Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kendini etkin ve yetkin gören herkes İstanbul seçimine yönelik konuşmaya başlayınca biraz gecikerek de olsa AK Parti de kadrolarına uyarısını yaptı.

        CHP ise daha erken davranıp, başta bütün milletvekilleri olmak üzere tüm kadrolarını, sosyal medya araçlarını kullanmamaları yönünde uyarmıştı.

        Ayrıca sahada kimlerin görünür kılınacağını da belirlemişti.

        Sonunda AK Parti de seçime 12 gün kala uyarısını yaptı.

        AK Parti’nin etkin isimlerin aktardığına göre aralarında önemli isimlerin de yer aldığı AK Parti kadrolarının “Pontus…” odaklı söylemlerin kontrolsüz gelişimi rahatsızlık yaratmış.

        Özellikle İSPARK örneğinde olduğu gibi “Kürtlere yönelik anlamsız ve gereksiz söylemlerin” yarattığı negatif etki görülmüş.

        Oyunu almak için gösterilen çabaların bir söylemle heba olmasının yarattığı soruna son verme kararı alınmış.

        Anlaşılan o ki bakanlar, parti yöneticileri ve milletvekilleri dahil hiç kimse, dilediği gibi söylem geliştirmeyecek, partinin söylemlerinin dışında “kafasının estiği gibi propaganda yapmaya kalkışamayacak…”

        Her iki ittifak açısından belirlenen bir diğer nokta ise sahada kimin daha görünür olacağına ilişkin…

        CHP, Ekrem İmamoğlu dışında çok fazla kişinin görünür olmasını istememişti.

        Nitekim geçen haftaki sohbetimizde CHP lideri Kılıçdaroğlu da bu kararını şu cümlede özetlemişti:

        “Kampanyada sahada Ekrem Bey (İmamoğlu) önde olacak. Ben referandumdan itibaren izlediğim stratejiyi izleyeceğim. Geride kalıp desteğimi vereceğim…”

        KAFTANCIOĞLU PROPAGANDASI

        Sadece Kılıçdaroğlu değil, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu da geriye çekildi, sahayı sadece İmamoğlu’na bıraktı.

        Aktarıldığına göre AK Parti de bugünden itibaren bu durumu bir propaganda aracına döndürüp, Kaftancıoğlu’nun görünmezliğine atıf yaparak kamuoyu hafızasında canlı kalmasını sağlamayı amaçlıyor.

        Nasıl bir etki yapar tartışılır…

        Çünkü AK Parti de benzer bir strateji izleme kararı aldı ve sadece Binali Yıldırım’ın öne çıkarıldığı bir propaganda sürecine yöneldi.

        Bu kapsamda daha önce 39 ilçede miting yapacağı belirtilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da “böyle bir faaliyetinin olmayacağına” vurgu yapıldı.

        Zemin tamamen Yıldırım’a bırakıldı.

        AKŞENER SAHAYA İNİYOR

        Ancak Millet İttifakı cephesinde dün yeni bir gelişme gerçekleşti, bugüne kadar aktif görüntü vermeyen diğer ortak İYİ Parti lideri Meral Akşener’in ekibi ile birlikte İstanbul’da sahaya çıkması kararlaştırıldı.

        Aktarıldığına göre İmamoğlu’na parti desteğinin yanında olduğunu göstermek için Akşener ve arkadaşları yarından itibaren sahaya inecek, seçime kadar da İstanbul’da propaganda süreçlerine katkı verecek.

        Buradaki amaç, söylemleri Kürt seçmene de ters gelmeyen İYİ Parti liderinin, siyasette tanınmış etkin isimler ile İmamoğlu’nun yanında görünür olmasını sağlamak ve milliyetçi muhafazakar seçmen üzerindeki etkisini sandığa yansıtmak.

        Anlaşılan o ki partiler yaptırdıkları mikro hedefleme ile seçmen tercihinde hangi noktada zayıflama varsa orayı hareketlendirecek zenginliklerini sahaya sürecek.

