Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Akdeniz’de hakkı olan alanlarda Türkiye ve KKTC petrol aramaya kalkınca bu kadar gürültü niye?

        Özellikle de Türkiye’ye karşı sert tedbirler alacağını açıklayan Avrupa Birliği’ni anlamanın olanağı yok…

        Özellikle de ileri sürdüğü gerekçe açısından…

        Neden de çok basit…

        Daha önce Fatih sondaj gemisini Akdeniz’deki sulara indiren Türkiye, yeni bir kararla ikinci gemisi Yavuz’u da sondaj için yolladı.

        Gönderdiği alan da Türkiye ve KKTC’nin 7’si deniz, ikisi kara sahasında olmak üzere 2011 yılında yaptığı petrol sahası hizmetleri ve üretim paylaşımı sözleşme gereği ruhsatlanmış alanlardaki faaliyet.

        Bir de KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafından daha önce ruhsatlanmamış bölgelerde petrol arama ve sondaj faaliyetinde bulunmak.

        Burada dikkat çeken AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in “Komisyon en kısa sürede tedbirler belirlemek için yetkili. Bunu yapacağız ve bunlar hafif tedbirler olmayacaktır” açıklaması.

        “Kim, kimin bağından kovuyor…” atasözüne uyacak kadar çelişki dolu bir açıklama.

        İKİ TOPLUMUN ORTAK DEĞERİ

        Bırakın KKTC’nin yaptığı sözleşmeyi, Birleşmiş Milletler kararı gereği, Kıbrıs çevresinde çıkan her türlü kıymetler iki topluma aittir.

        Yani Türk kesimi de çıkarsa, Rum kesimi de çıkarsa petrol iki toplum tarafından eşit şekilde paylaşılır.

        Bugüne kadar Rumlar, “Biz çıkaralım, sizin payınızı veririz” yaklaşımındaydı.

        Türk tarafı ise bu tutum karşısında sürekli yakınan pozisyondaydı.

        Bunu da Türkiye’nin sanki başka çaresi yokmuş gibi kabul ettiği ve Annan Planı’ndan bu yana da gerçekleşmemesi için elinden gelen her şeyi sergilediği federal ortaklık havucuna bağlıyordu.

        Ne zaman ki Türk tarafı federal ortaklık dışında da alternatiflerin olabileceğini göstermeye başladı, Rum tarafında işler değişti…

        KKTC Dışişleri Bakanı Kudret Özersay da telefonda sohbet ederken aynı noktaya işaret etti:

        “Siyaseti sadece federal çözüm üzerine kuranlar, şimdi ortaya çıkan yeni durum karşısında kızgın, öfkeli ve eleştirel havada…”

        “İKİ ANA EKSENDE YÜRÜR”

        Özersay gelecek dönem sürecin iki ana eksende yürüyeceğine de vurgu yapıp ekledi:

        “Bu iki eksen, federal çözümcüler ile bu olmaz diyenler… KKTC bugüne kadar çözüm ısrarını sürdüren ve kendisine yönelik haksızlıkları da protesto eden pozisyondaydı. Sahada olmadan haklarını uluslararası arenada arayan, BM’ye mektup gönderen, haklarını saklı tutan noktasındaydı. Bugün olanlar yapılmasıydı bu noktada kalmaya da devam edecekti…”

        Özersay, gelinen noktada Türkiye ve KKTC’nin proaktif bir politika uygulamaya başlamasıyla durumun farklılaştığını belirtip devam etti:

        “Eğer birileri adım atıyorsa bu iki taraf için de geçerlidir. Diğerine kimsenin sen dur demeye hakkı yoktur. Eğer durulacaksa ikisi birden durur. Ya onlar da atım atmaz ya da birlikte adım atılır. Ya onlar da durur ya da biz devam ederiz. Ya da devam edilecekse ikisi birlikte devam eder…”

        Son cümlesi ise her şeyi özetliyor:

        “Doğu Akdeniz’de araziye inip, proaktif olunca bu kez onlar şikayet eden taraf haline geldiler…”

        SEÇİM SÜRECİ BAŞLADI

        Bu aşamada dikkat çeken ise KKTC yönetiminde bu konuda uyumun olmaması…

        Cumhurbaşkanı Akıncı önceki gün yaptığı açıklamada, “Bostan korkuluğu değilim” diye başladı ve Maraş konusundaki karar için kendisine haber verilmediğini belirtti.

