Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Amasya Tamimi sırasında, Haziran 1919’da cümlenin ilk temeli atıldı:

        “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır…”

        Birinci Meclis’in açış konuşmasında Sinop Mebusu Şerif Bey “Egemenlik milletin eline geçti” cümlesiyle özetledi.

        İlk Anayasa, 24 Nisan 1924 tarihindeki Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 3’üncü maddesinde ise o dönemdeki Osmanlı karşılığı ile aynen şöyle yer aldı:

        “Hakimiyet Bila Kaydü Şart Milletindir…”

        O günden bu yana da TBMM’de Başkanlık Divanı Kürsüsünün hemen ardında Türkçeleştirilmiş (1945) haliyle yer buldu:

        “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir…”

        Cumhuriyetin temel taşını oluşturur bu cümle…

        Bugün ilk Meclis’in kuruluşunun 99’uncu yıl dönümü; aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara armağan olarak hediye ettiği bayram günü…

        Diğer bayramlara yönelik çekincesi olana rastlanabilir.

        Ancak Türk ulusu iki bayramda, etnik, dinsel, siyasal düşüncelerine bakmadan, ayrım gözetmeden ortaklaşa olarak evine, işyerine bayrağını asar ve coşkuyla kutlar…

        Biri 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’dır; çocuğuna o gün en güzel elbisesini giydirir, eğer rol aldıysa ona uygun kıyafet tasarlar…

        Diğeri ise 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’dır…

        Toplumun her kesime barışmayı, uzlaşmayı, tek hedef üzerinde buluşmanın mesajını verdiği en önemli iki gündür…

        İRADENİN ÖZGÜRLÜĞÜ

        Peki, Türkiye İttifakı, milli meselelerde birlikte hareket gibi siyasetin iki cephesinden de gelen açıklamalara bakıldığında bugün için de bunun böyle olduğu söylenebilir mi?

        Yani millet iradesine herkesin saygı duyduğu, kimsenin de milletin oyları ile belirlediği temsilcileri aracılığıyla yapılmış kanunların dışına çıkamadığı bir toplum düzeninde mi yaşıyoruz?

        Ya da milletin sandıktan çıkan iradesinin üzerine ipotek koymaya çalışılmadığı süreçlere hiç mi tanıklık etmedik?

        Bütün bunları yazmamın nedeni önceki gün Ankara’nın Çubuk İlçesi’nin Akkuzulu mahallesinde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu linçe yönelik iğrenç saldırı…

        Kimse bu saldırıyı haklı kılamaz veya haklı kılacak gerekçeler üretemez; hafife alacak adımlar atamaz.

        Çünkü bugün Kılıçdaroğlu’nun karşılaştığı iğrenç saldırı ile yakın geçmişte de Taner Yıldız, Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Bülent Ecevit ve İsmet İnönü de karşılaştı.

        DİĞERİNDEN KALIR YANI YOK

        Hiçbirinin de diğerinden ayrı kalır yanı yoktu.

        Çok uzağa gitmeye de gerek yok; Mayıs 2006’da dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek ile İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Danıştay saldırısında hayatını kaybeden üye Mustafa Yücel Özbilgin’in Ankara Kocatepe Camii’ndeki cenaze namazına gelişinde benzer saldırıyla karşılaştı.

        Sonrasında da bitmedi; 4 yıl sonra da bu zihniyet Kayseri’de hortladı…

        Şırnak’ta silahlı saldırıda şehit olan Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Levent Çetinkaya’nın Kayseri’deki cenaze töreninin ardından şehitlikteki defin sırasında bir kişi “Bu Türk milletinin yumruğu; al sana açılım” deyip Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın burnunu kırdı.

        Bunu Bekir Bozdağ’ın iki kez benzer tepkiyle karşılaşması izledi…

        Her bir olayın ardından olayın gerçekleştiği il ve ilçelerin halkı bunun acısını ve hüznünü yaşadı…

        NEVŞEHİR VE UŞAK

        Öncesinde de yok değildi…

        Bülent Ecevit’in, katledilen eski milletvekili Zeki Tekiner’in cenazesi için Nevşehir’e gittiğinde karşılaştığı tablo da Çiçek, Aksu, Taner ve Bozdağ’dan farklı olmadı.

        O gün büyük bir katliamın eşiğinden dönüldü.

        Ecevit’in saldırı anında “Burada devlet yok” diye bağırması hâlâ hafızalarda yerini bulur…

        Ya da İnönü’nün 1959’da Uşak’ta taşlı saldırıya uğraması durumu…

        Hiçbirinin önceki gün Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıdan farkı yoktu.

