Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İnsanoğlunun birlikte yaşamaya başlamasından bu yana süren tek gelenek denilebilir.

        Veya en ilkel olanından Şaman’a, Pagandan semavi dinlere kadar hepsinde sonucu aynı olan ritüelin farklı isim ve olaylarla tanımlandığı mite dayanır.

        Ya da yaşayan üç semavi dinin, Kuran, Tevrat ve İncil’in alıntıladığı tek mitolojik olaya; İbrahim Peygamberin, oğlu İsmail’i (ya da İshak) kurban etmek isterken, meleğin koçu getirmesine dayanır...

        Etimolojik kökeni, “adak, hediye, yakınlaşma, yakınlık gösterme, hediye etme” gibi karşılık içeren İbranice “korban” veya Arapçada “yakınlaşmak veya akrabalık kurmak” anlamına gelen “k-r-b” köküne dayanır.

        ANADOLU’DAKİ VARLIĞI

        Ancak şurası bir gerçektir ki Anadolu topraklarındaki varlığı, bütün semavi dinlerin dayandığı mitten çok daha eskidir… Kaz dağlarının (İda) bir kenarına bırakılan Paris’in, Truva’da savaşı ateşleyen olayından, tanrıçanın dişi geyiğin adak olarak göndermesi mitinde de vardır.

        Günümüze ulaşmış antik vazoların üzerinde tiyatro sahnesi gibi işlenmiş İphigenia’nın kurban edilişi sırasında geyiğin gelişi resmiyle bugüne taşınır… Asur Kralı Asurbanipal’in kitaplığı içinde bulunan Gılgamış Destanı da göstermiştir ki milattan 3000 yıl önce bu topraklarda yaşam süren Sümerlerde de gelenektir...

        Hatta destandaki mite göre, insanlar büyük hatalar yaptığında, tanrı “sel, tufan, deprem” gibi felaketlerle sınar. Onlar da bu felaketlerden kurtulmak, hatasını anladığını göstermek için üst gücün rızasına ihtiyaç duyar; kurban yoluyla af diler…

        HAZRETİ İBRAHİM

        İnsanın birlikte yaşama geçtiği günden beri bütün din ve inanç sistemleri içinde var olan tek unsurdur…

        Bazen, ağaca çaput bağlama, pirinç saçma (yalma), birine ekonomik destekte bulunma gibi kan akıtmadan gerçekleştirilen ritüelleri de vardır.

        Ancak hepsinin son tahlilde hepsi gider dört ayaklı ve boynuzlu hayvanın kanının akıtılmasıyla son bulur.

        Nitekim yazıtlara göre önceleri at kurban eden Göktürklerin, sonra koç kurban etmeye başlaması, boynuzunun gök ile bağlantıyı kuran hilale benzemesindendir.

        Hazreti İbrahim’in kölesi Hacer’den olma oğlu İsmail’i, İncil ve Tevrat’a göre de sonradan kısırlığı geçen eşi Sera’dan olma oğlu İshak’ı kurban ederken, meleğin koç getirmesi mitinin öyküsü de Truva’dan bu yana benzerdir.

        Sadece Hristiyanlıkta kurban kesme yoktur; nedeni de İsa’nın çarmıha gerilip kanının akmış olmasıdır…

        Ancak hikayesi İncil’de Caravaggio’nun ünlü tablosunda resmettiği şekliyle aynen yer bulur.

        Özetle kurban insanoğlunun birlikte yaşama geçtiği günden bu yana var olan ender dinsel ortak paydasının en başta gelenidir.

        KAÇ KURBAN KESTİK?

        BİR zamanlar mahalle, sokak, caddeler kan gölüne dönerdi.

        Tedbirler sonucu yoluna girdi, kurban kesim yerlerinin ötesinde kesimlere ender rastlandı.

        Bunun yeterli tedbir olarak görülmemesi gerekiyormuş.

        Nedenini de önceki gün ziyaretime gelen Türk Veteriner Hekimler Birliği Başkanı Talat Gözet anlattı.

        Belirttiğine göre yerli ırk kurbanlık hayvan neredeyse kalmamış, var olanların damızlıklarının hepsi dışarıdan gelmiş.

        Dolayısıyla karşılaştıkları birçok hastalığın tedavisinde yine dışa bağımlı ilaçlara bağlı kalınmış; döviz fiyatları aşı ve ilacı da vurmuş.

        Dikkat çektiği Anadolu’nun herhangi bir bölgesinden kamyonlara yüklenip büyük kentlere taşınan kurbanlıklar…

        Taşınan kamyonlar dezenfekte edilse de baştan savma tarzda yapılması halinde bir bölgedeki hastalık doğrudan kentlere taşınmaya, evcil hayvanlara bulaşmaya başlamış.

