Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        REKLAM

        CHP’li belediyeler 2014’te göreve geldiğinde de benzer kaygılar vardı…

        Aradan geçen 5 yılda savuşturmayı başardı.

        Bunu başarmalarının gerisinde, İzmir, Aydın, Eskişehir’de olduğu gibi belediyelerin zaten elinde olmasının getirisi vardı; bürokratları ve siyasi kadroları denenmiş isimlerden oluşuyordu.

        Dolayısıyla risk düşüktü.

        Ancak CHP’nin yeni belediyelerinde ortaya çıkan tablo aynı değil…

        Çünkü İstanbul, Ankara 25 yıl boyunca AK Parti kadroları veya o kökenden gelen isimler tarafından yönetildi.

        Dolayısıyla CHP’li başkanların mevcut kadrolar ile çalışmaya devam konusunda bir karar vermesi gerekiyor.

        Bu karar aslında görevde bulunan bürokratlar için de geçerli.

        Nedeni de devlet memurları veya sözleşmeli personele ilişkin kanunların denetimiyle daha gerçekçi karşılanacak olmaları…

        Eskiden olduğu gibi yaptıkları hatalar bundan böyle hoşgörüyle karşılanmayacak; hapis ile sonuçlanacak kanun maddeleri Demokles’in kılıcı gibi sallanacak.

        PERSONELİ KİM BELİRLER?

        Gelelim belediye başkanlarının personelini belirleme durumuna…

        Şunu baştan belirteyim, elbette ki personelini belirleme hakkını Büyükşehir Belediye başkanları elinde tutuyor.

        Ancak bunu yapabilmesi için öncelikle Belediye Meclis’inden karar alması gerekiyor.

        Buna neden de personelin performans ölçütlerinden, “norm kadro çerçevesinde belediyenin ve bağlı kuruluşlarının kadrolarını ihdas, iptal ve değiştirmesine karar verme yetkisinin” Belediye Kanun ile meclislere verilmiş olması.

        Buna rağmen belediye meclisi engeli ile karşılaşan belediye başkanı dilediği personelle çalışabilir; bunun yöntemine ilişkin geçmiş örnekler oldukça fazladır.

        1974 KIYIMI

        Ancak CHP açısından geçmişte yaşadığı iki acı örnek de ortada duruyor…

        İlki 1974, diğeri 1989 sonrasında yaşananlar…

        İlkini 1974’te Ecevit hükümetinin kuruluşu sonrasındaki personel uygulamasında karşılaştı.

        O dönem Milliyetçi Cephe adında kurulan sağ koalisyon, kamu personeli olma özelliğine sahip olmayanların da atamasını gerçekleştirdi.

        CHP iktidara gelince bu kişileri ayıklarken kantarın topuzunu kaçırdı, çok sayıda personeli de onlarla birlikte sürgüne gönderdi veya işinden etti.

        Toplu sürgün ve personel eylemi toplum algısında farklı okumalara yol açtı ve hükümete yönelik eleştirinin ateşini yükseltti.

        BÜROKRAT SORUNU

        Geçmişte de karşılaşılan ikinci önemli risk ise bürokratik personele ilişkin…

        Şunu baştan belirtmeliyim ki CHP bugüne kadar siyasi kadrolarından kaynaklı sorunla karşılaşmadı; sorunun temelinde hep göreve getirdiği bürokratlar vardı.

        Kişisel çıkarları veya kendini siyasi kimlikten üstün gören tutumları hem partiye kaybettirdi; hem de bir sonraki seçimin kayıp nedeni oldu.

        En iyi örneği de 1989’da ezici çoğunlukla aldığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerinde ortaya çıktı.

        Ancak unutulmasın ki İSKİ skandalı siyasi değil, bürokratikti; dönemin siyasi kadrolarının hiçbirinin menfaatine rastlanmadı…

        Bütün haksız kazanç ve rüşvet çarkının bürokratik kadrolar tarafından gerçekleştiği de zaten mahkeme sonucunda ortaya çıktı.

