Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sizin çevrenizde nasıldı bilmem…

        Bu yıl çevremde “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nde çok daha yüksek oranlı kadın hareketine tanıklık ettim.

        İstiklal Caddesi’nde toplanan binlerce kadın bir yana, yurdun farklı kesimlerinden gelen kadınların örgütlü görüntüleri etkileyiciydi.

        Buna ister yüzyıllardır var olan “eril tahakkümün elvedası” deyin, dilerseniz kadının dirilişi…

        Yaşanan eril tahakküme başkaldırıdan başka bir şey değil.

        Çünkü Pierre Bourdieu’nun da kitabında altını çizdiği gibi, “eril tahakküm, kadınları bedensel güvensizlik, hatta sembolik bağımlılık altında tutan etkiye sahipti…”

        Böylece “el altında, sıcakkanlı, çekici, etkileyici olmaya zorlar ve başkalarının bakışı ile var olan nesneler” haline dönüştürürdü…

        Bir nevi erkek egemen köleliğini yaratma çabasından başka bir amacı da yoktu.

        Kadınsı, güler yüzlü, kendisini geri plana atmış, sembolik kimlikler haline gelmesi beklenir, başkalarının bakışıyla var olmaya mahkum edilirdi.

        Başkalarının bakışı, onun için yapı taşı haline getirirdi.

        BEDENSEL MÜCADELE

        Buna ister dişilik, ister kadınsı davranış deyin; dikkat çekme, beğenilme arzusu, kadının iç sorgusunu sürekli diri tutar, bedensel mücadelesinin ayrılmaz parçası haline gelirdi.

        Var olduğu beden ile hayalinde ulaşmak istediği arasında inanılmaz ayna savaşına girer, yansısını gördüğü her vitrin camında bunu sorgulamaktan çekinmezdi.

        Yani, sürekli başkalarının bakışı altında var olmaları nedeniyle, zincirlenmiş oldukları gerçek bedenle, yaklaşmak için bitmek tükenmek bilmeyen bir çaba harcadıkları ideal beden arasındaki uçurumu durmadan deneyimlemeye mahkum bırakılırlardı.

        Bourdieu’nun yukarıda özetlemeye çalıştığım “Eril Tahakküm” kuramı, yakın zamana kadar da geçerliydi.

        Çünkü o bakış kadını kendine çekidüzen vermeye iter, ona göre davranışını belirlerdi.

        BAKIŞIN ODAĞI KAYDI

        Bu da bakışın odağının nerede yoğunlaştığıyla doğru orantılıydı.

        Çünkü mahallesindeki kültür bakışın odağını tayin eder, kendisi de onu kerteriz alarak bedensel duruşunu belirlerdi.

        Eğer muhafazakâr bir mahalledeyse mini etek giymemeye özen gösterir, hatta mümkünse pantolon giymekten de kaçınırdı.

        İçine sıkışıp kaldığı apartman veya mahalledeki bakıştı onu var eden…

        Bugün ise bu değişti…

        Çünkü kendisini artık apartmanındaki veya mahallesindeki bakışa göre şekillendirmiyor.

        Türkiye’nin sosyoloji alanındaki en önemli isimleri arasında bulunan Prof. Dr. Sencer Ayata hocam ile dün sohbet ederken, bu duruma dikkat çektiğimde, şu önemli tespitte bulundu:

        “Belki bizler kızıyoruz, ama popüler kültür ile birlikte kadın AVM’leri keşfetti ve bakışın odağındaki referans grubu apartmanında veya mahallesinde yaşayanlar olmaktan çıktı. Yeni referans grubu AVM’ye gelen her kesimden insanlar; onların bakışı yeni referans grubu...”

        Prof. Dr. Ayata’nın da vurguladığı gibi, artık kimin bakışının kendisi için önemli olduğuna bakıyor; tarzını ona göre şekillendiriyor.

        Mahallesindeki gevşek çoğunluktan, AVM’deki baskın çoğulculuğun daha etkili olduğunu görüyor.

        Sosyal medya sayesinde, entelektüel birikime ulaşmış, dünyayı kavramış, eril tahakkümü çok önceden yerle yeksan etmiş hemcinsine daha çabuk ulaşma olanağı bulduğu için de onun kendisine bakışını çok fazla önemsiyor.

        Ona göre şekillendiriyor, başkalarının bakışlarıyla var olma çabası yerine, nasıl olmak istiyorsa öyle davranmanın özgürlüğüne erişiyor.

        ERİLİN ZİRVESİ ÇÖKTÜ

        Son dönemde akademik çevrelerde kadın üzerine yazılanların artmasının, düzenlenen konferans, panel ve etkinliklerin çoğalmasının gerisinde de aslında kadının kendini yeniden keşfetmesi ve eril tahakküme elveda dedirtmesi yatıyor...

        Bunu herhalde en iyi anlatan eril tahakkümün zirvesinin yaşandığı askeriyede gelinen noktadır.

        Bir zamanlar 30 Ağustos’ta İstanbul’daki köprülerden aşağı iple inerek gösteri yapan erkek komandolara rastlardık.

        İzlediniz mi bilmem, ama 8 Mart nedeniyle o gösteriyi kadın komandolar gerçekleştirdi…

        Hem de çok daha başarılı şekilde…

        Bir zamanlar iyiyi tanımlarken, “adam gibi adam” denirdi.

        Bundan böyle, “kadın gibi kadın” denildiğinde içimizin çok daha ısındığını hissedeceğimiz nice “8 Mart”lara…

        Diğer Yazılar