        Gelecek hafta sonu kurulacak sandığa kadar Türkiye tarihinin en hızlı değişen propaganda araçlarına tanıklık edecek…

        REKLAM

        ***

        Bahçeli’nin program tepkisi…

        Öneriyi ilk olarak arkadaşım Didem Arslan Yılmaz dile getirdi…

        Teklifi yapan olarak hakkı olan moderatörlük görevini üstlenemeyecek olsa da Türkiye’nin demokratik siyasi sürecine ve unutulan geleneğinin yeniden başlamasına vesile oldu.

        Habertürk olarak kıymetli bir adımın atılmasına aracılık etti.

        İnanıyorum ki pazar günü gerçekleşecek iki adayın ekran karşılaşmasını yönetecek sevgili arkadaşım İsmail Küçükkaya da Didem Arslan Yılmaz’ın hakkını teslim edecektir.

        Tabii, Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin dün akşam saatlerinde twitter üzerinden Küçükkaya’nın program moderatörlüğüne sert itirazları karşılık bulmaz ise…

        Bahçeli’nin tepkisinin nedenine gelirsek…

        Aktarıldığına göre, karşılık beklemeden İstanbul’da aday çıkarmayacağını açıklayan, Yıldırım’ın ortak adayı olduğunu ilan eden MHP’ye program ile ilgili herhangi bir danışmada bulunulmamış.

        Bu gelişme, “Kürdistan…” söylemiyle yükselen, ancak “kol kırılır yer içinde kalır” anlayışıyla bir süreliğine içe atılan tepkiyi de dışa çıkarmış.

        “ÇEKİNMEDİĞİMİZİ GÖSTERDİK”

        AK Parti ise moderatör belirlenirken, “Kimseden çekinecek tarafımız yok, kim olursa olsun varız; programı da bize uzak biri yönetsin, ona da varız” yaklaşımı içinde hareket ettiklerini belirtiyor; bir amaç güdülmediğini vurguluyor.

        Aktardıklarına göre “kamuoyuna, hiçbir şeyden çekinmeyen ve kaçmayan, tam tersine kendine güveni olan imajının verilmesi” hedeflenmiş.

        Moderatör belirlenirken de iki taraf da isimler önermiş, liste üzerinden itirazlar yapılmış, AK Parti’nin tercihi doğrultusunda Küçükkaya üzerinde uzlaşılmış ve protokole bağlanmış.

        Bu aşamada programın çekileceği yer ve teknik ekip konusu da karşılıklı müzakereye neden olmuş.

        TRT’NİN TEKNİĞİNE DE RET

        CHP, programın TRT’de gerçekleşmesinin ötesinde, teknik ekibin de alınmasına itiraz etmiş.

        Sonuçta programın Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda, iki parti tarafından görevlendirilecek ortak teknik ekip tarafından gerçekleştirilmesi karara bağlanmış.

        MHP lideri Bahçeli’nin tepkisi sonrası program ile ilgili yeni bir gelişme olur mu derseniz, “bugünden konuşmak için erken” derim.

        Bahçeli’nin açıklaması sonrası hem AK Parti hem de CHP’deki hava bir değişimin olmayacağı yönündeydi.

        CHP yönetimindeki yaklaşım ise şu cümleyle özet buluyordu:

        “Protokole bağlanan bir karar var. Bundan sonra ancak AK Parti’nin vazgeçmesiyle program iptali şeklinde değişiklik olur. Onun da takdirini kamuoyuna verir.”

        Durum bundan ibaret…

        REKLAM

        ***

        Demografik ve etnik oy yarışı

        Yerel seçimin yarattığı ilkler dönemi durmak bilmiyor…

        İttifakla aday belirleyerek yerel seçime girmek ilkti; hem de yasal zemini olmadan…

        YSK kararları açısından bakıldığında da birçok ilkle karşılaşıldı.

        Ama bunların içinde herhalde uzun yılları etkileyecek, bundan sonraki sandıkların da olmazı haline gelecek bir başka ilkin de kapısını araladı.

        Sözünü ettiğim sandığın merkezinin, yani bulunduğu seçim bölgesinin dışında propagandaya da kapı açmış olması.

