Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Uluslararası çatışmaların konferanslar yoluyla çözüme kavuşturulması, Birleşmiş Milletler'in (BM) kuruluşundan önceki modeldi.

        Viyana, Yalta, Berlin, Cenevre, Paris, Lozan, Potsdam dünyanın siyasi sisteminin temelini oluşturmakla kalmadı, konferanslar ile ‘haritadan önce toprak yoktu’ yaklaşımını da kanıtladı.

        BM’nin kuruluşu, Güvenlik Konseyi’nin oluşumu ile uluslararası anlaşmazlıkların çözümü New York’ta herkesin hafızasına kazınmış o büyük binaya taşındı.

        Avrupa’daki evi de Cenevre oldu…

        BM’nin etkinliğini kaybedip, uluslararası çatışmalara çözüm üretememesi bir süre sonra varlığını sorgulanır hale getirdi.

        Özellikle, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyeden oluşması, başka ülkelerin geleceğinin onların iki dudağının arasına bırakılması, bölgesel gelişmiş ve gelişmekte olan aktörlerin kaşını kaldırdı.

        BMGK içinde bulunmayan AB’nin başat oyun kurucusu Almanya ilk tepkiyi vermekten kaçınmadı.

        YÜKSELEN GÜÇLER BEŞLİYE KARŞI

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugün dile getirdiği, “Dünya beşten büyüktür” söylemine benzer tepkiler Almanya ile sınırlı kalmadı; bazen Japonya bazen Kore’den ses geldi.

        BMGK da süper güçlerin içindeki uyuşmazlıkları nedeniyle, çoğu zaman sorun çözücüsü olmaktan çıkıp, aktörü haline geldi.

        Milletler Cemiyeti, insanlık suçunu da kapsayan gelişmeler karşısında BM’nin çaresizliğini gören, bölgesel aktörler devreye girip pozisyon aldı.

        Bunda ilk adımı atan da BMGK’nın beş üyesinden daha çok Türkiye ve Almanya oldu.

        Bosna Savaşı’nın sonlanması için devreye girdi ve beş daimi üyenin katılımı ile düzenlenen konferanslar çözüm modelleri geliştirdi.

        BM ise komutasındaki Hollandalı askerlerin, Bosna Kasabı’nın insanlık dramına seyirci kalmasının utancı içinde ikbalinin çözümsüzlüğüne gömüldü.

        İSTANBUL KONFERANSI’NIN ETKİSİ

        Sonuç getiren ikinci önemli konferans ise 2007’de “Irak’a Komşu Ülkeler” veya diğer adıyla “İstanbul Konferansı” oldu.

        BMGK’nın beş daimi üyesinin yanında, İslam Konferansı Teşkilatı Birliği, Afrika Birliği ve Arap Birliği ile AB Komisyonu’nu ilk kez aynı masa etrafında buluştu; önemli bir başarıya imza konulurken, Türkiye de bölgenin etkin yumuşak gücü olduğunu kanıtladı.

        Zaten öncesinde de NATO Zirvesiyle, proaktif askeri kuvvetini zihinlere kazımıştı.

        Tarihin belki de en kapsamlı ve sonuç alıcı Konferansı’nın devamı da Katar’da Irak’a Komşu Ülkeler Dışişleri Bakanları toplantısıyla geldi.

        Irak bu sayede, 2007 ile 2013 döneminde nisbi istikrarın sağlandığı en iyi dönemine kavuştu.

        SURİYE’DE ARANAN

        Sonrası malum; DAEŞ’in yükselişiyle başlayan Suriye iç savaşı...

        Suriye sorununun çözümünde BM etkin faktör olmayınca aynı yola başvuruldu; BMGK’nın beş daimi üyesi ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve Fransa’nın yanında, Türkiye, Irak, Kuveyt ve Katar masanın etkin aktörleri olarak rol aldı ve Suriye iç savaşının bastırılması için çözüm aradı.

        Suriye’de geçiş hükümetinin kurulması konusunda, ne de diğer alanlarda çözüm bulunamadı, zaten Rusya tek başına desteği ile Şam yönetimini ayakta tutmakla kalmadı, bugün sahada etkili güç haline gelmesini da sağladı.

        Cenevre ise bugün Anayasa için uğraşıyor...

        BERLİN’İ FARKLI KILAN

        Almanya’nın öncülüğünde yapılan Berlin Konferansı ise bunun biraz ötesinde.