        TABAN BEKLENTİSİ

        CHP’nin geçmişte karşılaştığı her iki durumun önüne geçmesi olası…

        Önündeki engel ise seçmeni…

        Çünkü 1994’ten bu yana özellikle İstanbul ve Ankara’da, 2002’den bu yana da devlet kadrolarında rahat iş bulma olanağına CHP’nin sosyolojik tabanı ötekiler kadar sahip olamadı.

        Belediyelerin kazanılması, işsizliğin bu denli yüksek olduğu dönemde CHP’nin sosyolojik tabanı için önemli bir umut oldu.

        Bu umudun belediyeler üzerindeki baskısı yüksek olacaktır.

        Belediyelerin onların beklentisini karşılamayıp, mevcut kadrolarla yola devam etmesini hiçbir gün içselleştirmeyip en yüksek eleştiri konusu yapmaktan geri durmayacaktır.

        Bu da ister istemez partilerin yerel yönetimleri ile belediye başkanını karşı karşıya getirecek veya CHP’de sıklıkla görüldüğü gibi parti kadroları belediye başkanının uhdesinde kalmış yapılara dönecektir.

        Bu da CHP’nin siyasal yapısını, bugün bazı illerde de görüldüğü gibi ister istemez belediye başkanlarının kaderine bağlı hale getirecektir.

        MERKEZİ DENETİM

        CHP geçmişten ders almış olacak ki bütün bu konularda önlemini almış…

        Bunu söyleyebilmemin nedeni de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile önceki gün yaptığımız sohbette de bu konunun gündeme gelmiş olması.

        Kılıçdaroğlu, başkanlarını “devri sabık yaratmamaları ve enkaz edebiyatı yapmamaları” konusunda uyardığını bildirdi.

        Yeni bir mekanizma kurduklarını açıkladı ve “Merkezden bütün belediyeleri denetleyeceğiz” dedi.

        Bunu yaparken, devletin bağımsız denetim mekanizmalarının da bütün belediyeler için eşit koşulda çalışması gerektiğinin altını çizdi.

        Belediyelerde işten ayrılan veya emekli olanların yerine personel alımının yapılması gerektiğini söyledi; görevini yapmayanlara ilişkin tedbir alınabileceğini vurguladı.

        Özetle belediyelerde personel kıyımı görüntüsü yaratacak en küçük eylem ve işleme izin vermeyeceğinin altını çizdi.

        Şu cümlesi ise önemliydi:

        “Geçmişteki hatalara yeniden düşmek istemiyoruz; bu konuda çok dikkatliyiz…”

        ***

        Üç Nal'ın Üç Garibi

        Sanatın merkezi İstanbul sanılır, ama sanatçıların ağırlıklı bölümü Ankara’da yaşar…

        Sadece bu döneme de özgü değildir, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan yana böyle gelmiştir…

        CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, sohbetimizde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a heykelini yaptırması önerisinde bulunduğunu söylediği o meşhur resminden söz edince içime mutluluk doldu.

        O meşhur resim de hafızamda canlandı...

        Ne kadar çok incelemiştim oysa o dörtlünün fotoğrafını; baştan aşağı…

        Birinin başı açık ama tıraşı alafranga; yanındakinde ressam şapkası, diğerinde ise fötr; sonuncusunda da 8 köşe kasket…

        Yüzlerdeki ifade ise her an muzırlık yapacak kadar neşeli…

        FOTOĞRAFIN ŞİİRİ

        Fotoğrafın üyelerinden Melih Cevdet Anday da o kadar beğenmiş ki şiirini de yazmış:

        “Dört kişi parkta çektirmişiz;

        Ben, Oktay, Orhan bir de Şinasi.

        Anlaşılan sonbahar;

        Kimimiz paltolu kimimiz ceketli;

        Yapraksız arkamızdaki ağaçlar.