        Türkiye sığır vebası, şap olayını çözmüş, ancak karşılaşılmayan birçok hastalığın Suriye’den insana yapışarak gelip hayvanlara bulaştığına tanıklık edilir olmuş.

        Bundan dolayı kurbanlıklarda veteriner kontrolü yapılmış olanların tercih edilmesini önerdi.

        Bu aşamada geçen yıl kaç kurban kesildiğini sordum…

        Geçen yıl 920 bin büyükbaş, 2 milyon 950 bin de küçükbaş olmak üzere 3 milyon 850 bin kurban kesildiğini aktardı.

        Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı verisine dayandırdığı öngörüsüne göre bu yıl sayı iki katına çıkacak.

        Beklentisi pazara çıkan 1 milyon 150 bin büyükbaş, 4 milyon küçükbaş olmak üzere 5 milyon 150 bin hayvanın büyük bölümünün satılacağı…

        Ekonomik kriz ortamında olabilirliğini sordum, tatil bölgelerine akına işaret etti, “krize kimsenin aldırdığı yok” dedi.

        Bir başka ilginç noktaya dikkat çekti:

        “Geçen yıl kurbandan alınan et miktarı 220 bin ton oldu. Bu da demektir ki Türkiye’nin bir yıllık et ihtiyacının %20’sini üç gün içinde üretildi…”

        Görünen o ki yastık altında altın, kasada döviz tutma konusunda becerili Anadolu insanı, et stokçuluğunu da dipfrizde gerçekleştirmiş.

        Nice bayramlara…

        **********

        ABD ELÇİLİĞİNE ATEŞ EDENLER

        OLAYI duyunca, hafızam yıllar öncesine götürünce irkildim...

        Bir zamanlar sık karşılaşılırdı…

        Ancak Türkiye terörle mücadelede bu kadar etkin olmadığı için elçiliği saldırıya uğrayan ülke fazla mesele etmezdi.

        Sonrasındaki saldırıların çoğu DAEŞ gibi dış kaynaklı olması da tepkiyi ortaklaştırıp, birlikte mücadeleye döndürmüştü.

        Ancak Ankara’nın en güvenlikli bölgesinde ABD Büyükelçiliği’ne dün yapılan silahlı saldırıydı irkilmeme neden olan olay…

        Bir beyaz araçtaki iki kişi sabah saat 05.30 sıralarında Büyükelçiliğe ateş açıp Çankaya yönüne doğru kaçmış ve yakalanamamıştı.

        Ankara tepkisini anında gösterdi, İçişleri Bakanı Soylu ise “provokasyon mu, yoksa adli bir vaka mı?” olduğuna bakıldığını belirtti.

        Güvenlik birimlerinden tanıdıklarıma sordum; ilk kanaatleri serseri işi olduğu yönündeydi:

        “Serseri, çello bello takımından iki kişi yapmış; belli ki kafaları da o saatte iyi; önünden geçerken çekmiş silahı 6 kez sıkmış…”

        Kimliklerinin belli olduğunu, serseri takımından oldukları bilgisini de buna dayandırdığını da bu aşamada belirtti.

        Kısa süre sonra da eylemi yapanlar yakalandı…

        Belli ki kitlelere gittikçe yerleşen “ABD bize savaş açtı” algısıyla hareket etmiş, kendi karşı savaşını başlatmış.

        Sorunun en tehlikeli bölümü de burada başlıyor.

        Nedeni ise öğretisi bugün de kabul gören Gustave Le Bon’un 1895’te kaleme aldığı ünlü eseri Kitleler Pisikolojisi’ndeki şu paragraf:

        “Kitleyi meydana getiren fertler kimler olursa olsun; yaşama tarzları, işgüçleri, karakterleri yahut zekaları ister benzer, ister ayrı olsun, kalabalık duruma gelmiş olmaları onlara bir nevi kolektif ruh aşılar. Bu ruh onları, her biri tek başına, ayrı ayrı bulundukları halde duyacaklarından, düşünce ve yapacaklarından tamamıyla başka hissettirir, düşündürür ve yaptırır.”

        ABD Başkanı Trump’ın tarzı, tutumu, yaptıkları kabul edilemez, en sert tepki gösterilse yeridir.

        Ancak ABD’nin tümüne; halkına, şirketlerine dönük kitle hareketi haline çevirmenin sonucu öngörülenden daha ağır olur…

        Diğer Yazılar