        Çünkü Cenevre, aynı zamanda BM’nin ilk adımı Milletler Cemiyeti’nin kurulduğu yer olması sebebiyle, 1920’den bu yana, uluslararası barış görüşmelerinde BM’nin kabul edilmiş Avrupa Evi...

        Berlin ise bunun ötesinde bir pozisyona ve role sahip…

        Libya için Berlin Konferansı’nı diğerlerinden ayıran özellik Almanya’nın toplantının ardından BMGK’dan önemli bir karar çıkarma gayreti.

        SUHEYRAT ANLAŞMASI NE OLACAK?

        Oysa BM 2017’de Fas Suheyrat’ta imzalanan Libya Siyasi Anlaşması’nı kabul etmiş ve meşru olarak Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni kabul etmiş ve kurucu olarak da onaylamıştı.

        Şimdi ise en önemli kolu Güvenlik Konseyi, bağlı olduğu BM’nin kabul ettiği meşru hükümetin dışındaki aktörlerle masaya oturuyor; hem de Berlin gibi başka bir zeminde.

        Yani, BM’nin ürettiği çözüme alternatif, yeni bir süreç yürütülüyor.

        Bu da gösteriyor ki BM çözümün üretildiği ve kalıcı hale gelmesinin sağlandığı yer olmaktan çıktı; içindekilerin başka sahalarda alternatif aradığı yere dönüştü.

        Berlin’de 19 Ocak’ta yapılacak toplantı, İstanbul’da 2007’de denenip önemli bir kazanım sağlanan Konferansla benzeş bir süreci çalıştırıyor.

        ANKARA, HAFTER’İN TAVRINDAN MEMNUN

        Libya’daki muhalif General Hafter, Moskova’daki barış masasından kaçmış olsa da, Körfez ülkeleri oyunbozan harisliklerini sergilese de sonuçta bu denli yüksek profilli Konferansta, herkesin barış için oturduğu masadan kimse çatışma çıkaramaz.

        Çıkarmak isteyen de altında kalır…

        Ayrıca şunu da belirteyim Hafter’in dün Moskova’dan masadan kaçan tavrından da Ankara memnun.

        Çünkü barışı isteyen ve bunun devamını getirmeyi arzu edenle, çatışmayı tercih edenin net bir şekilde görülmesini sağladığına inanılıyor.

        Ayrıca unutulmasın ki terk ettiği yer de Hafter’in en önemli destek bulduğu Moskova’nın masası…

        Bu masadan kalkmanın bedeli olduğunu görmüş olacak ki dün sabah anlaşmaya imza koymaktan kaçarken, öğle saatlerinde yine Moskova üzerinden, “İmzalamam demedim, paydaşlarımla tartışıyorum, iki gün mühlet verin” haberini yolladı.

        SALDIRIRSA KAYBEDER

        Libya sahasında dünkü hareketlenme de gösteriyor ki Hafter Trablus’a yeniden saldırıyı deneyecek ve önemli mevzi kazanarak masaya oturma yoluna gitmeye çalışacak.

        Bunu yaparken uluslararası kabulünü arttırmayı da amaç edinecek.

        Masaya güçlü oturmanın yolunu bulmaya çalışacak.

        Ankara, bu adımları atmasını merakla bekliyor, çünkü bunların Hafter’i ileri değil, masada daha da geriye götürecek faktörler olacağını öngörüyor.

        Çünkü böylece ateşkesin kurucu aktörü Moskova ve Türkiye bir yana, ateşkese desteğini açıklayan, yanındaki Mısır, İtalya, Fransa ile diğer ülkeleri de yok sayacak.

        Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile yol alması da pek mümkün olmayacak.

        TAŞ DÜŞEBİLİR, AYI ÇIKABİLİR

        Hafter’in tutumunda, Moskova’nın barış kurucu olarak işin kaymağını yememesi için ABD başta olmak üzere başka aktörlerin arkadan iş çevirmesinin etkili olduğuna inananlar da var.

        Her ne olursa olsun, sonuçta sahnedeki aktörün adı Hafter…

        Bütün bu nedenlerden hafta sonuna kadar her şey beklenebilir.

        Türkiye daha fazla muharip asker de gönderebilir, başka ülkelerin tepkisiyle Hafter aklını başına alıp 19 Ocak’ı sakin şekilde bekleyebilir…

        Özetle her şey Hafter’e kalmış; taş da düşebilir, ayı da çıkabilir...

        Diğer Yazılar