        Henüz babası ölmemiş Oktay’ın,

        Ben bıyıksızım,

        Orhan, Süleyman Efendi’yi tanımamış.

        Ama ben hiç böyle mahzun olmadım;

        Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?

        Oysa hayattayız hepimiz…”

        CENAZE ARABASIYLA KIZ TAVLAMAK

        Şiire konu fotoğraftakiler Garip Akımı’nın öncüleri…

        Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat Horozcu ve arkadaşları Şinasi…

        Üçünü edebiyatından tanırız ama Şinasi kimdir bilmeyiz…

        Orhan Veli Kanık’ın yaşam öyküsünü okurken tanımıştım Baran soyadını alan Şinasi’yi…

        Ankara’da okurken sınıf arkadaşlarıymış; Gazi Oymağı’nda izcilik de yapmışlar.

        Şinasi’nin o dönem Cebeci’de oturan bir de sevgilisi varmış…

        Ceplerinde para olmadığı için Hacı Bayram Camii’ne gider ölen kişinin yakını gibi davranır, sonra cenaze arabasına doluşup Cebeci Asri Mezarlığı’na kadar giderlermiş.

        Defin yapılıncaya kadar da kızın sokağına gider Şinasi ile buluşturur, yeniden aynı araçla Hacı Bayram’a dönerlermiş.

        İşte şiirdeki “Ölümü hatırlatan ne var bu resimde?/ Oysa hayattayız hepimiz…” dizesinin nedeni de bundan kaynaklıymış.

        “O DİREĞE ÖKÜZ BAĞLARIZ”

        Şinasi Baran Ulus gelişmeye başlayınca arkadaşlarının da önerisiyle bugün Posta Caddesi diye bilinen sokaktaki eski evinin altındaki ahırı meyhaneye çevirme, adını da “Üç Nal” koyma kararı almış.

        Orhan Veli Kanık, Şinasi Baran’ı meyhane konusunda cesaretlendirmek ve katkıda bulunmak için inşaat sırasında yanına gidermiş.

        Belli ki Şinasi Baran’ın annesi bu durumdan hoşnut değilmiş.

        Bir gün Orhan Veli’yi ahırın kenarındaki direğe sırtını dayamış halde bulunca, “O direğe öküz bağlarız” diyerek tepkisini sergilemekten geri kalmamış.

        Meyhane uzun yıllar iyi iş yapmış, edebiyatçıların buluşma mekanı olmuş.

        ÖLÜMDEN DÖNDÜLER

        “Üç Nal’a gelen, dörtnala gider…” söylemi tekerlemeye dönüşmüş.

        O kadar ki bir gün Melih Cevdet Anday’ın kullandığı araba ile Çubuk Barajı’nda kaza yapınca Orhan Veli Kanık günlerce komada kalmış…

        Belki o fotoğraf da o dönem çekilmiş, çünkü Orhan Veli, “hiçbir şey çekmedi dünyada nasırından çektiği kadar” dediği Süleyman Efendi’yi henüz tanımamış…

        Fotoğrafları anıları gibi uzun yıllar hafızamızda garip kalmıştı; şimdi heykelleriyle yeniden canlanacak olması ne güzel…

        GİDENLER DE DÖNMELİ

        Belki onlarla beraber Tandoğan Meydanı’nı süsleyen Su Perisi, Seymenler Parkı’ndan çalınan İlhan Koman’ın (çalınanın yerine yenisi bronzdan döküldü, ancak mekanına dönemedi) ve Burhan Alkar’ın eserleri; dünyaca ünlü heykeltıraş Otto Hebert Hajek’in Hergelen Meydanı’ndaki o güzelim heykeli; Atatürk Orman Çiftliği’nde tarımla uğraşırken halini betimleyen Atatürk heykeli ile Çiçekçi Kız, Oturan Yorgun Amca ve Oturan Kadın heykelleri de bir gün yerlerine döner…

        Üç nala gidenin dörtnala gelmesi umuduyla…

        Diğer Yazılar