor ve kaybedecek bir şeyi kalmadığında insanın daha cesaretli olduğunu söylüyor. Burada Büyük Buhran sonrasında ABD’nin çıkışını hatırlıyoruz. Krizi atlatan ABD’nin sonraki yıllarda dünya sahnesindeki süper güç olarak konumunu daha da pekiştirdiğini ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalist sistemin tek lideri olduğunu unutmamak gerek. Dolayısıyla, süper kahramanlarla ‘süper güç ABD’ arasında bir bağ kurmak kaçınılmaz oluyor.

        ‘Jupiter’s Legacy’nin yükselen Rusya ve Çin’in varlığına karşı ABD’nin süper güçlerinin tartışıldığı bir dönemde karşımıza gelmesinin tesadüf olmadığı düşünülebilir. Gerçi günümüzde geçen bölümlerde ABD’nin ya da başka ülkenin yaşadığı siyasi ve toplumsal sorunlarından söz edilmiyor, ama dünyada işlerin hiç de yolunda gitmediğinden dem vuruluyor sürekli. Asıl önemlisi tıpkı ABD gibi, Birlik’in de gücü ve liderliğinin tartışıldığı bir dönem yaşanıyor. Hatta bir anarşi korkusu hissediliyor. O korkuyla günümüz dünyası arasında da bağ kurmak olası.

        Kuşkusuz tüm bunlar akla geliyor ama politik yanıyla öne çıkan bir süper kahraman dizisi değil ‘Jupiter’s Legacy’. Daha çok karakterleri ve onların güçlü ve zayıf yanlarıyla yakalıyor bizi.

        ‘Logan’ı (2017) dışarıda tutarsak süper kahramanların yaşlılık hallerine giren çok fazla film hatırlamıyorum. Burada, mesela Ütopyalı’da beyaz uzun saçlar ve yüzde kırışıklılarla kendini gösteren bir yaşlılık hali var ama fiziksel olarak hâlâ güçlü. ‘İkinci cilt’te neler olur bilmem ama ilk sezon itibarıyla özellikle Ütopyalı’nın şöyle uzun bir tatile ihtiyacı olduğunu düşünüyor insan… Ama öyle bir yerde bitiyor ki, Ütopyalı’yı ikinci sezonda çok daha ağır sorunlar beklediğini ve çocukları olmadan hiçbir şeyin altından kalkmayacağını anlıyorsunuz.

        ‘Jupiter’s Legacy’yi çok beğendiğimi ve sevdiğimi söyleyemem. Mizahtan uzak duran, aşırı ciddi ve ağırbaşlı hali beni pek etkilemedi. Öte yandan, Ütopyalı / Sheldon açıkçası özellikle bakış açısının darlığı ve tutuculuğuyla biraz sıkıcı bir ana karakter. Günümüzde geçen sahnelere çok itirazım yok. Çünkü genç karakterler idealizmde takılı kalmış Ütopyalı’nın alternatifi olarak ilgiye değerler; ama geçmişteki sahnelerde ne yazık ki her şey gereksizce uzuyor. Büyük Bunalım sırasında geçen ilk bölümler ilginç ama Sheldon’un ruhsal problemleri galiba çok fazla tekrara giriyor. Ayrıca yaşadığı gizemli macera da bence çarpıcı ve sürükleyici olamıyor.

        Sezonları 8 bölüme tamamlama derdi, dizilerin sorunlarından biri… Çevrimiçi diziler keşke romanlar gibi olsalar; yani, belirli uzunluk formatlarına göre değil, hikâyenin akışına göre yazılsalar. O zaman seyircilerin vaktini de gereksiz yere harcamazlar.

        Ama yine de ‘İyi ki seyrettim’ dediğim dizilerden biri oldu ‘Jupiter’s Legacy’. Çünkü süper kahraman dizileri arasında, Marvel ve DC Comics ekollerinin dışında, kendine özgü bir yeri olduğunu düşünüyorum.

        6/10

        Diğer Yazılar