        Dikkat çekici olan, bu kapının hem demografik hem de etnik zemine dayalı açılmış olması.

        Millet İttifakı’nın CHP’li adayı Ekrem İmamoğlu’nun memleketi Trabzon ile başlayıp, Giresun ve Ordu ile devam ettirdiği bayramlaşma mitingi süreci bu kapsamda değerlendirilebilir…

        Aynı tarihte İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın memleketi Trabzon’a seyahati ve İstanbul seçimi için propaganda yapması da bunun bir başka yansıması.

        Cumhur İttifakı’nın AK Parti’li adayı Binali Yıldırım’ın memleketi Erzincan’dan başlayıp, Sivas, Diyarbakır, Şanlıurfa ve Kastamonu ile devam eden seçim gezisi de etnik ve demografik propaganda çalışmasıydı.

        İstanbul’da yaşamını sürdüren hemşerilerini etkilemek için belediye başkanlarının seçim için akın etmesi de bir diğer göstergesi.

        VER OYUNU AL HAKKINI

        Bütün bunlar normal karşılanabilir…

        Demografiye dayalı oy talebinde çok büyük sorun çıkmaz…

        Çünkü hemşeri dernekleri üyelerinin farklı parti tercihlerini bildiği için siyaseti bünyesine sokmaktan hep uzak durur.

        Siyasete dayalı hemşericilik yapmak isteyenler de zaten o vilayetin adıyla başlayan bir diğer derneği kurmuştur…

        Ancak etnisiteye dayalı klientalist, yani “ver oyunu, al talebinin karşılığını” mantıkla yürütülecek yaklaşım, başka sorunları üretir.

        Kültürel haklar açısından problem yaratır.

        Şunu baştan belirteyim ki, eğer "ulusların kendi kaderlerini tayin hakkından" söz edilecekse Anadolu üzerinde yaşayan Kürtler kendi kaderini tayin hakkını 1920’de gerçekleştirdi; dosyasını kapattı.

        Tüm etnik kökenler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı nüfus kağıdını cebine koyduğu anda eşitlendi.

        Ancak bu süreçte Kürtler kültürel haklarını kullanmada sıkıntıya düştü.

        Ana dilini evinin dışında konuşması, şarkı, türkü söylemesi, Kürtçe müzik kaseti, CD çıkarabilme özgürlüğünü ancak 1980’li yılların sonunda elde edebildi.

        SİYASİ DEĞİŞ TOKUŞLA DEĞİL

        Bugün gibi anımsarım, Güneydoğu’daki herhangi bir devlet dairesine girdiğimizde merdiven başlarında, “Burada Türkçeden başka dil kullanılamaz” yazıları asılıydı.

        O gün bunun doğru olduğunu ileri sürenler, o yazılar kaldırılıp kültürel haklar verilmesinin Türkiye’yi bölmeyeceğini geç anladı.

        Unutulmasın ki kültürel hakların hiçbiri de siyasi değiş tokuşa dayalı vermedi, Türkiye’nin demokratikleşme çabalarının bütünü içinde gerçekleştirdi.

        Bugün geldiğimiz nokta bunun ötesinde…

        Demokratik hak talebini dile getirmenin aracını oy haline dönüştüren tünele girildi.

        Sanki hakkından dolayı değil de oyu olduğu için veriliyor algısı oluştu.

        ÇOĞUNLUKÇULUĞU ARTTIRIR

        Bu başta Kürt kökenli yurttaşları sıkıntıya sokar, hakkı olanı ancak oyu ile alabileceği anlayışını yerleştirir.

        Hakkın demokrasi içinde değil de oy karşılığı alınır hale gelmesi, etnik ayrışmayı katılaştırdığı gibi, diğerlerini de bu yola sevk eder.

        Oy, politikanın aracı olmaktan çıkar, bir talebin karşılığı haline dönüşür.

        Etnik partileşme ve adaylar sürecin kapısını dibine kadar aralar…

        Çoğulculuğu tüketir, çoğunlukçuluk dönemini başlatır.

        Diğer Yazılar