        O günün siyasetçileri de bu saldırıları hafifleten açıklamalar yaptı, bugüne kadar aynı zihniyetin gelmesine yol açmanın dışında tek fayda getirmedi.

        AKKUZULU’DA YAŞANAN

        Kılıçdaroğlu’na saldırı anından itibaren olay yerinde bulunan veya sığındıkları evde olanların ağırlıklı bölümüyle konuştum.

        Farklı kesimlerin ağızından olayı dinledim.

        Şunu belirtmeliyim ki Taner Yıldız’a yapılan saldırıdaki zihniyetin aynısı burada da hortlamış.

        Şehit cenazesine katılan siyasiler kadar orada bulunan bürokratlarla da konuştum.

        Alınan güvenlik tedbirinin sorunlu olduğunu herkes kabul ediyor.

        Buna deneyimsizlik diye de bakılabilir; ancak bugüne kadar Ankara merkezinde onlarca şehit cenazesinden örnek alınmaması şaşırtıcı.

        Köy yolu tamamen kapanmış, acil durumda tahliye işlemi dahi yapılamaz hale gelmiş.

        CHP lideri Kılıçdaroğlu cenazeye gelişiyle birlikte bir grubun sözlü saldırısı başlamış, bu cenaze namazı sırasında da devam etmiş.

        Hatta cemaatin arasına katılanlar şehide karşı dini görevini yerine getirmekten uzak davranışlar sergileyip, sürekli çevreyi tahrik eder konuşmalar yapmış; kimse de kes sesini diyememiş.

        KILIÇDAROĞLU’NUN YALNIZLIĞI

        Asıl önemli olan ise şehidin cenazesinin top arabasına konulmasının sonrasında yaşananlar.

        Devlet erkanından tek kişi kalmamış; Kılıçdaroğlu yalnızlığa bırakılmış.

        Bunu güvenlik işinden anlayan en az üç kişi söyledi…

        Kılıçdaroğlu’nun koruma ekibinin, Ankara Emniyeti’nin istihbarat görevlileri ve hassas koruma ekibiyle olağanüstü görev yaptıklarının, polis akademilerinde okutulması gereken bir tavır sergilediklerinin altı çizildi.

        Korunacak kişiye odaklı, silahlı çatışma yaratmaktan kaçınan ve en kısa sürede koruma gücünü arttıracak tedbire başvuran davranış sergiledikleri vurgulandı.

        İL EMNİYET MÜDÜRÜNE ÖVGÜ

        CHP cenahında Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz’ın Kılıçdaroğlu’nun sığındığı evde 1.5 saat kalması üzerine jandarma bölgesi olmasına karşın sorumluluğu üstüne alıp, ekibini devreye sokmasına duyulan övgü ve teşekkür yüksekti.

        Bir de Emniyet Harekat Başkanı’nın olayların yatıştırılması ve tedbir alınması için gösterdiği çabasına duyulan teşekkür kayda geçiriliyordu.

        Söylenen şu ki; jandarma yeteri düzeni alamamış, elindeki gücü istenildiği gibi komuta edememiş.

        Eğer baştan tedbir alınıp, fiziki saldırının önüne geçecek kordon oluşturulup, devlet erkanın bu kordon içinde kalması sağlansaymış, bu yaşananlar da olmazmış.

        EVDE YAŞANANLAR

        Gelelim sığınılan evin içinde geçen zamana…

        Kılıçdaroğlu teskin eden tarafta yer almış; hatta evin sahibinin korkusunu da yatıştırmış…

        Yanındaki danışmanları ve milletvekilleri de çocuklarla oyun oynayıp onları teskin etmiş.

        Bir ara üzerine polis parkası ve şapkası giydirilerek evden çıkması önerisine ise Kılıçdaroğlu, “Ben suçlu muyum ki öyle giyineceğim” tepkisini koymuş.

        Bunun sadece koruma amacına yönelik girişim olduğu da konu kapanmasıyla fark edilmiş.

        Ancak ne olursa olsun, dün yaşanan aradan onlarca yıl geçmiş olsa da bugün de yaşanmaya devam ediyor.

        Şimdi söyler misiniz şehit Yener Kırıkçı’yı kim hatırlıyor.

        Bundan sonra bir Türkmen yerleşmesi olan Akkuzu şehidi ile mi yoksa saldırısıyla mı anılacak…

        Başta siyasiler ve Akkuzulular olmak üzere hepimiz oturup bunu düşünmeliyiz.

        Yakın geçmişte yaşanılan benzer örnekleri de anımsayarak…

        Diğer Yazılar