        Oysa Maraş konusunda yapılan hemen oturuma açma kararı değil, sadece envanter çıkarma girişimi…

        Dikkat çeken ise bu proaktif kararların alınmasıyla birlikte GKRY lideri Anastasiadis ile yemekte buluşmasının fotoğraflarının yayınlanıp Dışişleri Bakanı Özersay’ın eleştiri bombardımanına tutulması.

        Oysa yakın zamanda bırakın Anastiadis’i, DİSİ lideri ile birçok KKTC devlet adamının buluşmasına tanıklık edildi…

        Anlaşılan o ki KKTC’de gelecek yıl yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçim propagandası erken başladı…

        SONRASINDA NE OLUR?

        Şimdi soru şu…

        AB, hatta ABD’nin Türkiye’nin bölgede sondaj faaliyetinde bulunmasına tepki gösterdiği süreç nasıl sonlanır?

        Şu kadarını belirteyim, bölgenin İran nedeniyle bu kadar ısındığı bir süreçte kimsenin bir diğerinin üzerine gidecek takati yok.

        Hele ki Hürmüz Boğazı'nın bu denli ısındığı bir dönemde…

        Türkiye bir yana, AB’nin en çok ilgilenmesi gereken konu İran meselesi.

        Orada meydana gelecek bir sıcak gelişmenin yaratacağı etkinin Suriye’den çok daha ağır ve büyük olacağı ortada duruyor…

        TRUMP NEDEN VAZGEÇTİ?

        Kendisi her ne kadar “150 sivil ölecekti onun için son 10 dakikada durdurdum” demeye getirse de İran meselesinin yaratacağı efektin farkına son anda vardığı için vazgeçtiği açık.

        İran konusunu Ankara’da iyi bilenlerden İran Araştırmaları Merkezi ve ORSAM Başkanlığı da yapan Prof. Dr. Ahmet Uysal ile sohbet ederken şu noktaya dikkat çekti:

        “İran düşük dozlu savaşta bölgede can yakar. Körfez’de, Irak’ta, Suriye’de tedirginlik yaratır. İran’ı bölgede Suriye gibi tek başına okuyamayız. Etkisi çok ülkede, Irak’tan Libya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada ortaya çıkar. Birileri Trump’a bunu söylemiş ve vazgeçmesinde etken olmuş olmuştur…”

        MÜTTEFİK DEĞİL, ABD ÇIKARI

        Prof. Uysal, ABD’nin ambargoları, son dönem Hindistan ve Çin’in petrol alımını azaltması gibi nedenlerle İran’ın içerde ekonomik olarak bıçak kemiğe dayanan seviyeye geldiğini belirtti.

        “Ama şurası bilinmeli ki İran da ABD ve müttefiklerine, ‘bana sattırmazsanız ben de size sattırmam' restini oynuyor" deyip ekledi:

        “Pentagon’un son dron düşürülmesi olayından sonra yaptığı açıklamadaki dil önemliydi. Bugüne kadar bölgede müttefiklerini koruyacağını belirten ABD, ilk kez ABD çıkarlarının korunacağını söyledi. Yani müttefiklerine yönelik bir saldırı söz konusu olursa onların kendisini koruması gerektiğini söylüyor. Suudi Arabistan’a, ‘bir şey yaparsan ben koruma konusuna karışmam’ demeye getiriyor.”

        Aslında ABD bunu yaparken, bölgedeki müttefiklerini bir anlamda kontrol altında da tutuyor, bir çılgınlığın önüne geçmeye çalışıyor olabilir.

        24 MİLYON MÜLTECİ YARATIR

        Ancak Prof. Dr. Uysal, Basra ve Hürmüz körfezlerinde başlayacak bir gerilimin Bahreyn başta olmak üzere bir çok ülkeyi ciddi etki altına alacağını, bunun beklenmeyen sonuçlara yol açacağını ve petrol fiyatlarını da dayanılmaz noktaya çekeceğini belirtti.

        Üzerinde durduğu en önemli konu da AB’yi de ilgilendiren göç meselesi oldu…

        Prof. Dr. Uysal bölgede çatışma çıkması halinde bu kez İran’dan gelecek sığınmacı sayısının 24 milyona ulaşacağını belirtti.

        Buna da kimsenin dayanma gücünün olmayacağının altını çizdi.

        Tabii AB ülkelerinde yaşayan, yönetimlerine muhalif olmalarına karşın vatanperverliği çok yüksek İranlıların yaratacağı etki de cabası…

        Diğer Yazılar